Paylaş
Bana değil Alya’ya...
“Sevgili Alya, bu mektubu sana Tekfen Filar-Mini Orkestrası adına yazıyorum.
İlk kez çocuklar için konser vereceğiz.
Konserimizde, Çaykovski’nin “Fındıkkıran” balesinin renkli bölümlerine de yer vereceğiz.
Hikâyenin başkahramanı, küçük bir Alman kız Clara.
Noel gecesi, Clara’ya bir hediye geliyor: Kurşun asker.
Hediyeyi alıp uykuya dalan Clara’nın rüyaları, eserde tek tek canlanıyor.
Şimdiii, müzisyenlerimiz var, dançılarımız da hazır, bir Clara’mız eksik!
Sen bizim Clara’mız olur musun?
Sakın korkma, işinde çok usta olan Nil (Berkan) Hoca seni çalıştıracak.
İki konserimiz olacak.
Biri İstanbul’da, biri Bursa’da. Bu arada Clara’nın elbisesi çok güzel!
Kabul ediyorsan beni ara! (Dori.)
TEKFEN FLAR-MİNİ
Ben mektubu okurken ne zaman ağlamaya başladım hatırlamıyorum.
Ama çocuklarımız söz konusu olunca zırıl zırıl ağlıyoruz.
Kendimize biçtiğimiz roller, sıfatlar, etiketler hepsi bitiveriyor.
Bir tek adın kalıyor, o da çocuğunun seni çağırdığı adın: “Anne.”
Kızım için müthiş bir tecrübe olur diye düşünüyorum. Ama benim ne düşündüğüm önemli değil, bakalım Alya ne diyecek?
Mektubu okuyor, telefonu eline alıyor ve Dori Kiss Kalafat’ı arıyor.
“Ben Alya... Teşekkür ederim, çok isterim Clara olmak!” diyor.
Ama bilmediği bir şey var, 1200 kişinin karşısına çıkması gerekiyor!
Bütün biletler satılmış!
TEDİRGİN ANNE
Geçen hafta boyunca kafayı yemiş, tedirgin bir anneydim.
Kızım becerebilecek mi?
Bu işin altından
kalkabilecek mi?
Ben daha büyük olduğum için daha korkağım tabii, 8.5 yaşındaki bir çocuğun Devlet Opera ve Balesi’nden iki balerin ve bir baletle dans etmesi bana ürkütücü geliyor.
Ürkütücü ne kelime, çocuğu alıp karnıma geri sokmak istiyorum!
Ama Devet Opera ve Balesi’nden Nil Hoca -ki koreogorafi ona aitti- “Hiç merak etmeyin, sadece her gün iki saat Alya’yı bana getirin” diyor.
Bizimki acayip cool.
Her gün provalardan sonra, “Eda Abla, Gizem Abla ve Ali Abi hayatım boyunca gördügüm en müthiş dansçılar! Havada dönüyorlar, vücutlar lastik gibi, inanılmaz şeyler yapıyorlar, elbiseleri de harika!” diye anlatıyor.
Bu arada Nilüfer imdadımıza yetişiyor, Alya’ya çok güzel bir kostüm dikiyor.
Ve 6 günün sonunda, geçtiğimiz cumartesi, konser günü gelip çatıyor.
MUHTEŞEM ORKESTRA
Maaile oradayız.
Tekfen’in filarmoni orkestrası şahane.
92’de kurulmuş.
Saim Akçıl şefliğinde.
23 farklı ülkenin müzisyenlerinden oluşuyor. Hepsi alanında bir numara. Yılda birkaç kez Türkiye’nin çeşitli illerinde ve dünyanın birçok ülkesinde konserler veriyorlar.
Hepsi de birbiriyle arkadaş olmuş, aile gibiler.
Bu seneki konuk şef, yükselen bir yıldız Darell Ang.Konserde ayrıca Michelle Bushkova solisti.
O da 9 yaşında.
Moskova Çaykoski Konservatuvarı’nda keman eğitimini sürdürüyor.
