Dünyayı değiştirmek için yazdım

Önce, “Kim okuyacak bu tuğlaları?” dedim... Ama o kadar çok methini duydum ki... Okumadan edemedim. Fi, Çi ve Pi. 2015 yazımı şenlendirdi. Su gibi aktı, gitti. Baştan çıkaran, insanı içine alan, “Boşver ya gel takılalım birlikte” diyen bir dil... Sıkmıyor, kolay okunuyor, bir sürü de bilgi veriyor. Varoluşu okuyorsunuz aslında. Hayatı okuyorsunuz. Roman örgüsünde yazılmış, bugüne kadar okuduklarımızdan farklı bir kişisel gelişim kitabı. İlginç olan şu: Daha önce hiç kitap yazmamış biri tarafından kaleme alındı.Bir şekilde insanlar deli gibi okudu, ilk kitap 130 bin sattı, ikinci kitap 100 binde, geçen ay piyasaya çıkan üçüncü kitap Pi ise 90 binde... Üçleme hâlâ en çok satanlar listesinde. Yazarın yarattığı karakterler de dedikodu konusu oldu, romanın kahramanı terapist o mu, şu mu, bu mu diye... Roman, sinema senaryosu gibi yazılmış, sekiz seks sahnesi var, onlar da çok konuşuldu, tartışıldı. Esas olarak yazarın dilediği kavramlar insanı çarpıyor. “Kim bu kadın?” dedim.

Haberin Devamı

Adı Akillah Azra Kohen. Meğer Akillah müstear ismiymiş, ilk kitabı öyle çıkarıyor ama sonra bir şekilde kim olduğunu açıklamak zorunda kalıyor. İzmirli bir kadın. Çok güzel. Öyle böyle değil. Angelina Jolie kadar güzel. Çok âşık olduğu bir adamla tam 14 yıldır evli ve dünya tatlısı bir oğlu var, altı buçuk yaşında. İstanbul Üniversitesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü mezunu. Halit Refiğ’e asistanlık yapmış. Sonra ver elini Kanada... Ottawa Üniversitesi’nde 3. Dünya Ülkelerine Yardım Ekonomisi bölümünü bitirmiş. Yetmemiş, Boğaziçi Üniversitesi’nde çeşitli programlara katılmış.
Şimdi de Liverpool Üniversitesi’nde Davranış Bilimleri üzerine uzmanlık eğitimine devam ediyor. Ebedi öğrenci... “Bu dünyaya öğrenmek için geldik!” diyecek kadar... Üniversite ve hapishanelerden davet alıyor. Sadece konuşup yazmıyor; dünyaya geliş amacına hizmet etmek için çiftlik kuruyor, insanlara temiz enerji fikrini aşılamaya çalışıyor. Bu kitapları yazmasının asıl sebebi de o zaten.

 

Haberin Devamı

Dünyayı değiştirmek için yazdım

 

Hayatınızda ilk kez kitap yazıyorsunuz, üstelik bir üçleme. İlk iki kitapta editörünüz bile yok. Ve yazdıklarınız bestseller oluyor. 130 bin basıyor. Nasıl oluyor? Siz hep yazar mı olmak istemiştiniz?

 

- Umurumda bile değil yazarlık ve edebiyat! Hâlâ kendimi yazar olarak görmüyorum. Başka dürtülerim yazmaya dönüşmek zorunda kaldı. Yazmak benim için bir ihtiyaçtı, yazmasaydım çatlardım! İçimden taştı. Ama demek ki, yazdıklarımı okuma ihtiyacı duyanlar da varmış ki 130 bin sattı.

 

Mutlu musunuz şu anda?

 

- Yanında kendim olabildiğim bir adamla evliyim, zaten mutluydum. Ama sokağa çıktığımda kendimi yapayalnız hissediyordum. Artık öyle değil. Yazdığım kitaplar sayesinde kendi türümden insanlarla buluşmaya başladım.

 

Haberin Devamı

Peki nasıl oldu bütün bunlar? Bu başarıya nasıl ulaştınız?

 

- Samimiyetimin evren tarafından ödüllendirildiğini düşünüyorum. En çıplak haliyle hissiyatım bu. Bir de tabii dersimi iyi çalıştım, çok araştırma okudum. Onları da insanları baymayacak şekilde kitaba yerleştirdim.

 

Sahi bu kitapları niye yazdınız? Dünyayı değiştirmek için mi?

 

- Böyle söyleyince çok romantik geliyor di mi?

 

Sadece romantik değil, hafif çılgın da geliyor...

