Esas Kıvanç benim gibi olursa haber!!!

Ortalık toz duman…
Riyakârlık, ikiyüzlülülük, yalancılık diz boyu.

Haberin Devamı

Kaygan zeminler…
Neye, kime inanacağını şaşırıyor insan...
İşte böyle zamanlarda, güveneceği seslere kulak vermek istiyor.
Uğur Yücel onlardan biri.
Yılın ilk cumartesi röportajını Uğur Yücel’le yaptım.
Dehaya yakın bir yetenek, çocuksu bir saflık, harbilik ve samimiyet…
Huzurlarınızda solo Uğur Yücel!

Pek çok insanın aksine 2013 sizin için iyi bir yıldı…
-Öyle oldu valla. Kitap çıktı. Ardından, ‘Soğuk’ filmini çektim. Sonra, ‘Benim Dünyam’a geldi sıra. Derken, ‘Aramızda Kalsın’a başladım. 2013 kendime şaşacak kadar tempolu geçti. Planladığım her şey, istediğim gibi sonuç verdi. Darısı yeni yılın da başına...

‘Benim Dünyam’ için söylenmeyen, yazılmayan kalmadı. “Film çalıntı” diyen de oldu, “Duygu sömürüsü” diyen de...
-Hem bu ülkede hem dünyada, binlerce kez ‘remake’ yapıldı. Dahası, bizde yüzlerce film doğrudan çalıntı. Kimsenin sesini duymazsın. Ne hikmetse, artık benimle mi ilgili, TMC’yle mi bilmiyorum, neyi uyarlamaya kalksak, homurtular geliyor. “Neee Sopranos mu?”, “Neee Black mi?” Kıyamet kopuyor! Sanki, insanların dinine hakaret etmişiz gibi. Oysa bu film yönetmeninden yapımcısına izinli ve telifi ödenmiş bir film. Yok çalıntı! Yok arak! Daha neler! Bire bir çektik işte! Amerika’da özellikle çok yapılıyor. Beğendikleri bir hikâyeyi kendi dillerinde, bire bir kopya ederek çekiyorlar. Çünkü insanlar, orijinaline gitmiyor, Japonca izlemiyor işte. ‘Black’ burada sinemaya girse 3000 kişi giderdi. Biz aldık aynısını biraz farklı yorumla çektik, toplam 1 buçuk milyon kişi izledi. “Kötü olmuş işte!” derse biri tamam, bu bir eleştiri. Ama “Nasıl yaparsınız?” ne demek? “Çaldınız!” ne demek…

BEN HASTAYIM

Haberin Devamı

Bence deli bir emek vardı. Bütün oyuncular müthişti. Görüntüler şiir gibiydi. Benim kalbimin içine işledi. ‘Remake’ olması da zerre kadar umurumda değil. Zaten baştan söylüyorsunuz. Nedir bu? Düşmanlık mı?
-Bilemiyorum! Düşündüğünü özgürce söyleyebilme çağındayız. Anladık ama herkes fikir sahibi! Lafı ederken bir tartayım yok! Yine de ben, yergilere boyun eğerim, cevap vermem ve saygılıyımdır. Övgülere de teşekkürü borç bilirim.

Haberin Devamı

İnsanın, oğluyla çalışması nasıl bir şey?
-Oğlumla değil, Can’la çalışmak çok güzel. O, 9 yaşından beri kafa arkadaşım. Çok kendine özgü bir kişilik. Gençliğimi, cesaretimi, özgüvenimi görüyorum onda. Benden zeki. Benden daha parlak görüyor hayatı. Aksi, hüsran olurdu. Gelişmeye karşı eksiklik olurdu. Can, benim nazarımda, hayatın sürekli gelişeceğine delalet.

Esas Kıvanç benim gibi olursa haber

Hata yaptığı zaman gönül rahatlığıyla azarlıyor musunuz? Yoksa insan, oğluna torpil mi yapıyor?
-Mesleki olarak hiç azarlamadım. Sitemlerim olmuştur belki. Zamanı ileride tutanlara saygı duymak lazım. Ben oğluma saygı duyuyorum. Belki de babamın bana duyduğu saygının devamı. Ben de babama çekmişim. 28 yaşındaki oğlumu bir bebek gibi seviyor, babam gibi saygı duyuyorum!