Harika çocuklardan.
Konserdeki hoşluk da şu: Çocuklara sadece “Fındıkkıran”ın müziğini dinletirseniz, klasik müzikle yakından ilgili değillerse, bir şey ifade etmiyor.
Farklı bir numara çekmişler.
Bir anlatıcı var: Ali Pınar.
Heyecanlı bir şekilde orkestranın önünde “Fındıkkıran”ı anlatıyor.
O zaman hikâyenin ne olduğunu daha iyi kavrayabiliyor çocuklar. O çıkan güzelim seslerin, müziğin ve dansların ne anlama geldiğini de çözebiliyorlar...
SAHNE ARKASI
Maslak Tim.
Alya, sahneye bayılıyor.
Ama daha çok, sahne arkasından büyüleniyor.
Kulisteki odada, dansçılarla birlikte kendi adının da kapıda yazılı olduğunu görünce mest oluyor.
Sahne arkasındaki dünyaya çarpılıyor.
Bir odada terziler var, kostümler ayarlanıyor. Diğer odada makyaj yapılıyor. Bütün müzisyenler, dansçılar koşturuyor.
Bir hazırlık, bir hazırlık...
Akort yapıyorlar, her enstrümandan farklı bir ses yükseliyor.
Dev, profeyonel bir kadro.
Alya’ya da makyaj yapılıyor, bakıyor ki dansçılar ısınıyor, bizimki de ısınmaya başlıyor.
Bir süre sonra konser başlayacağı için, onu yalnız bırakıp, benim de önde seyircilerin yanına oturmam gerekiyor.
“Sen git, tamam. Ben büyüdüm, yaparım!” diyor.
Fakat o arada perdeyi aralayıp, salonun ne kadar kalabalık olduğunu görüyor...
Onu bilmem ama benim ödüm patlıyor, “Anne, beni kaçır buradan dese!” ne halt ederdim bilmiyorum.
Allah’tan demiyor, “Peki gidiyorum” diyorum ve ayrılıyorum. İçim pır pır ederek, çocuğumu orada bir başına bırakıyorum.
Hayatta, bir an geliyor, çocuğunuzu koruyamıyorsunuz; hayatın o anda karşısına çıkardığıyla kendi başına mücadele etmesi gerekiyor, batacaksa batması, çıkacaksa çıkması...
Bize de başarsın diye, üstesinden gelsin diye dua etmek kalıyor!
ÇOCUKSU BİR NAİFLİK
Sonra başladı her şey...
Derin bir nefes alıyorum, sevgilimin elini sıkıca tutuyorum.
Ve bizimki sahnede...
Çok mutlu görünüyor...
Bütün danslarını yapıyor...
Noel ağacının altında uyuyor, birazdan uyanacak.
Fakat o kadar huzurlu görünüyor ki, arkamdaki çocuklardan biri annesine, “O kız orada uyudu!” diyor.“Evladım uyanacak” diyor.
Gülüyorum, vardır çocukların küt diye birden uykuya dalma hali, Allah’tan uyanıyor, yine dansını yapıyor. Bir şekilde kıvırdı!
Becerdi yani! O çocuksu nafiliği de çok güzeldi.
TURNEYE GİTTİLER
Ertesi gün Bursa. İlk turnesine gitti. Bir arkadaşı Sera, onu İstanbul’dan izlemeye geldi.
Bizimki havalara uçtu. Ona kulisi gezdirdi. Balerin ablalarıyla fotoğraf çektirmek isteyen çocuklara, “Bir dakika ben size ayarlayacağım” dedi.
Resmen havaya girdi.