 

- (Gülüyor) Bu kitapları yazdım çünkü daha iyi bir dünyada yaşamayı hak ettiğime inanıyorum. Altı buçuk yaşında bir çocuğum var, o da daha iyi bir dünyada yaşamayı hak ediyor. Ben, insanları uyandırmak istedim. Ama bunu, beyne fazla yüklenmeden yapmaya çalıştım.

 

Nasıl yani?

 

Haberin Devamı

- Çok yüklenince, çok fazla bilgi yığınca, beyin kendini korumaya alıyor, kapanıyor, Türkçesi uykunuz geliyor! Ama benim kitaplarımı okurken sıkılmazsınız. Roman yazmak bir matematik, ben de çok çalışarak bunu öğrendim.

 

Alınmayın ama bir şey söyleyeceğim: Bazı açıklamalarınızı okuyunca deli misiniz dâhi mi anlayamadım... Siz nesiniz?

 

- (Gülüyor) Bu sorunun cevabını ben veremem. Çünkü ikisi arasında çok ince bir çizgi var.

 

Ama hatırlatırım ki, dünyayı etkileyen bütün delilere, 50 yıl sonra dâhi dendi!

 

İNSAN DOĞULMAZ, İNSAN OLUNUR!

 

Neden hepimiz yaptığımız en iyi şeyi bulmak ve onu yapmak zorundayız?

 

- Çünkü dünyayı değiştirebilmenin yolu bu! Her birimizin yaptığı çok iyi bir iş var. Fakat maalesef içine doğduğumuz sosyal yapı ve eğitim sistemi yaptığımız en iyi şeyi bulmak için dizayn edilmemiş. Tam tersine, bizi prototip bir yaratığa dönüştürüyor. Gittikçe kendimizden uzaklaşıyoruz. Halbuki dünyayı değiştirenler yaptığı en iyi şeyi keşfeden ve yapanlar.

 

Haberin Devamı

Sizin yaptığınız en iyi iş nedir?

 

- Çiftçilik! Ben çok iyi bir çiftçiyim. Oraya giderken yolda uğradım yazarlığa. Buradan da geçmek zorunda kaldım. Ama yaptığımız en iyi şeyi bulmak o kadar da kolay değil. Hepimiz üretmek için dizayn edildik. En iyi yaptığı şeyi keşfedip yapanlar, sistemi etkileyen varlıklar haline dönüşüyorlar. Eğer hepimiz en iyi yaptığımız şeyi bulur ve bir araya gelirsek ‘biz’ olacağız ve Tanrı’nın suretindeki insan öyle doğacak. Şu an insan bile değiliz.

 

Neyiz peki?

 

- Biz şu an bakteriler gibi hareket ediyoruz! Bakın insan doğulmaz, insan olunur. Bizse insan doğduğumuzu sanıyoruz! Hayır, insan bedenine doğuyor olmamız insan olduğumuz anlamına gelmiyor. Bizler bir enerji devrimi seçeneğinin ortasındayız. Ya petrolü seçip bütün savaşlara tamam diyeceğiz, parazit olarak hayatımızı sürdüreceğiz ya da olmamız gereken şeye uyup öncelikle ‘temiz enerji’ye geçeceğiz. Yani güneş enerjisi, rüzgâr enerjisi. Kurtuluşumuz bu sayede olacak.

 

Haberin Devamı

Dünyayı değiştirmek için yazdım


Fİ, Çİ VE Pİ


Fi, altın oran demek. İnsan beyninde, güzelliğin kodlandığı bir oran var. Baktığımız her şey, eğer o oran varsa gözümüze güzel geliyor. Bu, sehpa için de, bir kızın yüzü için de geçerli. Fi’de ihtirası anlatıyorum. Niye mi güzellikten yola çıktım? Çünkü güzellik, ihtirası tetikleyen ilk şey. Bizim ilkel beynimiz, doğal olarak görme duyu organımıza takmış durumda. Görme duyu organımız, düşüncelerimizi çok güzel yönlendiriyor. Gördüğümüz her şeyde, hoşumuza giden şeyleri bulmak istiyoruz. Varsa ne âlâ, o insanı kendimize daha yakın buluyoruz. Birinci kitapta yola çıkış noktam burası. Çi ise, yaşam enerjisi. Çi’de aslında motivasyonunu kaybetmiş bir insanlık anlatılıyor. Motive olabilmek için uyuşturucuya, içkiye, ayakkabı ve çanta bağımlılığına sığınıyorlar. Güzellikten girip yaşam enerjisine geçtim. Sonra da Pi geldi. Gittiğin yol ne kadar uzuyorsa, kapsadığın alan da o kadar büyüyor. İnsanları denedikleri yüzünden kınamayın. İlle de kınayacaksak birbirimizi, almadığımız derslerle kınayalım. Benim hikâyede anlattığım, terapist Can Manay’ın iflah olmazlığı üzerine. Ama dersini alan insanlar da var orada. Öğrenen insana daima çok güzel kapılar açılıyor ve cevaplar veriliyor.


