Paylaş
Melis Durası.
24 yaşında.
Güzel desen güzel, Allah’ı var, hem de tescilli güzel, 2012 Türkiye üçüncü güzeli...
Akıl desen, Sabancı Üniversitesi’nde ‘Moleküler Biyoloji, Genetik ve Biyomühendislik’ okudu, üstüne doktora yapıyor, yetmedi, şimdi yeniden beslenme ve diyetisyenlik okuyacak, genetikle birleştirecek...
Bitmedi!
Bu kadın aynı zamanda sporcu, sıkı sporcu, 10 yıl Fenerbahçe’de voleybol oynadı, Milli Takım Kampı’na davet edilecek kadar iyiydi...
Ama o üniversite sınavları yüzünden gitmedi, yine de sporu hiç bırakmadı, koşmaya başladı, maraton koştu...
‘Akıllı ve güzel’in simgesi o.
İkisinin de hakkını veriyor.
Şöhret olayına yaklaşımı da çok hoşuma gitti: Ün, onun için çok çabuk tüketilen bir şey. “Bugün ünlüsünüz, yarın değil. Ben tüketilmek istemiyorum. Kalıcı, gerçekten kendime ve yaşadığım topluma artı sağlayacak işler yapabilmek istiyorum, ki bence asıl ün budur!” diyor.
Ben de Melis’e şapka çıkarıyorum
Tescilli bir Türkiye güzelisin, aynı zamanda genetik doktorası yapan bir bilim kadınısın! Şaşıran bir tek ben miyim?
-(Gülüyor) Yok hayır! Genellikle duyan herkes şaşırıyor, “Nasıl yani?” diyorlar. Çok rastlanan bir durum değil herhalde...
Ne tür tepkiler alıyorsun?
-Oooo tepkiler çeşit çeşit. Akıl veren de var, acıyan da, eleştiren de. Ama “Helal olsun!” diye takdir eden de...
Hadi o zaman en başından anlat... Nereden esti güzellik yarışmasına girmek?
-Çocukluk hayalimdi. O taç, o pırıltılar, o ihtişam, zarafet beni büyülerdi. Oldum olası başarılı bir öğrenciydim. Yani ‘akıllı’ olarak değerlendirilen kategorideydim. Ama aynı zamanda böyle bir yarışmanın hayalini kuracak kadar kendimi ‘güzel’ de buluyordum.
Eeeee?
-Ee’si hem iyi öğrenci olmayı sürdürdüm hem de yarışma hayalleri kurmaya devam ettim. Ben aslında üniversite birinci sınıfta katılmak istedim ama finallerim yarışmanın kamp dönemine denk geliyordu. Okulu ihmal etmeyi göze alamadım. Mezuniyetin ardından doktoramın ilk senesinin sonunda, gözümü karartıp, derslerimi, sınavlarımı en az etkilenecek şekilde ayarlayıp başvurdum.
Kanıtlamak istediğin bir şey mi vardı?
-Olmaz mı? “Güzel kadın akıllı değildir, akıllı kadın güzel değildir” genellemesi beni fevkalade rahatsız ediyordu. Bir tür meydan okuma gibi geldi. Bir de çok istediğim bir şeydi. İyi ki yapmışım. Aslında birileri tarafından ‘güzel’ olarak tescillenmenin bir önemi yok. Tabii ki o insanların değerlendirmesiyle güzel ya da çirkin olmuyorum. Bu neticede bir şov. Ama ben orada, akademik hayatımın dışında başka bir yönümün de farkına vardım. Başka bir ben keşfettim. Özgüvenimi test ettim. Farklı kültürlerden bir sürü insan tanıdım. Müthiş bir deneyim yaşadım. Hepsi de vizyonumu geliştirdi.
Yarışmayı meslek olarak düşünmedim
Sen peki, bu ‘akıllı kadın-güzel kadın’ ayrımını nasıl değerlendiriyorsun?
-Saçma buluyorum. Tabii ki kadınlar hem güzel hem akıllı olabilir. Tonla böyle örnek var. Ama işte güzel kadınlara, “Neden bu kadar çalışıyorsun ki? Sen bu fiziğinle bu kadar çok çalışmak zorunda kalmadan da aynı standartlarda yaşayabilirsin!” diye bakıyorlar. Bu repliği geçen gün bir Amerikan filminde duydum. Sadece Türkiye’ye özgü değil yani. Bu anlayışa da meydan okumak istedim. Kendine güvenen, kendine emek veren, özen gösteren her kadın güzeldir. Ama şu hayatta her şey emek istiyor. Güzel olmak, fit olmak, akıllı olmak, kariyer sahibi olmak hepsi için çaba sarf etmek gerekiyor. Güzel olmakla akıllı olmanın emeğini karşılaştırmak, ölçmek biçmek ne kadar doğrudur tartışılır. Ama benim için hepsi bir bütün.
