Evim Londra’da, işim Bükreş’te, ailem İstanbul’da

İlk önce ne söylemek isterim biliyor musunuz?

Çok güzel gülüyor.

Sıcak. Samimi. Cana yakın. Mesafesiz. Birey.

Ve çok güzel bir kadın.

Minyon insanların böyle bir şansları var, ne giyseler yakışıyor, güzel duruyorlar, sempatik duruyorlar, seksi duruyorlar. Begümhan Doğan Faralyalı, ailesinin deyişiyle Begüş de öyle, fark edilmemesi imkansız kadınlardan.

Ama sadece güzelliğiyle, çekiciliği ya da cana yakınlığıyla değil. İş hayatındaki tutkusu ve tuttuğunu koparma özelliğiyle de.

Bir kere hızlı. Hata yapmaktan korkmuyor. Bu röportajda bile hızlı cevaplar veriyor, nereye gider o laf, ne olur gibi endişeleri yok. Ve kesinlikle bir dünya vatandaşı. 13 yıl yurt dışında yaşamış biri o. Kişiliğiyle, eğitimiyle, tutkusuyla, yapabilme kabiliyetiyle dikkat çeken bir kadın ve sizi uyarıyorum, daha çok dikkat çekecek.

4 kızın en ufağısınız. En küçük çocuk olmak nasıl bir şey?

- Çok güzel yanları var, bir sürü insan sana yol gösteriyor. Ama dezavantajları da var. Küçükken bu durumu anlatan esprili bir yazı yazmıştım: Benim bir annem ve anne olmaya çalışan dolu ablam var diye! Gece bir yere gitmek istediğim zaman hepsi otururdu karşıma: "Nereye gideceksin?" Hemen gideceğim yeri öğrenirlerdi. Bilmiyorlarsa, sağa sola birkaç telefon açarlardı, nasıl bir yer, kim gider. Anneme hesap vermem yetmiyordu, bir de onlara vermem icap ediyordu. Arzu mesela konservatifti, çok zor izin koparırdım ondan, bazen annemden bile zor, Vuslat ise en rahatıydı...

En küçük çocuk olarak, siz çok sevildiniz, çok mu şımartıldınız?

- Valla, bana sorarsanız çok şımartılmadım, ama ablamlara soracak olursanız, evet çok şımartıldım.

Peki küçük çocuk olarak kendinizi kabul ettirmeye çok uğraştınız mı? "Tabii tabii..." denen, kafası okşanan ama çok da ciddiye alınmayan çocuk muydunuz?

- Yok ben öyle şeyler yaşamadım. Ben biraz konuşan bir çocuktum, hatta fazla konuşan ve avukatlık yapan. Ablalarımı anneme babama karşı korurdum. Bizim ailede, "Sen küçüksün, konuşma!" gibi şeyler yoktur, herkes konuşur.

Büyürken kimi model aldınız?/images/100/0x0/55ea1f2df018fbb8f86c8f50

- Rol model aldığım biri yok. Ben zaten biraz farklıydım.

Nasıl yani?

- 18 yaşına kadar profesyonel basketbol oynadım. Ailede kimsede böyle bir şey yoktu. Ablalarım, "Bu kız herhalde antrenörüne aşık" diye korktular, araştırmaya başladılar. Çünkü anlam veremiyorlardı, insan bir top peşinde niye bu kadar koşturur? Hem okul takımında oynuyordum, hem de Beşiktaş Spor Kulübü’nde.

İyi bir basketbolcu muydunuz?

- Evet, hızlıydım. Okul takımında play maker’dım, Beşiktaş’ta forvet. Çok çok severdim basketbolu, her gün okuldan sonra 3 saat antrenmana giderdim. Hayatım, basketboldu.

Normalde sizin background’unuza sahip, İstanbul’da yaşayan 18-19 yaşındaki genç bir kız, gece kulüplerine filan gidebilmek için can atar, ailesinden izin-mizin almaya çalışır...

- Benim öyle şeylerle alakam yoktu. Sosyaldim, çok arkadaşım vardı ama farklı kesimlerden. Genelde de spor camiasından. Ben mesela 19 yaşıma kadar makyaj filan da yapmadım...

Sosyetik arkadaşları olan biri de değildiniz yani...

- Hiç. Şimdi de değilim. O zamanlar kıyafete düşkün de değildim. Ablalarım da "Bu kız kıro olacak, kendine bakmayı bilmeyecek, bakımsız bakımsız ortada dolanacak!" diye endişe ediyorlardı.