Haberin Devamı

Bir filmi, “Oğlumla birlikte çektik!” diyebilmek insanı ne kadar gururlandırıyor?
-Filmi sırtlayan o! İlk günden son güne filmin başında durdu. Bende anksiyete var. Oyunculuk beni korkutuyor…

Nasıl yani?
-’Performans anksiyetesi’ adı. Bu bir hastalık ve ben hastayım. Bir filmden sonra başladı ve yıllarca oynayamadım. Bence hâlâ oynayamıyorum. Ama oğlum, bana hiçbir yönetmenin söylemeye cesaret edemeyeceği şeyleri söyledi. Çünkü yönetmen böyle olmalı. Oyuncu hep kamera arkasında bir ‘göz’ arar. O ‘Canım’dı benim için. Gözümün nuru. Bence o çekti. Montajın, miksajın, müziğin de içindeydi....

FECİ ÖZLÜYORUM

Sette de oğlunuz mu, yoksa herhangi bir çalışan mı?
-O bir yönetmen. Fikir danıştığım, zamanı paylaştığım parçam. Ama sarıldığımda, biriciğim. Birkaç gün görmediğimde feci özlüyorum. Hem oğlum hem arkadaşım olarak özlüyorum…

Haberin Devamı

Siz nasıl bir yönetmensiniz?
-‘Direktör’ ve ‘yönetmen’ laflarını sevmiyorum. En güzel unvanı Fransızlar kullanıyor: ‘Gerçekleştiren.’ Ben bunu tercih ederim. Sete gelmeden bütün her şeyi bitiririm. Sette aramam. İlk kez ‘İkinci Bahar’da yönetmenlik yaptım. İlk gün sete doğru yürürken, Yeşilçam’ın kıdemli reji asistanlarından biri yüksek sesle bağırdı: “Dikkat yönetmenimiz geliyor!”
Kaçacak yer aradım! Sonra rica ettim: “Abi böyle şeyler yapma, gelmem sete!” Ben yönetmenden ziyade, müzisyen karakterliyim. Neşeli bir orkestra şefi gibi. Disiplin kendiliğinden gelir. Oyuncuların ve bütün setin, mutlu olduğu bir sinemanın peşindeyim…

Oyunculuk mu, yönetmenlik mi daha baştan çıkarıcı?
-Yönetmenlik! Hayal kurup yazıyorsun sonra onu gerçekleştiriyorsun, bir de perdede izliyorsun. Muhteşem bir hayat.

Haberin Devamı

BECERİKSİZ HERİF!

Peki sizce siz, hangisinde daha iyisiniz?
-İkisini de tam istediğim yere taşıyamıyorum! Biliyorum çünkü nasıl olması gerektiğini. Kubrick kadar biliyorum. Brando kadar biliyorum. Ama beceremiyorum işte! Ne çekebiliyor ne de oynayabiliyorum. Yetenek, bu eksikliği görebilmektir! Kendinle böbürlenmez yetenekliler. Ama şunu söyleyebilirim: Oyuncuya yaklaşma ve oyun alma konusunda istediğime yakınım.

Yönetmenliği çok seviyorsunuz ama bence siz oyunculuğunuzun doruğundasınız!
-Ben hiçbir şeyin doruğunda değilim. Pardon, sadece hazlarım konusunda! Biliyor musun, ben tiyatroyu sabahları geç kalkmak için seçtim. Hiç hırsım yoktur. Kendimle gayet iyiyim. Unvanlarla, şan şöhretle hiç ilgilenmedim. Evde bir tane bile ödül yok. Bütün ödülleri arkadaşlarıma verdim. Başarı peşinde koşanları da anlayamıyorum. Gel gör ki sinemacı oldum. Gün ışığını kaçırmamak için, tavuklarla birlikte uyanıyoruz şimdi. Yalan oldu hayaller!

İyi de “Hiçbir şeyin doruğunda değilim” demek, Uğur Yücel gibi olağanüstü bir oyuncuya ayıp etmek değil mi?
-Başkasına ayıp etmeyelim de! Kendime hep ediyorum zaten. Monitörden kendi oyunlarıma bir yönetmen olarak bakıp, “Beceriksiz herif!” diye bağırıyorum. Bu en hafifi. Kendim kadar kimseyi hırpalamadım şu hayatta…

Göbek berbat bir şey

Kilolu halinizi beğenenler ve oynadığınız rollere uygun olduğunu düşünenler var… Siz beğeniyor musunuz?
-En beğenmediğim yanım o! Yanlış anlama, şişmanlık görünüm olarak hiç derdim değil. Bir resmimi çekmişler mayolu, “Uğur Yücel ne hale geldiii, az sonraaaaa!” Ulan, ben Kıvanç mıyım? O, benim gibi olursa haber! Ben, halden hale geçerim… Kime ne! Ama şişman davranış biçimini kaldıramıyorum. Eğilip kalkamamak… Yataktan doğrulamamak… Yelken açarken, nefes nefese kalmak... Abul abul yürümek… Bunlar berbat! Göbek de öyle… Ama Allah’a şükür sağlığım iyi. Fakat böyle giderse, kötü olacak…