DÜNYADA EN ÇOK KENDİMİ SEVİYORUM


Sizin için hayattaki en değerli kişi kim?

 

- Benim! Oğlum da soruyor, “Dünyada en çok kimi seviyorsun?” diyor. “Kendimi!” diyorum. Oysa bütün anneler, “Seni!” derler çocuklarına. Benimki bencil bir cevap gibi duruyor, öyle değil halbuki. Kendini seven insan, kendini bilen insan olur. Kendini bilen insan, değer verir.

 

Birey olmakla bencil olmak arasında bir fark var mı?

 

- Olmaz olur mu? Birey olan insan zaten var olan herkesin aslında kendiyle bağlantılı olduğunu bilir. Birisine yol verdiğinizde, kendinize yol açıyorsunuzdur. Ben size yardım ediyorsam, kendime yardım ediyorumdur. Hayat o kadar zincirleme bir reaksiyonla birbirine bağlı ki. Belki bir saniye sonra bana geri dönmüyor ama eninde sonunda dönüyor.

 

Eşiniz ve çocuğunuz sizin için ne ifade ediyor?

 

- Oğlum, rehberlik yapmak zorunda olduğum bir varlık. Ondan çok şey öğreniyorum. Ben önce, onun öğretmeni olacağımı zannettim. Bir baktım ki o benim öğretmenim oldu. “Çocuk karmadır!” der dururlardı, ben de anlamazdım. Doğruymuş. Çocuk, sizi omurganızdan yakalayan bir varlık. Yanlış yaptığınız bütün davranışları, ayna gibi çocuğunuzdan görüyorsunuz. Ben oğlumda törpülemek istediğim davranışların köklerinin direkt kendi omurgama bağlı olduğunu çok net görüyorum. Eşim ise takım arkadaşım. Değişmeme gerek kalmadan, olduğum haliyle yansıyabileceğim, beni dengede tutmak için emek veren kişi...

 

NEYLE BESLENİYORSAN ONA DÖNÜŞÜYORSUN

 

Neyle besleniyorsan ona dönüşüyorsun. Eğer sen, temiz enerjiyle beslenirsen, muhteşem bir varlığa dönüşebilme olasılığın var. Bu kuracağım çiftlikle insanlara ilham vermek istiyorum. İstiyorum ki güneş enerjisiyle, rüzgâr enerjisiyle, yenilenebilir enerjiyle kendini idame ettirsin ve insanlara örnek olsun.

 

EDEBİYAT DÜNYASININ SAÇMALIKLARI BENİ İLGİLENDİRMİYOR

 

Siz ‘Hadi Derneği’ni kurdunuz ve bir çiftlik projeniz var...

 

- Evet. Kuracağımız çiftlik, tamamen güneş enerjisiyle çalışacak. Kapalı devre bir ekolojik sistem kuracağız: ‘Aqua phonics.’ Beslediğimiz balığın dışkısından gübre yapıp, suladığımız tarlanın artezyeninden balıklara mineral vereceğiz. Bizim gibi yaşamak isteyenler, kendilerine bu modeli uygulayabilecekler. Dünyanın en temiz enerjili şehri Freiburg’un enerji danışmanından yardım alıyoruz. Benim asıl görevim bu. Ama bunun ne kadar önemli bir ihtiyaç olduğunu fark ettirmem lazımdı önce, işte bu yüzden bu kitapları yazdım. Yoksa edebiyat dünyası saçmalıkları umurumda bile değil!

 

Dünyayı değiştirmek için yazdım


SEKİZ SEKS SAHNESİ

 

Birinci kitapta sekiz seks sahnesi var. Ama öyle bir yansıtıldı ki, sanki dünyanın en acayip sevişmelerini yazmışım, bu da bir seks kitabıymış gibi. Alakası yok. “Bir kadının, bir erkeğin duygularını bu kadar iyi yazabilmesi de enteresan!” dediler. Yine alakası yok. İyi analiz ediyorsan ve hayatı analiz ederek yaşıyorsan, her şeyi anlayabiliyorsun. Ben de anlamak istiyorum. Anlamak için emek veriyorum.


Biz dünyaya niçin geldik?

