Erdoğan’lı kamu spotu güzel ama inandırıcı değil

OH be!

Haberin Devamı

Nihayet Cumhurbaşkanı’nın ağzından kadınlarla ilgili iyi bir şey duyduk:
“Kadına şiddet insanlığa ihanettir!”
Kamu spotu bence harika.
Gel gelelim, bu kamu spotunu beğenmiş olmam, inandığım anlamına gelmiyor!
Ben Cumhurbaşkanı’na inanmak istiyorum o ayrı...
Ama inanmıyorum.
Tabii ki, “Kadına şiddet insanlığa ihanettir!” demek iyi bir şey ama yetiyor mu yani?
Bunca kadın aleyhine edilmiş laftan sonra...
Şimdiye kadar, “Erkeğe karşı sesini çıkarma. Eşitlik yoktur. Erkek senden üstündür. Kır dizini otur evinde, çocuk doğur. Çocuk bak. Fıtratına, kaderine razı ol” diyen, kadını ikinci sınıf gören, bedeni üzerinden siyaset yapan, feminizme karşı savaş açan bir zihniyet ve politikalar silsilesi söz konusu...

OY İSTERKEN DEMOKRAT
KAZANDIKTAN SONRA HÖT ZÖT, FITRAT MITRAT

Haberin Devamı

Önümüzde de seçimler var.
Tabii Kadınlar Günü’nde böyle bir kamu spotu yapacaklar.
Cumhurbaşkanı’nın bugüne kadar kadınlar aleyhinde söylediklerini tek tek yazmaya kalksam... Köşe dolar.
Bu, onun stili zaten.
Oya ihtiyacı olduğu zamanda demokrat, geri kalan zamanda höt zöt, fıtrat mıtrat.
Kısacası, bu kamu spotunun doğru çıkmasını bir kadın olarak elbette temenni ediyorum.
Ama ben kadınım, içgüdülerime güvenirim, çıkacağına maalesef inanmıyorum.
Madem Cumhurbaşkanı bu işin takipçisi olacakmış, biz de onun takipçisi olacağız!

Bize Itır Erhart gibi rol modelleri gerekli

Erdoğan’lı kamu spotu güzel ama inandırıcı değil
Fotoğraflar: Emre Yunusoğlu

“MARATONU zor mu sanıyorsun! Kemoterapiyi dene!”
Her şey, bu ilanla başlıyor.
Doktorası için Chicago’da araştırmalar yapan Itır Erhart, otobüs durağında bu ilanı görüyor ve zınk diye kalıyor.
Önce maraton ve kemoterapi arasında bir bağ kuramıyor. Sonradan öğreniyor ki, koşarak lösemi için kaynak yaratıyorlar. Gidip kaydoluyor. Ama o güne kadar 100 metre bile koşmamış biri. “Olsun” diyor, “Denerim. Koşamasam da yürürüm!”
Önce sakatlanıyor, ısınmadan koşuyor, yanlış ayakkabı giyiyor, ayakları su topluyor.
Ama bir süre sonra hem doğru koşmayı hem de bununla kaynak yaratmayı öğreniyor.
Derken Türkiye’ye dönüyor, “Bunu Türkiye’de nasıl başarabilirim?” diye tam üç yıl kafa patlatıyor.
Sonunda başarıyor.
7 yıl önce kurulmasına önayak olduğu “Adım Adım” oluşumu bugün tam 300 bin kişinin hayatına değmiş durumda.
Bence “modern havarilik” budur.
Halka halka, adım adım iyilik yayma hareketi budur.
Toplumu dönüştürmek, değiştirmek budur.
Şapka çıkarıyorum Itır Erhart’a.
Bilgi Üniversitesi Medya İletişim Sistemleri’nde yardımcı doçent aynı zamanda.
Ben anladım ki, bu ülkede yaşanan kadına şiddet vakaları kadar, Itır gibi rol modellerini de haber yapmak gerekiyor. Herkese motivasyon ve ilham kaynağı oluyorlar...

