Hayatı yavaşlatmak

BANA bir haller oldu.

Evde olmak, kızımla daha çok vakit geçirmek istiyorum.

Haberin Devamı

İnanır mısınız, onunla ödev yapmak istiyorum.
Bir sürü anne bundan nefret eder.
Ben bayılıyorum.
Çünkü bizimkinin eve getirdiği ödevler şahane. Mesela, “Hayatınızı değiştiren olayları anlatın...”
Dikkatinizi çekerim 6 yaşında bu çocuk!
En az hocası kadar ben de merak ediyorum.
Kızımın hayatını değiştiren olay neler diye.
Heyecanla bekliyorum ne yazacak acaba diye.
Olay, mutfak masasında gerçekleşiyor.
Ocaktan mis gibi yemek kokuları yükseliyor.
Arkada, küçük sesiyle radyo fon müziği yapıyor.
Biz, evde, kışı karşılıyoruz.
Ayağımızda yün çoraplarımız var.
Ağaçların yaprakları fışırdıyor, yerler sapsarı.
Tavşan Hımm, ayağımızın altında dolaşıyor.
Ve Alya yazıyor...
- Dubai’den İstanbul’a taşındım, ülke değiştirdim.
- Ev değiştirdim.
- Okul değiştirdim.
- Arkadaşlarım değişti.
- Yaşadığım ülkede konuşulan dil değişti.
Bunları yazdıktan sonra, içeriden fotoğraflar getiriyor, küçük makasıyla kesiyor biçiyor, ödevine yerleştiriyor. Bir Dubai fotoğrafı, bir İstanbul fotoğrafı, bir Dubai’deki evin fotoğrafı, bir İstanbul’daki evin fotoğrafı, Dubaili arkadaşları, Türkiye’deki arkadaşları.
“Vay be!” diyorum, “Bu kadar kısa bir zaman aralığında çocuğun hayatını gerçekten etkileyecek ne kadar çok şey olmuş!”
O, ful konsantre ödevini yapıyor, ben onu seyrediyorum.
Bu, hiçbir şeyle değişilebilecek bir duygu değil.
Al sana bir ödev daha:
“Aile bireylerini tek tek yazın, onlarla birlikte ne yapmayı seviyorsunuz anlatın.” Bizimki, benim gibi fotoğraf manyağı, babaanne, anneanne, dede, abla ve tavşan Hımm’a kadar bütün aile bireylerinin fotoğraflarını kesiyor, yanlarına birer cümleyle onlarla ne yapmayı sevdiğini yazıyor.
Yazarken bir sürü tashih yapıyor, harf hataları yani.
Karışmıyorum.
Öğretmeni, “Özgür bırakın, dileği gibi yazsın, nasıl yazdığı değil, ne yazdığı önemli” dedi, bırakıyorum. Yazdıklarına bayılıyorum.
Hile yok.
Bir çocuğun saf düşünceleri, duyguları yansıyor ödevlerine.
Gerçekten ne yapmayı seviyorsa onu yazıyor.
Yalakalık yok.
Bir başka ödevi mesela, bir buçuk dakikalık kısa film çekmek. Kamerayı bir yerlere koyup, anne-baba-çocuk en çok ne yapmayı seviyorsa onu çekecek.
Bizimkinin favorisi yastık savaşı, konuyu Alya belirledi.
Henüz çekmedik, bugün yarın çekmemiz gerekiyor.
Böyle şeyler yapmasına ölüyorum.
Ya da sınıfın ortasında kalkıp adının neden Alya olduğunu, ne anlama geldiğini ve neden sevdiğini anlatmasına...
Ödevlerinden biri de buydu. Artık herkese, “İsmin ne anlama geliyor? Niye sana bu ismi vermişler?” diye soruyor.
Hayat, o kadar hızlı ki...
Her şeye yetişemiyorum ama kızım ve sevgilim söz konusu olunca, hayatı ağırdan almaya, yavaş çekimde, sindire sindire yaşamaya çalışıyorum.

Haberin Devamı

Siz yaşlanmak deyin Ben büyümek...

