Hak bela yazmaz kul azmayınca

Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

Beni ne dürttü bilmiyorum.

Ama daldım içeri.

‘‘Bu saça fön çeker misiniz?’’ dedim.

Bir cumartesi öğleden sonrasıydı. Hava çok sıcaktı. Dükkan, sinek bile avlayamıyordu. Demek ki, o sıcakta, sinekler bile uyuyordu.

Onun ise beni bekliyor gibi bir hali vardı.

Hiç şaşırmadı.

Sigarasını, eski model, basınca girdap hareketi yapıp içine kaçan, bir kültablasına bastırdı, ‘‘Elbette, buyrun gelin içeri’’ diye sorumu yanıtladı.

* * *

‘‘Oturun’’ dedi.

Kuruldum kolları yenmiş bir deri koltuğa. Altı tekerlekli. Eski yazıhane koltukları gibi. Pek bir eğlenceli. Yanaştım tezgaha. Küçük çocuklar gibi. Hemen başladım etrafa bakmaya: Ustura, makas, fön, fırça kardeş kardeş uyuyorlar, ara ara çatlaklar oluşmuş o mermer tezgahın şahane soğukluğunda.

Sonra kolonya çarptı gözüme. Evde mutlaka kolonya bulundurmalıyım dedim, kendi kendime. Ama mutlaka cam şişe! Hoş bir şey kolonya. Geçmişi çağırır. ve Arko Krem. Allah’tan girdiğim mekanda o da vardı. Kokusunu hatırladım. Bir de aynaya sırtını vermiş, ayakta duran, ‘‘eski kasa’’ mavi bir Blendax şampuan. İçimi birden mutluluk kapladı. Hem de o çok sevdiğim, şimdilerde pek olmayan ambalajında, bele doğru inceliyor, derken kalçalarla birlikte genişliyor.

Ama inanılır gibi değil, dedemin plastik fırçalarından da var burada!

Başka neler? Floresan lambaların altında, kendi halinde, biraz toz içinde, boy boy taraklar, saç spreyleri, babaannemin komidininde yıllar yılı duranlardan. Bir adet siyah makara, onunla kaş mı alıyorlardır nedir? Sonra her türlü traş malzemesi. Henüz köpüklü olan, yıkanmamış fırçalar. Köşede atılmış gazeteler, bir adet nazar boncuğu, hemen aynanın yanında bir takvim, günler işaretlenmiş. İyi. Az kalmış bu ayın bitmesine. Sonra Alparslan Türkeş'in gazeteden kesilip, duvara seloteyplenmiş bir fotoğrafı, hemen altında da şu yazı:

Kula bela gelmez, Hak yazmayınca

Hak bela yazmaz, kul azmayınca

Hak kulundan intikamı, kul ile alır

Din irfan bilmeyen, bunu kul etti sanır

Bari emri olmayınca, sanki yaprak kıpırdanır

* * *

Ben bir berberdeyim.

Beyoğlu'nun arka sokaklarındaki bir erkek berberinde. Adı: Çınar Erkek Berberi. Çünkü Kaktüs'te kendimi sevdirmek istediğim biriyle buluşacağım. Biraz da vaktim var, saçım, başım düzgün olsun istiyorum. Ben o gün ‘‘kötü saç günü’’mdeyim. Böyle bir şey var biliyorsunuz, ne yapsanız saçınız, bir halta benzemez, biri bana acilen müdahale etsin, der. İşte, her nedense, girişinde Japon gülü, bohemya ve begonyalar olan bu mekana giriveriyorum.

Çekiyor, çekiyor!

Dünya varmış, iyi ki ben buradaymışım, oh ne iyi yapmışım.

Siz farkında mısınız bilmiyorum, ama günümüz kuaförleri uzay istasyonlarına benziyorlar artık ve insan sanki Çınar Erkek Berberi gibi bir yere girince sevindirik oluyor. ‘‘Gerçek buydu be,’’ burada dostluk var diyor. Bu arada saçıma, yeşil, şeffaf, plastik ve şişman bir spreyden su fışkırtılıyor, şekil verilmeye hazır ediliyor.

Şekil umrumda değil artık.

İçerikle ilgileniyorum.

* * *

Bir zamanlar çok havalıymış Çınar Erkek Berberi. Yani sahipleri Baki Düzenli ve Dursun Yahşi öyle diyor. Bütün meşhurlar oraya gelirmiş. Beşiktaşlı, Galatasaraylı futbolcular filan. Ama o zaman da, Beyoğlu Beyoğluymuş hani! Artık Beyoğlu'nun arka sokakları laçkalaşmışmış, sadık 5-6 müşteri dışında da kimseler gelmez olmuş.

Onlar şimdi ne mi yapıyorlar?

a) Sinek avlıyorlar

b) Tepede, köşede asılı olan televizyona bakıyorlar

c) Hiç ihmal etmeden sakal ve saç tıraşı için gelen dostlarla sohbet ediyorlar

d) Bol bol memleketi ve gidişatı düşünüyorlar

Çünkü diyorlar ki, ‘‘36 yıldır yapıyoruz bu işi. Artık olduk emekli. N'apalım yani? Evde oturup hanımla kavga mı edelim? Bize iş verin diyecek halimiz de yok, vakit geçiriyoruz işte burada. Ama Beyoğlu'nun eski tadı yok. Saygınlığı yok. İt kopuk doldu buralar. Şu gördüğünüz binalarda aileler otururdu. Bir bir gittiler...’’.

* * *

Baki Bey saçıma şekil verdi.

Vallahi iyi oldu.

O sıcak günde, geçmişin serinliğini taşıyan, camekanında erkek berberi yazan, bir adım inilerek mekana ulaşılan, kafanı geriye vererek değil de, öne eğerek yıkattığın, lavaboları eski, ama temiz olan mekanı terk ediyorum. Bir milyon lira ödeyerek. Güzel duygularla. Ve o iki beyefendiyle tanıştığıma da seviniyorum. Artık nerede erkek berberi görsem dalacağım içeri...

Yazarın Tüm Yazıları