Hep sizinle tanışmak istiyordum. İşte karşımdasınız! Benim çevremdeki herkes, “Adım Adım”la koştu ve yüzlerce insana bağış topladı. Sizi tebrik ediyorum, ne kadar muhteşem bir şey yaptığınız farkında mısınız?
-Teşekkür ederim. Çok naziksiniz. Evet iyilik, halka halka yayılıyor. Ama biz bir ekibiz, 5000 kişilik kocaman bir aile. O yüzden bütün bu güzel sözlerinizi sadece kendi üzerime alınmayacağım…

İyi de, bu oluşumu siz ateşlediniz! Bu alçakgönüllü halinizle, beni iyice kendinize hayran ettiniz. Hadi anlatın, “Adım Adım” nasıl doğdu?
-Chicago’daydım. Doktoram için araştırma yapıyordum. Bir gün, bir otobüs durağında bir ilan gördüm. “Maratonu zor mu sanıyorsun, kemoterapiyi dene!” yazıyordu. Çarpıldım. Önce maratonla kemoterapi arasında bir bağ kuramadım. Sonra öğrendim ki, koşarak, lösemi için kaynak yaratıyorlar. Tedavi yöntemlerinin gelişmesi için. Çok etkiledim. Gittim kaydoldum ama o güne kadar 100 metre bile koymamıştım. “Olsun” dedim, “Denerim. Koşamasam de yürürüm!” O süreç çok öğretici oldu benim için. Isınmadan koştum, sakatlandım. Yanlış ayakkabı giydim, ayaklarım su topladı. Ama bir süre sonra hem doğru koşmayı hem de bununla kaynak yaratmayı öğrendim. Sonra Türkiye’ye döndüm ve “Bunu burada da yapmak istiyorum. Nasıl başarabilirim?” diye kafa patlatmaya başladım. Yıl 2005’di…

Haberin Devamı

Erdoğan’lı kamu spotu güzel ama inandırıcı değil

Peki Türkiye’de koşanları tanıyor muydunuz?
-Hayır hiç. Yavaş yavaş Belgrad Ormanı’nda koşan insanlar olduğunu öğrendim. Onlarla koşmaya başladım. “Yaşasın! Siz de koşuyorsunuz. Ama bunu bir amaç için yapsak?dedim. Amerika’daki deneyimlerimi anlatınca, 6 kişi ikna oldu. Akademisyen tarafım da olduğu için, “Bunu bir analiz etmemiz lazım” dedim, “Türkiye’de insanlar koşar mı? Koşarsa, kimin için koşar?” bu gibi konularda fokus gruplar, anketler, görüşmeler yaptık. Tam üç yıl uğraştık. 2008’de başladı “Adım Adım.”

“İyilik hareketi” gibi bir şey mi?
-Öyle de denebilir. Türkiye’de biz iki konuda çok iyi değiliz: 1- Bir başkası için gönüllü zaman ayırmak. 2-Bağış yapmak. Özellikle de tanımadığı birine ya da bir kuruma. “Bunu masaya yatıralım” dedik. İnsanların fiziksel eforu burada bir “sembol” aslında. Mesele, kendinden başka biri için, bir sosyal sorun için harekete geçmesi. Herkesin kendi dışında bir meseleyi kendine dert edinmesi ve onu değiştirmek için bir şey yapması. Biz bunun için uğraştık. Başarılı da olduk.

“Adım Adım” bugüne kadar kaç insana dokundu?

- Yüzbinlere dokundu. 7 yaşını bitiriyor. Antalya’da her yıl doğum gününü kutluyoruz, hatta pasta kesiyoruz. 8 sivil toplum kuruluşu için kaynak yaratıyor. Bunu da ötesinde, her bir “Adım Adım” koşucusu, desteklediği STK ne ise, mesela AÇEV mi; AÇEV’in, kadın okur yazarlığı projesini sahipleniyor, herkese anlatmaya başlıyor. “Türkiye’de 4 milyon kadın, okuma yazma bilmiyor!” diyor. Tüm çevresine, arkadaşlarına mail’ler gönderiyor. Bağışın ötesinde de çok ciddi farkındalık yaratıyor.

