Eski İstanbul, eski Bebek, eski insanlar. Mualla Mezhepoğlu’nu tanımlamak için başka bir tasvire gerek yok, duvarlardaki fotoğraflar onun hakkındaki ilk ipucunu veriyor. O kendini fotoğraflarla ifade ediyor. Hele elinde tuttuğu o özel albüm, el yazması özel tarih kitabı gibi. Anneden ve babadan, 5 kuşak geriye, fotoğraflar, belgelerle kotarılmış bir aile tarihi. E bende de biraz fotoğraf ve albüm manyaklığı vardır. Çok özendim, çok kıskandım. Bunu "Siz de yapın!" projesine dönüştürmek istiyor. Keşke birileri ona sponsor olsa, desteklese. Bu işi yaygınlaşabilse. Herkes o
fotoğrafları görebilse. O belgeleri inceleyebilse. O hatıraları okuyabilse. İşte yerel tarih. Üstelik Avrupa’da yeni trend, yeni eğilim. Aile tarihlerimizden yerel tarihe ulaşmak. Mualla Hanım, hem kendisi hem evi hem duvarları hem albümleri müthiş güzel biri. Onun tanıdığıma ve sizinle tanıştırdığıma çok memnun oldum.
Nasıl biriktirdiniz bu kadar fotoğrafı?- Siz ne diyorsunuz! Benim anneannem, 1890’larda fotoğraf çekermiş. Evinin içinde karanlık odası bile varmış, kendi fotoğrafını kendisi tab edermiş...
O zaman sizdeki fotoğraf merakı, genetik! - Tabii, tabii. Anneannem, eskinin Güzel Sanatlar Akademisi mezunu. O okulun parlak mezunları Saray’a öğretmen olurmuş. Anneannem de onlardan biri. Sanata, özellikle de fotoğrafa eğilimi varmış, bütün aileyi görüntülemiş. O yıllarda fotoğraf çekmek, hele bir kadının çekmesi çevre tarafından çok hoş da karşılanan bir şey değil, anlayın artık...
Anneniz peki?- Annem, hakim. Hukuk eğitimi alıyor. Ama o da fotoğrafa meraklı. O kadar meraklı ki, 12 yaşıma kadar, her 6 ayda bir, beni giydiriyor kuşatıyor, Beşiktaş’taki Canit Bey’in Akın Fotoğrafevi’ne götürüp fotoğrafımı çektiriyor. O fotoğraflar, hálá durur. Annem, son derece düzenli bir insandı, hepsinin arkasına daktiloyla tarihini, kişilerin isimlerini ve fotoğrafın çekildiği yeri yazardı. Fotoğraf merakı ve düzenli olma alışkanlığı anneannemden anneme, annemden de bana geçmiş...
Siz, tek çocuk musunuz?- Evet. Üstelik bu durumdan o kadar memnundum ki, küçükken "Bir kardeşim olsun ama 12 yaşında ölsün!" isterdim. Çocukluk işte, acımasız oluyor insan, 12 yaşına kadar onunla oynayacağım, sonra o yok olacak...
Babanız ne iş yapardı?- O da avukat. Hukukçu bir aile bizimki. Annem ve babam, hukuk fakültesinden sınıf arkadaşı.
Hep bu evde mi yaşadınız? Son zamanların minimalist evlerinden farklı olarak, insana huzur veren muazzam bir yaşanmışlık var evinizde...- 50 senedir bu evdeyiz. Bu sene, Bebek’teki 50. yılımız. Ondan evvel Beşiktaş’taydık. Yani ben hayatım boyunca sadece 2 ev değiştirdim. Bebek de Beşiktaş’a bağlı olduğu için, ailemin Beşiktaş ilçesindeki 99. senesi...
Ailenizden kimse hayatta mı peki?- Hepsi sizlere ömür. Ne kardeşim var benim ne de çocuğum. Bir ben kaldım. Bir de bu albümler, bu fotoğraflar...
SİZ DE YAPINElinizde tutuğunuz nedir? Aile albümlerinizden biri mi?- Yok, hayır, bu özel. Bu, bir proje. Adını "Siz de yapın" koydum. Laf olsun diye değil, hakiki manada, herkes yapsın istiyorum. Yerel tarih bu.
Şu projeyi bir anlatır mısınız?-Annemden bana 6-7 tane çok kalın albüm kaldı. Aile albümleri. Zannediyorum, benim yaşımda anneannesinin annesinin fotoğrafına sahip az insandan biriyim. Söylüyorum, bizimki arşivci ve fotoğrafa meraklı bir aile, o sayede bu fotoğraflar bugüne kadar geldi. Önce "Ben bunları n’apim?" diye düşündüm. "Ben de ölürsem ne olacak? Kime kalacak?" Ziyan olacaktı, kıyamadım, aileme ve yakın çevreme ait olan fotoğrafları ayırdım.
Sonra?- Onları, şimdi kullandığımız türden bir albüme yerleştirmek içime sinmedi. Annem, albümleri ciltlettirir, kapaklarını özel yaptırtırdı. Ben de o kapaklardan birini aldım, ona uygun kartonlar kestirdim. Onların arasına fotoğraflar yapışmasın diye, ince kağıtlar buldum. Limon kağıdıymış adı. Fakat, fotoğrafları takacak köşebent bulamadım. Onları da Viyana’da getirttim ve bu farklı albümü yaptım. İçinde anne tarafımdan 5, baba tarafımdan 5 kuşak herkes var.