Anneniz, babanız mutludur tabii. Ben de isterim belli bir yaşa kadar kızım sadece kendini spora versin...

- Yooo, tam tersine hiç mutlu değillerdi. Çünkü sürekli turnuvalar oluyordu ve ben bütün Türkiye’yi dolaşıyordum. Konya, Tokat, Kayseri, Çanakkale, aklınıza neresi gelirse. Babam endişeleniyordu. Zaten önce izin vermiyordu, son ana kadar izin koparmaya çalışıyordum, sonunda da gidiyordum.

Dersler?

- Sonradan çok çalışkan oldum.

Normal bir liseden London School of Economics’e kabul edilmek kolay olmasa gerek...

- İngiltere’de de Türkiye’de olduğu gibi merkezi bir sınav var. Birkaç ders seçiyorsunuz ve o derslerden, bütün ülke aynı zamanda sınava giriyor. Liseyi bitirdikten sonra A level yapmak için İngiltere’ye gittim, A level’ımı bir senede aldım ve London School of Economics’e girmeyi başardım.

O eski basketbol arkadaşlarınızla hálá görüşüyor musunuz?

- Görüşemiyorum çünkü ben 13 yıldır yurtdışında yaşıyorum, insan ister istemez kopuyor.

Peki insan 13 yıl yurt dışında yaşayınca ne oluyor?

- İyi oluyor. Türkiye’de kolektif bir yaşam söz konusu, yurtdışında ise bireysel. Kendi ayaklarının üzerinde durmayı öğreniyorsun. Kendi hayatını kendin çizebiliyorsun. Benim için müthiş bir tecrübe oldu, Türkiye’de kalsaydım, çok daha farklı bir insan olurdum.

İnsanlar sizi çok seviyor. Hangi özelliğiniz onları bu kadar etkiliyor?

- Bilmiyorum, insanın kendisi hakkında sıfatlar sıralayabilmesi kolay değil. Cana yakın olduğumu söyleyebilirim.

Kendinizi siz de onların sizi tanımladığı şu sıfatlarla mı tanımlarsınız: İyi kalpli, hakkaniyetli, objektif, alçakgönüllü...

- Olabilir ama benim aklıma daha ziyade kötü sıfatlar geliyor: Sabırsız, her şeyin bir an önce olmasını isteyen....

BİR YIL BOYUNCA BULGARİSTAN, RUSYA, UKRAYNA, ROMANYA DOLAŞTIM

Romanya’da televizyon kanalı... Nereden, nasıl icat ettiniz?

- Stanford’dan mezun olduktan sonra, artık gruba katılmak istediğimi fark ettim. Ne yapabilirim grup için, nasıl çalışabilirim bunların üzerinde kafa yormaya başladım. Esas olarak şöyle düşünüyordum: "Türkiye’de belli bir noktaya geldik, ciddi bir know-how biriktirdik, artık bölgesel oyuncu olmamızın zamanı geldi. Zaten bütün dünyada da globallikten söz ediliyor. Büyük Batılı oyuncular bizim piyasalarımıza gelmeye başlıyorlar, biz de kendi piyasalarımızın büyüğü olarak, bölgesel oyuncular olmaya başlamalıyız..." Babamla konuştum, Holding’dekilerle konuştum, düşüncelerimi anlattım, onların da kafalarına yattı. Sonra da, bir sene boyunca Bulgaristan, Rusya, Ukrayna, Romanya dolaşmaya başladım. Bu bölgedeki medya oyuncuları, bankacılarla konuştum, reklam ajanslarıyla, politikacılarla görüştüm. Sonuçta Romanya’nın bizim için uygun olduğuna karar verdik ve kolları sıvadık.

Kararları tek başınıza mı veriyorsunuz, yoksa burada bir takımdan mı söz ediyoruz?

- Tabii ki bir takım. Hem de çok iyi bir takım. Nuri Çolakoğlu da bizimle beraber. Şimdi buraya genel müdür olarak Kanal D’nin program müdürü Hatice Soysev Kolat’ı da getirdik. Çok iyi bir takımız anlayacağınız.

Başarının ne kadarı size, ne kadarı takıma ait?

- Öncelikle henüz ortada kazanılmış bir başarı yok. İyi düşünülmüş ve şu ana kadar iyi kotarılmış bir proje var. Başarıya ulaşmamız için, buradaki en çok seyredilen bir iki kanaldan biri olmamız lazım. Ben hep diyorum ki arkadaşlara, buraya kadar sprintti, bundan sonra maraton. Başarırsak hep beraber başarmış olacağız...