Bebeğiniz gibi hissediyor musunuz?

-Hissetmez miyim? Bir kere de söyledim bunu. Kızım da yanımdaydı. “Adım Adım, benim ikinci çocuğum gibi. Büyüdüğünü görmek beni çok mutlu ediyor!” dedim. 7 yaşındaydı o zaman. Bir şekilde kıskandı. “Yeteri kadar büyüdü. Seneye belki ölür!” dedi. “Annem, benim zamanımı onunla paylaşıyor” diye düşündü her halde ve bir şekilde rakip olarak gördü. Ama şimdi işler rayına oturdu. O da koşmaya hevesleniyor…

Erdoğan’lı kamu spotu güzel ama inandırıcı değil

Haberin Devamı

O koşuyorsa ben de yapabilirim!

“Adım Adım’ın ana felsefesi nedir?
-İnsanların toplumsal sorunlar için harekete geçmesi. Mümkünse maddi olarak da. Bunu başkasından beklememesi. Türkiye’de daha çok şöyle bir anlayış hakim: “Zenginler yapsın, şirketler yapsın, devlet yapsın!” Oysa hepimiz bir şey yaparsak, çok daha hızlı toplumsal dönüşüm ve gelişme sağlanır. Birey harekete geçmedikçe, toplumsal değişimin gerçekleşmedikçe mümkün değil.

Bence çok değerli bir şey yapıyorsunuz. Dünyanın her yerinden size ödüller vermediler mi?

-Bazı ödüller verdiler. 2009’da “Fark Yaratanlar” programına konuk oldum, 2010’da “Ten Outstanding Young Persons” jüri özel ödülünü aldım, 2014’de de “Ashoka Fellow” seçildim. Bu bir sosyal girişmciler ağı. Dünyanın her yerinden insanlar bu ağa katılıyor ve deneyim paylaşıyorlar. Mesela Vikipedia’nın kurucusu da “Ashoka Fellow.” Bu şuna yarıyor: “Adım Adım”ı. bu modelin hiç uygulanmadığı ülkelere götürebiliyorsunuz. Bu arada, bizim parayla hiç işimiz olmuyor. Bağış, direkt sivil toplum kuruluşlarına gidiyor. Tabii bağış toplarken de sorun çıktı…

Nedir?
-Güven. “Türkiye’de neden bağış toplanmıyor?” diye baktığımızda, “güven sorunu” bir numara çıktı. Kimse güvenmiyor, güvenmediği için de para vermiyor. Biz, Türk Eğitim Gönüllüleri Vakfı, Toplum Gönüllüleri Vakfı, Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği, Koruncuk Vakfı, TEMA, AÇEV, AKUT gibi katı kuralları olan ve şeffaf siil toplum kuruluşlarıyla çalışıyoruz. Bilançolarını bile internete koymak zorundalar. Bir lirayla bile ne yaptıklarını açmak zorundalar. Bazen, “Neden daha küçük STK’ları desteklemiyorsunuz?” diye soruyorlar. Her şeyden önce o şeffaflık, sonunda gerçekten hesap verilebilirlik çok önemli. Kuruşu kuruşuna ne yapıldığını biz de bağışçılarımız da biliyoruz...

Sistem nasıl işliyor?

Haberin Devamı

Ne kadar geniş bir yelpazeden katılım oluyor? Bağış toplanıyor ve yardım götürülüyor?
-Önümüzde Antalya maratonu var. Bin Adım Adım koşucusu olacak. Her biri. 8 projeden birini seçiyor. Önce onu çevresine anlatıyor. Her bir koşucunun çevresine en az 200 bağış mesajı atmasını istiyoruz. Bunun yüzde 10’u bağışa dönüşüyor. Ama o 200 kişide de farkındalık oluşuyor. Bu sayede her sene hem koşucu hem bağış sayışımız artıyor…

Erdoğan’lı kamu spotu güzel ama inandırıcı değil

SEV VE KOŞ

Kendinizi hangi sıfatlarla tanımlarsınız?
-Yerinde duramayan, hiperaktif, her şeyi öğrenmeye meraklı…

Akademisyenliği seçmenizin özel bir sebebi var mı?
-Var evet. Ben ne kadar veriyorsam o kadar alıyorum öğrencilerden. Sürekli besleniyorum.