Yarışma ve sonrası için hayallerin
neydi?
-Ben ne güzellik yarışmasını ne de sonrasını hiçbir zaman meslek olarak düşündüm. Evet, o alanda ilerlemek gibi bir şansım oldu ama benim yıllarca emek verdiğim ve yapmaktan da zevk aldığım, beni ben yapan bir mesleğim vardı. Yarışma ve sonrasında olan dünya yarışması, aynı spor müsabakası gibi hazırlanılarak katıldığınız organizasyonlar. Sonrasıysa ciddi bir şekilde düşünülmesi gereken bir süreç. Yeni bir ortam, yeni bir sektör ve hiç bilmediğim insanlar. Hayati bir karar. Hayatınızı nasıl yaşamak istediğinizle ilgili bir durum. Bir hayat tarzı seçiyorsunuz kendinize. Bense akademik hayattan memnundum. O yüzden kendi yolumda ilerledim.
Genetik okumaya nasıl karar verdin?
-Aslında tıp okumak istiyordum. Çünkü insanların sağlık problemlerine çözüm getirebilmek, yardımcı olabilmek, benim için çok ama çok değerli. Sonra Sabancı Üniversitesi’nde doktorada da birlikte çalıştığım danışman hocamla tanıştım. Bana grubuyla yaptıklarını anlattı. Genetik bilim dalını anlattı. Büyülendim. Onunla konuştuktan sonra bu mesleğin bana ne kadar uygun olduğuna karar verdim ve tercihlerime Sabancı Üniversitesi ‘Moleküler Biyoloji, Genetik ve Biyomühendislik’ bölümünü yazdım, kazandım.
Genetik okumak da yetmedi, üzerine de okudun...
-Evet, her mesleğin gerektirdiği bir şeyler var. Bazısı için lisans eğitimi yeterli, bazısı için yüksek lisans şart. Mesleğimle ilgili olarak yeni bir şeyler yapabilmek, üretken olabilmek, bu konuyla ilgili yapılanlara bir taş da ben koyabilmek istedim. O yüzden doktoraya da başladım. Çünkü merak ediyorum ötesini, sonrasını...
İnşallah bilinenlerden daha fazlasını ortaya çıkaracak bilim insanlarından biri de ben olurum...
Kendini bir üniversite çatısı altında daha mı ‘güvende’ hissediyorsun?
-Üniversite ortamını seviyorum. Çünkü burada kendimi özgür hissediyorum. Sınır yok. İstediğini düşün, şekillendir, yap... Özgür hissedince evet, güvende de hissediyor insan.
Şöhret geçici, paranın kölesi olmamak lazım
Bir sürü şeyi bu kadar iyi yapabilmenin sırrı ne? Voleybol oynuyorsun, Milli Takım’a seçilecek kadar iyi oynuyorsun... Koşuyorsun, maratonlara katılacak kadar sıkı koşuyorsun...
- Yaptığım şeyleri severek yapıyor olmak! En büyük sır bu. Severek yapınca, harcadığınız zaman, emek size ağır gelmiyor. Tam tersine mutlu ediyor. Örneğin voleybol oynamayı çok severdim. Âşıktım resmen. 10 yıl Fenerbahçe’de oynadım. Voleybol oynarken her şeyi unuturdum, sadece ona odaklanırdım. Milli Takım’da oynayabilmek de istiyordum. Ama yapamadım. Çünkü bir karar noktasına geldim. Ya üniversite sınavlarına adam gibi hazırlanıp istediğim bölümü kazanacaktım ya da ondan feragat edip voleybolcu olacaktım. Oysa Milli Takım kampına çağrılmıştım. Her zaman, her şeyi aynı anda yapamıyorsunuz. Durmayı da bilmek gerekiyor. Sonrasında da, spor hiç çıkmadı hayatımdan. Koşmaya başladım, bana çok olumlu etki ediyordu, onu da bir daha bırakamadım. Maraton ise, benim için hem sınırlarımı keşfetme aracı hem de ihtiyacı olan birilerine katkıda bulunma imkânıydı. İlk yarı maratonum San Francisco Kadınlar Maratonu’ydu ve geliri lösemi hastalarına bağışlandı. Maratonu bitirdiğimde ağzımdan çıkan ilk cümle, “Herkes bunu hayatında en az bir kere denemeli!” oldu. Beynimizin ne kadar güçlü bir motivasyon kaynağı olduğunu, her şeyin kafada bittiğini çok iyi anladığım bir deneyim oldu benim için.