Şu anda nasıl bir hayatınız var?

- Evim Londra’da, işim Bükreş’te. Havayollarının en belalı müşterilerinden biri olmuş durumdayım. Ömrüm yollarda geçiyor, ama şikayetçi değilim. Esas olarak hafta içi Bükreş’te, hafta sonu Londra’dayım. Gerçi son üç buçuk haftadır buradan bir yere ayrılamıyorum, eşim Ahmet geliyor. Bir düzen oturtacağız artık.

Peki kaç yıldır Londra’da yaşıyorsunuz...

- İki. Ahmet de Stanford’daydı, San Francisco’da, oradan birlikte Londra’ya geçtik, Ahmet’in işinden dolayı. Öyle bir anlaşma yaptık, birkaç sene yurtdışında yaşayacağız sonra Türkiye’ye döneceğiz.

Memnun musunuz yurtdışında yaşamaktan...

- Memnun olduğum yanları var, Londra’da kendimize bir hayat kurduk, birbirimize daha fazla vakit ayırabiliyoruz, çok uzun yürüyüşler yapabiliyoruz mesela. Evden çık, park. Ama tabii yurtdışında yaşayınca da, ailenizden sürekli uzak oluyorsunuz...

Eşiniz nasıl tahammül ediyor, karısı 5 gün başka yerde yaşıyor...

- Ne yapacaksın, o da benim kadar çok çalışıyor, hayatımızın bu dönemi böyle. Arada takılıyor bana, "Beni kandırdın, bana Londra’da birlikte yaşayacağız dedin ama sen yoksun burada." Hayatta her şeyin bir bedeli olduğunu düşünüyorum, borç ödüyoruz şu anda...

Pardon neyin borcu?

- Yapmak istediklerimizin, hayallerimizin...

Bundan sonra başka yatırımlar olacak mı?

- İnşallah olacak. Ama bundan sonra Ukrayna’ya, Bulgaristan’a, Rusya’ya taşınmak zorunda kalmam diye düşünüyorum. Daha doğrusu umut ediyorum.

BİRTAKIM ŞEYLERDEN GERİ KALDIM DÜŞÜNCESİ BENİ MAHVEDER

Hayatı takip etmeyi severim. Bir takım şeylerden geri kaldım düşüncesi beni mahveder. Yeni akımlara, trendlere, düşünce biçimlerine çok meraklıyım. Her şeye yetişmeye çalışıyorum ama tabii bu mümkün değil. Financial Times’ın hafta sonu ilavesini hiç kaçırmam. Bazen ekonomik, bazen politik, bazen kültürel, o gün ne konuşuluyorsa o mutlaka vardır o ilavenin içinde. The Economist’i takip ederim, dünyada ne oluyor ne bitiyoru görmek için. New York Times’ın da hastasıyım, hafta sonu eklerini çok severim. Türkiye’deki ilaveleri de seviyorum ama internetten gazete okumayı sevmiyorum.

Şanslıyım, çok aşık olduğum bir adamla evliyim

Sizin Herhangi biriyle aşk yaşamanız mümkün müydü?

- Tabii ki. Öyle sıkıntılarımız yok.

Aşk sizin için ne kadar önemli bir yer tutuyor.

- Çok. Çok duygusalım ben.

Çok aşık olduğunuz bir adamla mı evlisiniz?

- Evet. Bu yüzden de kendimi çok şanslı hissediyorum.

Eşinizle nerede, nasıl tanıştınız?

- New York’ta tanıştık, ikimiz de New York’ta çalışıyorduk ama çok daha sonra beraber olmaya başladık.

Eşiniz, aileniz tarafından hemen kabul edildi mi?

- Evet edildi.

Diyelim ki, kabul görmeseydi ne olurdu, "Bu adamla yine de evleneceğim" der miydiniz?

- Allah’tan öyle bir durum olmadı ama derdim sanırım.

Hayatınızdan şu anda memnunsunuz...

- Allah’a şükür...

Anneniz kadar çocuk istiyor musunuz?

- Geç kaldım. İstesem de 4 çocuk yapacak kadar vakit yok, 30 yaşındayım...


ÇILGIN BİR YANIM VAR AMA TÜRKİYE’DE DAHA BİR HANIMEFENDİYİM

Bu kadar çok kadınlı hayat nasıl oluyor?

- Çok eğlenceli. Herkesin anlatacağı bir şey oluyor. Dertler ve söylenmeler de hiç bitmiyor. Hiç sıkılmazdım. Arkadaşlarımız da gelirdi. Cuma akşamı evde 12 kız filan olurduk.