İkinci gösteride çok daha iyiydi, yüzü iyice oturmuştu, korkudan eser yoktu. Balet abinin omuzunda, kollarını iki yana açıp, selam verirken pek bir gururluydu. Hatta ondan bile imza isteyen çocuklar oldu, ne kadar eğlendiğini anlatamam. Bence hayat boyu unutmayacağı bir deneyim yaşadı. Şimdi daha fazla dans öğrenmenin, daha fazla sahneye çıkamanın ve o büyülü havayı tekrar solumanın derdindi. Ben de grip oldum, üşüttüm. Bu satırları mutfakta, burnumu çeke çeke yazıyorum, Alya yine yanımda dans ediyor, “Beni rahat bırak, artık gazeteci olmam gerekiyor!” diyorum...
BİR ATEİSTİN MEZAR TAŞI
Babam ateistti.
Allah’a inanmazdı.
Ama kul hakkına inanırdı.
Etrafındaki herkes tarafından çok sevilen biriydi.
İyi kalpli, saygın, dürüst bir adamdı.
Ve bir gün onu kaybettik.
İnanmayan birinin mezar taşına, “Ruhuna Fatiha” diye yazmak uygun düşmez.
Ateist bir insanı, öldükten sonra dindar yapmak ikiyüzlülük değilse nedir.
Düşündük, taşındık:
“Yiğidim Aslanım Burada Yatıyor”dan şu dizeyi uygun bulduk:
Ne bir haram yedi
Ne cana kıydı
Ekmek kadar temiz
Su gibi aydı
Mezar taşına da yüzünü nakşettirdik.
“Fatiha”, “inananlar” için güzel bir şeydir ama bana göre babamın mezar taşı da güzel oldu.
Canım babam, huzur içinde yatsın! (Alev D.)
İNANLAR DA OLACAKTIR İNANMAYANLAR DA
Bütün sevdiklerimiz, huzur içinde yatsınlar!
Mailinizi de, babanızın mezar taşı için seçtiğiniz dizeyi de çok sevdim. Yalnız tuhaf bir şey oldu mailinizi okurken. Kendimi, “Aaa ne kadar cesur!” derken yakaladım. Bize ne yaptılarsa, babanızın“ateist” olduğunu söylemeniz bile, bir anlığına cesaret gibi geldi!
Allah’tan bir anlığına.
Tabii ki herkes özgür, “inananlar” da olacaktır, “inanmayanlar” da... İnanıp, inanmamak, iyi insanlığın ölçüsü değil.
Biz ne “inananlar” gördük ki, insan bile değildiler!
Biz de tavşanımız Hımm’ın mezarına şöyle yazdık...
Canımız Hımm (2005-2013)
Her ne kadar şu an gökyüzünde bulutlar üzerinde zıplıyorsan da... Hep bizim kalbimizdesin... Seni sonsuza kadar seveceğiz!
YAPTIĞIMIZ İŞ DUYGU SATMAK!
Geçen gün bir kuaförle sohbet ediyordum.
Alanının bir numaralarından:
Orhan Bademli.
Yaptığı işi tanımlarken, baktım başka türlü şeylerden söz ediyor, saçtan, röfleden, kesimden ziyade...
“Biz duygu satıyoruz!” diyor.
“Nasıl yani?” dedim.
“Akşam, sevgilisiyle mi buluşacak, burada kendini o geceye, o ana hazırlıyor. Sözünü ettiğim sadece fiziksel bir hazırlık değil, tamam manikür, pedikür, kaş, ağda, saç yapılıyor. Ama aslında o, burada bir duygu satın alıyor. Akşam için, sevgilisinin eli saçlarında dolaşacak diye daha yumuşak, spreysiz bir saç yapılıyor. Sevişmeye hazırlık! Kayınvalidesine gidecekse saygın, hafif mesafeli bir topuz. Bir davette, eski kocasının yeni karısıyla karşılaşma ihtimali varsa, o kadının havasının bastıracak, ultra kendine güvenli bir saç! Buradan çıktığında o duyguyu üzerine giyip gidiyor. Saç bahane yani...”
Orhan haklı, artık her şey “duygu”!
Yaptığımız iş her neyse, insanların duygularına hitap etmek zorundayız.
Siz işinizde en son insanların duygularına hitap edecek ne yaptınız?
Paylaş