Yani kilo vermeyi düşünüyorsunuz?
-En çok onu düşünüyorum!
Bön bön düşünüyorum duvara bakıp… Nasıl zayıflarım diye… Bu yüzden yaratıcılığa vakit kalmıyor! Çünkü makarna ve şarap götürürken, “Zayıflamam lazım yaaa!” demekle olmuyor… Şaka bir yana, ben doymak için yemem… Tatmak için yerim. İçkiyi de öyle içerim...

Yeni yıl hedefleriniz arasında 20 kilo vermek var mı?
-İçkiyi azaltmak istiyorum. Hatta, toptan bırakmayı düşünüyorum. Bu düşünceyle ölebilirim. Çünkü yıllardır düşünüyorum. Düşünceli insan olunca da, daha çok içiyor insan! İçince de daha çok düşünüyor! Düşünmeyi de çok seviyorum! Güzel laftır: “In Vino Veritas” (Hakikat, şarapta gizlidir)!

Bir tekne ve iki odalı ev yeter

Para sizin için ne ifade ediyor?
-Bana bir tekne, iki odalı bir ev yeter. Tekne de iki üç kişi barındıracak kadar oldu mu tamam. İyi bir sistemden müzik dinleyecek, film seyredecek, kitap okuyacak ve şarap içecek kadar sağlıklıysam, başka ne isterim?

Peki yaratıcılık ne ifade ediyor?
-Yaratıcılık, insanın kendisiyle şakalaşması gibi. Kurcaladıkça kapılar açılıyor. İnsan, kendi de şaşıyor gördüklerine. Rüya görmek gibi. “Yaratamıyorum” diye bir tasaya hiç düşmedim. Ama “Yaratmam lazım” çok dedim. Tutkulu değilim. Fazla şeye eğimliyim, bu yüzden büyük bir yaratıcı olamadım. O halde dert yok!

İktidar ne ifade ediyor?
-Hem gündelik hayatta hem evrensel anlamda: ‘Erkek savaşları.’ Aile reisi olmak, topluma sahip olmak, toprak sahibi olmak, toprak genişletmek… Kendini, erkini, ırkını sürdürme azgınlığı… Bütün acılar, bu ebleh, faşist ruhlu toramanlar yüzünden yaşanmadı mı! Mussolini, Franco, Hitler, Bush… Tiplere bak! Geride bıraktıkları acılara bak! Milyonlarca masum ceset ve ağlayan kadınlar, analar…

20’lerinde bir sevgilim olabilir mi?

50’lerde aşk sizin için ne ifade ediyor?
-Uzun yıllardır aşka karşı temkinliydim. Şimdi gardım düştü. Çünkü çabuk unutmak da bir olgunlukmuş. Unutulamaz sanıyordum. Unutuluyor ve hemen yenisine kapılıveriyor insan. Artık aşk acısı çeken genç arkadaşlarıma gülümsüyorum ve parmak şıklatıyorum: “Haydi, yenisi bekliyor! Zıpla…” 50’sinden sonra Zorba gibi yaşayacaksın. Çünkü yokuş aşağı gidiyoruz…

Sizin 20’lerinde bir sevgiliniz olabilir mi?
-Yok, olmaz herhalde! “Korkma kızım, bak Uğur Amca! Cici! Noel Baba gibi! Bi şey yapmaz!” Oğluma, ‘abi’ mi diyecek? “Can abi, bu baban çok tatlişko bir şey!” Gerçi eskiden, “Bu yaştan sonra olur mu? Bak kaç yaşına geldik filan” denir ve yaş dönemleri belirlenirdi. Hayat değişti. Yok artık duraklama, gerileme, tık yok olma devri. Varsa da ben hiç farkında değilim. Bu nedenle, hâlâ herkesi evine ben bırakıyorum. Ya da en geç ben uyuyorum. Başımıza gelmedik kalmayacak bu gidişle! Pardon, ilk yirmiler, son yirmiler miydi soru…

Zevklerime karşı oburlaştım

56’sınız. 50’den sonra neler oluyor?
-Lezzetler artıyor. Ruhsal olarak çok coşkulu bir hale geldim. Gözüm bir orda, bir burda. İtiraf ediyorum, 30’lu, 40’lı yıllardan daha renkli bir hayata geçtim. Kendimle olmanın tadını çıkarıyorum. Gecelere doyamıyorum. Müzik, resim, öyküler, kitaplar... Zevklerime karşı çok oburlaştım. Hayata daha güler yüzlü bakıyorum. Sakındığım her şeyi unuttum. Daha ortalıkta, daha çıplağım…

Siz genel olarak iyimser misiniz?
-Evet. Ama bak, hava bozacaksa erken sezerim! Var yani böyle bir yeteneğim...