Oooooo! Şahane görünüyorsunuz ama çok da genç değilsiniz, sizin 5 kuşak gerinizi hayal bile edemiyorum. Ben babaannemin annesinden ötesini bilmiyorum...- Evet, benim annemin annesi, onun annesi, onun annesi ve onun annesi... Yaklaşık 175 yıllık hatta daha fazla bir tarihten söz ediyorum. Neredeyse 2 asır! Sonra da bu fotoğrafları numaraladım. Ve o her fotoğrafla ilgili -bazen bir kişiydi, bazen bir semt- bildiğim her şeyi yazmaya başladım. Hikaye yazdım diyemem, ama ben hatıralarımı kare kare nakletmiş oldum. Bittikten sonra bir de baktım ki, yazdıklarımı pekiştirecek belgeler de var...
Nasıl yani?- Biz atamayan aileyiz! Annem mesela, hep iki mecmua alırdı, biri elden ele dolaşırdı diğeri el sürülmeden saklanırdı. İnanmayacaksınız ama bütün tramvay biletlerini saklamış. Doğduğum günün gazetelerini saklamış. Atatürk’ün öldüğü günün gazetelerini saklamış. Annesi, annemin doğduğu günün takvimini saklamış. Babam, 1947’de Koç Ticaret’ten aldığımız Generel Electrik buzdolabı faturasını saklamış!
Aman Allah’ım! Müthiş de, ev çöplüğe dönmedi mi?- Hayır çünkü ev büyük. Ve az çocuk var. Bin tane, o da ben. Sonra hiç taşınma yok, 50 senedir aynı ev....
Başka var mı öyle saklanan şeyler?- Saymakla bitmez ki. Anne ve babamın düğün davetiyesi, 125 kişilik yemekli düğünlerinin faturası. Alman Hastanesi’nde benim doğumumun faturası. Babamın yazıhanesine aldığı deri koltukların faturası... Ben fotoğraflardaki insanları ve olayları anlattıkça, parantez açıp bu belgeleri de koymaya başladım. Hem Beşiktaş’ı, Beşiktaşlı anne tarafımı hem de Konya Karamanlı baba tarafımı bir albümde toplamış oldum. Böylece üçlü bir şey çıktı ortaya. Fotoğraflar, fotoğraflardan hatırladıklarım ve yazdıklarımı pekiştiren belgeler. Türkiye’de daha önce bu kadar kapsamlı ve muntazam bir çalışma yapıldığını zannetmiyorum.
Ne kadar zamanınızı aldı?- Bir buçuk sene. Bazı günler hiç çalışmıyordum, bazı günler 10 saat...
Peki bunu yaparak ne elde etmeyi umuyordunuz?- Bu çalışmanın adını "Siz de yapın!" koydum. Yani fotoğraf deyip geçmeyin, siz de benim gibi aile tarihinizi oluşturun. Dünsüz yarın olmaz. Zaten artık devletlerin nasıl kurulup yıkıldığını anlatan, resmi tarih anlayışını çoktan bıraktık. Yerel tarih önem kazandı. Yerel tarihte de soylu olsun olmasın, bu tür hatıralar çok önemli. Benim anlatmak istediğim şu: Hepimizin bir aile tarihi var, gelin bu tarihe sahip çıkalım. Çünkü aile tarihlerimiz, yerel tarihi oluşturuyor. Bunun için de bazı şeylere dikkat edelim...
Ne mesela?- Eski kimlik kartlarımızı, tapu senetlerimizi, bir resmi daireye yazdığımız dilekçeyi, aldığımız bir bileti hoyratça atmayalım, çünkü onlar gelecekte yerel tarih dokusu oluşturabilir. Ayrıca büyüklerimizden duyduklarımızı not edelim. Hatta onların seslerini kaydedelim. Sonra bir gün yapmadığınıza pişman olursunuz, ama geç olur...
ATATÜRK HUKUK FAKÜLTESİNDE ANNEMİN YANINA OTURUYORYıl 1930. Darülfünun’da, yani İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Ticaret Hukuku dersi. Kapı açılıyor ve Atatürk giriyor. Habersiz. Ansızın. Profesör, Ata’yı hemen kürsüye davet ediyor, "Yok hayır rahatsız olmayın, siz derse devam edin" diyor ve tesadüfen annemin yanına oturuyor. Annem, "Heyecandan bayılacak gibi oldum" diye anlatırdı bana. İşte o anın fotoğrafı, babam da bu sınıfta. İşin ilginç yanı, Atatürk’ün İstanbul Üniversitesi’ni ilk ve son ziyareti...
MUALLA MEZHEPOĞLU KİMDİR?İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde okudu. Sonra Robert Kolej Yüksekokulu’na öğretim görevlisi olarak girdi. Derken Amerika’ya gitti. Dönüşünde evlendi. Adana’ya gelin gitti. Çukurova Elektrik’te çalıştı. Ayas Koleji’nde İngilizce hocalığı yaptı. 6 sene evli kaldı. İstanbul’a geldi ve boşandı. Bir kere evlenmiş olmak yetti, bir daha evlenmedi. Yapı Kredi’de çalışmaya başladım. Babası rahatsızlandı işten ayrıldı. Aile şirketiyle ilgilendi. Son olarak Robert Kolej’de lise son sınıflara seçmeli ekonomi dersi öğretmenliği yaptı. Sonunda kendini emekliye ayırdı...
Fotoğraf:
Kutup DALGAKIRAN