Felsefe eğitimi almış olmak, hayatı anlamanızı kolaylaştırıyor mu, yoksa zorlaştırıyor mu?

-İkisi de aslında. “Hayatın anlamı nedir?” sorusunu belki de felsefe eğitimi sayesinde ben çok erken yaşta sormaya başladım.

Bir cevap bulabildiniz mi?

-Evet. Birilerinin hayatında bir şeyi değiştirip fark yaratmak. Bence hayatın anlamı bu.

Bileğinizde ne yazıyor?

-Love ve run. (Sev ve koş) “All you need is love and run!” diye düşünüyorum çünkü.

Erdoğan’lı kamu spotu güzel ama inandırıcı değil

Haberin Devamı

Hareket geç ve çözümün parçası ol!
Kadınların kafalarına koydukları takdirde başaramayacakları bir iş var mıdır?
-Kesinlikle yoktur! Önemli olan, bunun çocuk yaştan itibaren beri onlara verilmesi. Önlerine engel konulmaması gerekiyor.

Sizin anneniz babanız neciydi?
-Babam psikiyatrist, annem eczacı.

İnsanın babasının psikiyatrist olması nasıl bir şey?

-Bence iyi bir şey. Annem yoğun olduğu zaman, babam beni akıl hastanesine götürürdü. “Öteki”yle karşılaşmam, 2-3 yaşında oldu. Şizofreni hastalarıyla vakit geçiriyordum. İnsanlara dehşet verici geliyor. Oysa değil. Ben insanları ötekileştirdiğimizi çok küçükken fark ettim. Ve bunun önüne geçmek için ne yapabileceğimize çok erken yaşta kafa yormaya başladım.

Fark yaratabilmek için kadınların ne yönde teşvik edilmesi gerekiyor?
-Kadınlara bence bunu yapabilmiş kadınların örnek olarak gösterilmesi gerekiyor. O kadınların da çok büyük işler yapmış olmalarına gerek yok, çevresinden çıkıp fark yaratmış olmaları yeter. “O yaptıysa, sen de yapabilirsin!” mesajını çok iyi vermemiz gerekiyor.

Bu röportajın okuyan birinin, sizinle ilgili aklında tek bir cümle kalacak olsa, o ne olsun istersiniz?
-“Şikayet edeceğine, harekete geç, çözümün parçası ol! Bunu koşarak, yürüyerek ya da ne yapmayı seviyorsan öyle yap. Ama yap. Fark yarat!”

This is Kadıköy


Öncelikle güzel bir derbi oldu.
Kavgasız, gürültüsüz, acayip tempolu, heyecanlı, iki tarafı da kutluyorum.
Biz evde totem yaptık, sevgilim daha doğrusu. Totem gereği, benim yerimden kıpırdamamam, kıpraşmamam, ikide bir Instagram’a fotoğraf koymamam ve kesinlikle konuşmamam gerekiyordu. Soru sormam da yasaktı.
Totemin bütün gereklerini yerine getirdim.
Ve kazandık.
81. dakikada atılan gol ailemize müthiş bir coşku getirdi.

PEK ŞIKTI PEK YARATICIYDI

Her derbi aynı yerde kıpırdamadan oturacağıma ve soru sormayacağıma söz veriyorum.
Bu sabah, maçta açılan o dev, “This is Kadıköy” pankartının esinlenildiği “300” filminden bölümler izledik. Gerard Butler’ın “This is Sparta” dediği kısımları...
Bu dev, şeffaf pankartı kim akıl ettiyse, kim yaptırdıysa ellerine sağlık!
Pek şıktı, pek yaratıcıydı.
Tebrik ediyorum.
Yaşasın Fenerbahçeli olmak!

Yazarın Tüm Yazıları