Hayatım aptallıklarla dolu...

Hastalık seviyesinde tevazu sahibisiniz…
-Benim derdim kimseye örnek olmak değil, hissettiğim gibi konuşuyorum. Evet, kendini önemseyen insanlar topluluğuyuz. Evet, sıradanlıktan çok uzağız. Hele bizim dünya… Yetersizlik abidesi bir sürü muhteris, konuştuğunda kendini dünya çapında zannediyor! Bir de bize bak, paralanıyoruz. Buna tepki olarak, tevazu gösteriyorum belki de… Ama hayır! Gerçekten böyle hissediyorum. Bir taraftan da kendini böyle bir ‘hiç’miş gibi göstermek megolamanyak bir ruhun göstergesi. Bazen ben de öyle miyim diye süpheleniyorum. Ama yok, değilim, içtenlikle söylüyorum.

Siz bir bakışınızda insanın röntgenini çeker misiniz?
-Evet! Ama bu, ona kanmayacağım anlamına gelmiyor maalesef. Göz göre göre bataklığa girerim!

Ben sizi çok zeki buluyorum, siz kendinizi nasıl buluyorsunuz?
-Zekâ muhtelif. Çok çeşitler içeriyor. Bütünüyle zeki olunur mu bilmem. Kendimi zeki bulmam ben. İçgüdülerim kuvvetli. Kendime doğru yolculuk yapmayı becerdim. Tulumumu çıkardım. Çıplaklığı buldum. Bu yanımı seviyorum. Bunun için zekâ gerekli diyebiliriz. Ama hayatım, hatalarla, aptallıklarla dolu. Mesela yıllarca herkesin bildiği bir sürü şeyi ben görememişim. Hem de önümdeyken. Paranoyak olmama rağmen. Bunu ancak bir aptal göremez. İşte ben oyum!

BEN SOLO BİRİYİM

Çok dostunuz var mı?
-Ne mutlu bana ki var. Ben aranan bir adamımdır! Bu da hoşuma gider. Güzel makarnalar, balıklar, salatalar yaparım. İyi müzikler çalarım. Özen gösteririm dostlarıma. Dertlerini kendime katarım. İnsan ağırlarım. Cebimde ne varsa ortadadır. Kendimi hunharca yaralarken, iyi taraflarımı da görmem gerek. İyi dostumdur.

Bu ülkeden çekip gitmek istediğiniz oluyor mu?
-Çok oldu. En çok da bir tekneye binip, tamamen yok olmak istedim. Ben solo biriyim. Tek başıma olmaktan çok zevk alırım. Tek başıma tekneyle okyanus geçme hayalim var hâlâ. Ünlü bir Fransız yelkenci, dünya turunu birincilikle bitirip finish’e doğru yaklaşırken, kendisini karşılayan büyük kalabalığı ve şehir gürültüsünü görünce geri dönüp, tekrar aynı tura başlamış. Ben oyum işte. Solo! Oğlum olmasaydı kesinlikle giderdim. Zaten onun varlığı, beni bir sürü çılgınlık yapmaktan alıkoydu. Kaybolur giderdim belki bir vakitler olmadık yerlerde. İyi ki varmış. Böyle mutluyum.

Artık sizi hiçbir şey şaşırtmıyor mu?
-Hayata karşı serin bir tepedeyim. Biraz daha fazla kendime değer vermeye başladım. Olan bitenle ilgimi kestim.

Türkiye’de son dönemde yaşananlar için ne düşünüyorsunuz?
-Son dönem yaşananlardan çok, son yüzyılda neler yaşanmış diye düşünmenin zamanı. Esas içi açılmayan, toplu cinayetler, kitlelerin imhası, toplu kıyımlar, ağır devlet faşizmi! Oraların içi açılmadıkça, bugünü anlamak zor. Tarihine bakacaksın, yüzleşecek, utanacaksın ve olan biten her şeyi bütün gerçekliğiyle çocuklarına doğru anlatacaksın. Minik faşistler yaratırsan sürekli, bu ülke bataklıktan çıkamaz! Minik, özgür, dünya insanları yaratalım…

Yazarın Tüm Yazıları