Haberin Devamı

BU şehirde artık sadece işimi yapıp hemen geri evime dönmek istiyorum.
Demin de anlattığım gibi kızımla ev ödevleri yapmak, onunla kitap okumak, arkadaşlarımı evimde ağırlamak, sevgilimle şarap içmek, dergi karıştırmak, film izlemek, hafta sonu bir yerlere kaçmak, mesela Lavanda’ya...
Oysa bir zamanlar şehirdeki kulüplerde sürtmek isterdim.
Ben değişiyorum, önceliklerim değişiyor.
Keyif aldığım şeyler de.
Geçen cuma, Bird’e gidelim dedim.
O kadar çok methini duymuştum ki...
Ormandaki evden hızlıca çıktım ve kendimi Şişhane’deki Bird’e attım. Kulağımda da insanların tavsiyesi: “Yıkılıyor, en in yerlerden biri, mutlaka gitmen lazım...”
E tamam o zaman, İstanbul gece hayatından geri kalacak halimiz yok. Güzel bir yemek yeriz diye düşündüm. Tabii rezervasyon yaptırdım. Yoksa yer-mer hak getire, bulamıyorsunuz.
O da ne!
Anlı şanlı Bird’e geldim. İçi de, dışı da boynuna kadar insan dolu. O minicik bir yer, dolup dolup taşıyor. İşletenleri kutlamak lazım. Masaya geçtim. İnsanın karşısındakine laf anlatabilmesi, sohbet edebilmesi mümkün değil. Cuma olduğu için mi? Saat 10.00 gibi gittiğim için mi? Evet, kulağıma çalınan müzik şahaneydi...
Ama biraz sonra kendimi bıçaklamak filan istedim.
O kadar tıkış tıkıştı ki...
Ve o müzik nasıl yüksek...
En önemlisi de, etraftaki insanların ben görmeyeli yaşı küçülmüş. 17’den başlıyor, taş çatlasa 27’ye uzanıyor. Artık böyle bir kalabalık var etrafta. Gece hayatını anlatan yazarlar da aşağı yukarı benim yaşımda. Ne yapıyorlar, her gece, her gece bu işin nesinden keyif alıyorlar anlaması zor. Beni artık sadece içmek ve dans etmek kesmiyor. Her şeyde bir içerik arıyorum.
Yaşlanmak bu olsa gerek!
Siz yaşlanmak deyin, ben büyümek demeyi tercih ediyorum.
Oradan kaçarcasına çıkıp Baylo’ya gittik.
Aynı sırada, birkaç bina ileride. Hah işte orası, bana göreydi. Bir zamanların Cafe Inn’i gibi. Daha farklı bir kalabalık vardı. Yaş grubu biraz daha yüksekti.
Ama galiba yine en çok eve dönünce mutlu oldum.
Ev çoraplarımı giyince, televizyonun önüne kurulunca, sevgilimle, battaniyenin altına girince...

Haberin Devamı

İlk fırsatta Endülüs yapın!

7 kişiydik, 7 arkadaş. İki erkek, beş kadın. Birimizin -Hayal Murathanoğlu’nun- doğum günüydü.
“Hediye istemiyorum, birlikte seyahate gidelim” dedi.
Rotayı o seçti, biz gittik.
Hep birlikte, minik bir Endülüs turu yaptık.
Nasıl iyi geldi anlatamam.
Pek çok kere Madrid’e, Barcelona’ya gittim ve İspanya’yı hep sevdim ama Endülüs farklıydı.
Herkese tavsiye ederim.
Madrid’e uçtuk, oradan Cordoba, sonra Sevilla.
Araları trenle yaptık.
Jules Verne’den Yonca Ertem sağolsun, kompakt bir tur hazırlamıştı. Çok pahalıya mal olmayan seksi ve masum bir tur.
Yedik, içtik ve güldük.
Flamenko, seramikler, o minik cafeler, güzelim evler, balkonların insanı kendine aşık eden demirleri, o renk cümbüşü, Yahudi mahalleleri, o daracık sokaklar...
Camiyken kilise olan yapılar, katedraller, parklar...
Güzelim şaraplar...
Ve her yerde tapas...
Müslümanlığın, Hıristiyanlığın ve Museviliğin iç içe girmesi, o atmosfer, o mimari, o tarih, en kültür çarptı beni.
Seyahatin sonunda bir de dağların tepesine kurulmuş bir kasabayı ziyaret ettik ki, Ronda, müthişti!
Gündemden, her şeyden koptum.
Şimdi yeniden bağlanmaya çalışıyorum.

Yazarın Tüm Yazıları