Siz, erkek olması beklenen misiniz?

- Evet öyleyim. Hatta, erkek olmadığım anlaşılınca aldırmayı düşünmüşler, ama sonradan beni, "İyi ki doğdun Begüm, iyi ki doğdun Begüm" diye sevdiler, sanırım suçluluk duydular...

Kadınların iktidar olduğu bir evdi sizinki değil mi?

- Evet... Ama akşam 9 buçuğa kadar! Bir de anneannem vardı...

Nasıl yani? Anneanne de mi evde?

- Yok, hayır alt katımızda oturuyordu. Her zaman hayatımızın önemli bir parçası oldu, hálá öyledir.

"Doğan ailesinde büyüdüğüm için ...... oldum" cümlesindeki boşluğu, nasıl doldurursunuz?

- O kadar çok şey var ki ailemden aldığım, dürüst olmak, alnı açık dolaşabilmek, aileye bağlı olmak, aile değerlerine sahip çıkmak. Bunlar bizim ailemize temel teşkil eden değerler.

En iyi anlaştığınız en yakın ablanız kim?

- Vallahi politik olmayan bir cevap vermemi bekliyorsanız, çok beklersiniz! Sonuçta hepsi benim canım, hepsiyle yakınım. Hepsiyle bir sürü şey paylaşırım. Hanzade ile uzun süre beraber yaşadık, hem New York’ta hem Londra’da. O yüzden arkadaş çevremiz ortak. Yaş olarak ona en yakınım. Ama Vuslat’la da her şeyi konuşabilirim. Arzu, biraz daha anne gibidir, danışmak, fikir almak için çok uygundur.

Hangisiyle, neyi yapmayı tercih edersiniz?

- Güzel ve keyifli sohbeti hepsiyle severim. Zor bulunan bir şey. Bütün ablalarımla yapılabilir. Hanzade ile gece çıkmayı severim. İkimiz de dans etmeyi çok severiz.

Siz, İstanbul’da bir gece kulübüne gidip, özgürce dans edebilir misiniz?

- Edebilirim tabii. Çılgın bir yanım vardır ama Türkiye’de biraz daha hanımefendiyim.

Geçmişten bir kare anlatın. Annenizle bir an, babanızla bir an...

- Annemle akşamüstleri, babamı beklerken bütün kızlar toplanırdık. Müzik koyup dans ederdik. Hep beraber. Çok eğlenirdik. Ben 8 filandım, 12 yaşıma kadar bu kareleri hatırlıyorum. Babam eve gelecek, biz bekliyoruz ve dans ediyoruz. Frank Sinatra da çalardı, Türk müziği de...

Anneniz hep öyle güzeldi değil mi?

- Evet. Her zaman.

4 çocuktan sonra bu kadar bakımlı, güzel kalabilmesinin bir sırrı var mı?

- Çok hareketlidir. İnanılmaz spor yapar. Hálá yapar. Şimdi de yoga yapıyor. Müthiştir, içi çok gençtir...

Babayla ilgili kare...

- Akşam yemekleri. Hep birlikte yenirdi, hep çok uzun süren yemeklerimiz olurdu. Babamın gelmesini beklerdik, sonra masaya geçerdik. Ama babam 9 buçuktan önce gelmezdi, hatta o kadar komik ki, ben arkadaşlarımın evine gittiğimde, babaları 6’da eve dönüyorsa, "Vah vah galiba çalışmıyor..." diye düşünürdüm.

Babanızın konservatif olduğunu söylüyorsunuz, kuralları mı vardı?

- Gece dışarı çıkmamıza izin yoktu. Çok çok ender. Akşam yemeklerinde evde olmamız gerekirdi. Tamam arkadaşlarında kalabilirsin yoktu, arkadaşlarımız bizde kalabilirlerdi, biz arkadaşlarımızda kalamazdık.

Peki ya erkekler? Flört?

- Konuşulmazdı bile. Babamızla böyle bir diyaloğumuz hiçbir zaman olmadı.

Gelecekte bir şey olmak ya da yapmak gibi bir takıntınız var mıydı?

- Dönem dönem böyle takıntılarım oldu. Çünkü ben tutkuyla bağlanmadığım hiçbir şeyi yapamam. Ama tutkulu olduğum bir şeyi de kolay kolay bırakmam.

Dünyanın en iyi okullarında okumuş olmanız, zengin olmanızla mı ilgili?

- Bilmem ki. Bu okullara girerken biri sürü bilgi istiyorlar ama bankada ne kadar paranız olduğunu hiç sormuyorlar...