Peki ünlü olmak istemedin mi?
Seni Sabancı Üniversitesi camiası tanıyor ve hayranlık duyuyor ama bütün
Türkiye duyabilirdi... Bunu nasıl elinin tersiyle ittin?
-Öyle bir hırsım hiç olmadı. Ün, çok çabuk tüketilen bir şey. Bugün ünlüsünüz, yarın değil. Ben tüketilmek istemiyorum. Kalıcı, gerçekten kendime ve yaşadığım topluma artı sağlayacak işler yapabilmek istiyorum, ki bence asıl ün budur. O yüzden elimin tersiyle itmedim aslında, sadece benim için doğru olan ün kavramına ulaşabilmek istiyorum!
Şöhret ve para senin için ne ifade ediyor?
-Şöhret parmağımızı şıklatmamız kadar kısa bir an var. Gelip geçici. Paranınsa tabii ki hayatımızdaki önemi gözardı edilemez. Ama para, gereksinimlerimizi karşılayabilmek için bir araç. Mutluluğun sırrı mı? Değil. Hayatımızdaki yeriyle ilgili dengeyi iyi oturtmak lazım. Kölesi olmamak gerek.
Nasıl erkeklerden hoşlanırsın?
-Kendine güveni olan, ayakları yere basan, hayattan ne istediğini bilen, kendisine ait bir hayat görüşü olan ve insanlara saygı duyan, anlayışlı, hoşgörülü ve değerleri olan biri... “Nasıl kadınları seversin?” deseydiniz de aynı yanıtı verirdim.
Annenden ve babandan öğrendiğin
en önemli şey?
-Annemden ‘imkânsız” sözcüğünü kullanmamayı öğrendim. İmkânsız yok! İsteklerimizi gerçekleştirmek bizim elimizde! Babamdansa erdemli ve gururlu olmayı, benden iki yaş küçük erkek kardeşimden de paylaşmanın kıymetini ve güzelliğini öğrendim.
Neden yeniden üniversite sınavına girdin? Amacın neydi? Bu kadar eğitim almışsın, bir de üstüne neden beslenme ve diyetisyenlik okuyacaksın?
-Bu, benim ilgi duyduğum bir alan. Şimdiye kadar aldığım eğitimi, yeni öğreneceklerimle harmanlayarak iki alanı, genetik ve beslenme ilişkisini interdisipliner hale getirebilmek istedim. Bu mesele, keşfedilmeyi bekleyen bakir topraklar gibi, bende merak uyandırıyor...
Seksi kadın imajı seni üzer mi? Sence bir kadının seksi görünmesi zekâsına halel getirir mi?
-Hayır. Seksi olmak bir eksiklik değil. Seksi olmak sadece bacak, göğüs ve diğer kadınsal kıvrımlardan ibaret bir olgu da değil. Tam tersine bir kadını seksi yapan davranışlarıdır, bakışlarıdır, ses tonudur, kısacası kendisini taşıyabilmesidir ki, bu da zeka gerektirir.
Eksiğin fazla akıllı olman mı? Ya da eksiğin yok, fazlan mı var?
-Ne eksik, ne fazla... Olduğum halimden memnunum, mutluyum. Eksiğim olduğunu düşünüyorsam, onu gidermek mümkünse eğer, onun için uğraşırım. En büyük eksikliğim de fazlam olduğunu düşünmek olurdu!
Mesleğin hayat tarzını da belirliyor
Yarışmalarda güzel seçilen kadınların izlediği klasik bir yol vardır, ya manken-model olurlar ya televizyona zıplarlar, dizilerde oynarlar... Sen bunları neden seçmedin?
-Her yol -klasik olsun, olmasın- emek ister... İyi model olabilmek de, iyi oyuncu olabilmek de, iyi genetikçi olabilmek de. Ben de işimi, hakkını vererek en iyi şekilde yapmak isteyen bir insanım. Bunun için zamanını vermen gerekiyor. Kendini adaman gerekiyor. En önemlisi de, kendine bir hayat tarzı seçmen gerekiyor. Hepimiz, bizi nasıl bir hayat tarzı mutlu edecekse, hangisi kişiliğimize daha uygunsa onu seçeriz, öyle değil mi? Ben de kendi kişiliğime uygun olanı seçtim. O yüzden de bu saydığınız alanlara girmedim.
O yaşam tarzında sana uymayan ne var?
-Zaman! Şimdiye kadar çıkan fırsatların hepsi, akademik hayatımı bırakmayı gerektiren, tüm zamanımı isteyen seçeneklerdi. O yüzden de değerlendirmem mümkün olmadı. Çünkü önceliğim gerçek mesleğim
oldu hep...
Paylaş