"Babam oraya çeşme yaptırdı, yandaki arsayı aldı, bağışladı..." yok yani.

- Denemedim açıkçası, söküyor mu sökmüyor mu bilmiyorum. Ben hayatta hiçbir şeyi kolay elde etmedim, hep çalıştım. London School of Economics de birinci tercihim değildi, Oxford’u istedim ama oraya giremedim.

Babası zengin diye bu okullara girdi, diye konuşulduğu oluyor mu?

- Beni tanıyan insanlar, hayatta bir şeyler yapmak için gerçekten çalıştığımı bilirler. Ama tabii ki arkamdan konuşanlar vardır, bir mahzuru yok, konuşabilirler.

Dedikodulardan sıkıldığınız ve her şeyin burnunuzdan geldiği oldu mu?

- Burnundan gelmek, kuvvetli bir kelime, ben öyle tanımlamam. Ama mesela hiç unutmuyorum, üniversitedeyken Dışbank’a staj yapmaya gitmiştim. Ben karakter olarak, patronun kızı gibi davranılmaktan biraz rahatsız olurum. Dışbank’takiler, en iyi niyetleriyle "Begüm Hanım sizi şöyle alalım, efendim lütfen şöyle buyurun" gibi davrandılar. 19 yaşındaydım ve utanıyordum, acayip huzursuz oldum. O tecrübenin tadını çıkaramadım. Sonraki sene staj yapmaya Kanal D’ye gittim, artık akıllanmıştım, "Lütfen kim olduğumu kimseye söylemeyin" dedim. Beni haber departmanına koydular. Hem bir şeyler öğrendim hem de kendimi çok daha rahat hissettim. İnanılmaz eğlenceliydi.

Belki de kim olduğunuzu biliyorlardı...

- Yok canım. Sonradan duyduklarında, hepsinin tavrı birdenbire değişti. Bu yüzden yurtdışında çok daha özgürsünüz, sadece yaptıklarınızla konuşuluyorsunuz.

"Keşke başka türlü bir hayatım olsaydı" özleminiz oldu mu?

- Hayır. Ama zor bir kimlik bu üzerinize giydiğiniz. Aydın Doğan’ın kızı olmak... Her attığınız adımda dikkatli olmanız gerektiğinin bilinciyle yaşıyorsunuz. Onun başarılarını devam ettirmenin sorumluluğunu hissediyorsunuz.

ÊPeki, hiç bırakayım bu koşturmayı diye düşündüğünüz olmuyor mu?

- Tabii ki oluyor. Bırakayım işi gücü, bir şeyler yazıp çizeyim gibi çılgın şeyler geçiyor aklımdan zaman zaman...

Sizi engelleyen ne?

-Kendim. Ben hayatta en çok bir şey istemeyeceğim günden korkarım. Bir şey istemek, bir şeylerin peşinden koşmak, bana enerji veriyor. Öteki türlüsü, bana yetmiyor.

Sizin, ailenizin onaylamadığı şeyler yapmanız mümkün müydü? Cafe açmak, bar işletmek, Hindistan’da aşramda yaşamak, Afrika’da bulunmak ya da ne bileyim solcu olmak vesaire gibi.

- Mümkündü, hoşlarına gitmezdi, eminim fikrimi değiştirmeye çalışırlardı ama ben çok istiyorsam sonunda peki derlerdi.

Böyle de asi ve başkaldıran bir tarafınız var yani...

- Ailemi üzmek istemem ama isteklerimden de kolay kolay vazgeçmem. Onlar da benim çok istediğim bir şeyi sonunda kabul ederlerdi.

Babanızın ve annenizin favori kızı mısınız? Böyle bir şey var mı?

- Yok öyle bir şey. Zaten bunu çok sorgulamamayı tercih ederim. Çünkü öyle olmadığını keşfedersem kıyamet kopabilir.

Yurtdışında yaşarken ümitsizliğe kapıldığınız oldu mu?

- Hayatım hiçbir zaman lay lay lom değil, olamıyor, her şeyi çok hissederek yaşıyorum, düşünüyorum, kendimi hırpalıyorum, çok fazla inişler çıkışlar yaşıyorum. Ama ben şanslıydım, hiçbir zaman yalnız kalmadım.

Neden ekonominin yanı sıra felsefe okudunuz?

- Hoşuma gidiyor. Bilinmeyen soruların cevaplarını aramak, hayatı sorgulamak, kurcalamak, okumak, fikir yürütmek, düşünmek, düşünmek, düşünmek...
Yazarın Tüm Yazıları