 

- Bence insan olmayı öğrenmek için geldik. Burası bir laboratuvar...

 

Bir tek hayatla insan olmayı öğrenmek mümkün mü? Siz reenkarnasyona inanıyor musunuz?

 

- Evet ama şu değil: Ölüyorsun, öteki dünyaya gidiyorsun, orada bir defter var, açıyorlar, “Hımm ... ırkıymışsın, hadi bakalım bu sefer zenci olarak doğ!” Böyle değil. Çok daha zekice oluyor. Bir bilgiyi, bir sistemi algılayabilmek için o bilginin derinine inebilmek gerekiyor. Maalesef biz dizilerle uyuşturulmuş varlıklar olduğumuz için bu kolay olmuyor.

 

Yaşadığımız sürece öğreniyor muyuz?

 

- Evet. Ama öğrenme problemimiz varsa acı çekerek öğreniyoruz.

 

Peki, Özgecan cinayetinde olduğu gibi çocukları öldürülenler var. O zaman bu da o çocukların ailelerine bir ‘ders’ mi? Böyle düşünmek çok acımasız değil mi?

 

- O ‘ders’ sadece onlara gelmiyor ki, aslında hepimize geliyor... Bakın, bu dünyada ‘görevli’ler var. Ölen o bazı gençler de ‘görevli’ ama dünyadaki en büyük kitlesel kötülükleri yapanlar da ‘görevli.’ Kitlelere öyle dersler veriyorlar ki, dünyanın evrimine, gelişimine ve tekamülümüze çok büyük katkıları oluyor. Ben bu kadar bilgiye, büyük görevliler sayesinde uyandım. Bazen de kötülük öğretiyor. Düşünsenize, cennetteyiz, hiç kötü görevli yok etrafta. Hedonizmin doruklarındayız. Üzümlerimizi yiyip çiftleşiyoruz, çocuklarımıza bile biz bakmıyoruz, cennet ya orası, başkaları bakıyor... Çekilir şey mi bu?

 

Diyorsunuz ki cennet de sıkıcı olabilir yani! Peki yaşadığımız iyi-kötü her tecrübe bizi geliştirmek için mi?

 

- Kesinlikle! Ama sen, hayatta, dayak yemeden gelişebilecek bir evrim düzeyine geldiysen, o zaman acıların daha kısıtlı, daha sınırlı oluyor... Ama eğer sen, aynı dersi almaktan bıkmamışsan, hâlâ öğrenemiyorsan, o dersler sana daha büyüyerek geliyor. Sen altında ezilene kadar! Kitapta şunu söylüyorum ben, “Öğrenemiyorsan, gerekiyorsa hayat seni öldürür! Ölür, yeniden doğarsın... Ta ki öğreninceye kadar!”

 

Bizi geliştirmeyecek insanlardan uzaklaşmamız mı gerekiyor?

 

- Bizi hedonizme sürükleyecek insanlarla periyodik aralıklarla görüşmemiz gerekiyor! Nedir hedonizm? Bir insanın keyifte hal bulmasıdır. Benim için cehennem. Hedonizmde, ‘belgesel mod’a geçiyorum.
Bazen birtakım yemeklere katılmak zorunda kalıyorum. Konu, ayakkabı-çanta mevzularına gelince ben belgesele bağlıyorum. “Acaba evinde ne yaşıyor? Kocasıyla ilişkisi nasıl? Yarım saattir bir ayakkabıdan söz etmesinin sebebi ne olabilir? Nasıl bir doyumsuzluk yaşıyor ki, bu saçmalığı ayakkabı-çantayla gidermeye çalışıyor?”

 

Dünyayı değiştirmek için yazdım

 

ÇATLAMA CESARETİ GÖSTEREN TOHUMLAR

 

Her birimiz, içimizde ulu ağaçların potansiyelini taşıyan küçücük tohumlarız. Eğer çatlayabilirsek, önce filize, sonra fidana, ağaca ve en sonunda da o ağacın meyvesinin içindeki tohuma kadar giden bir varoluş yoluna gireceğiz. İnsanın, hakiki insan olma yolculuğudur hayat. Sahip olmak için değil, deneyimlerimizin analizini yapabilecek seviyeye çıkabilmek için var olduğumuzu ve ana rahminden çıkmakla değil, kimlik bilincine uyanmakla gerçek doğumun olduğunu anladığımızda, insan olmaya başlayacağız. Şimdilik, insan bedeni içinde, dokunduğu her şeyi tüketen parazitleriz. Ancak, çatlayıp filiz olmayı göze alabilirsek, yolculuğumuz başlayacak. Ama filiz, tohumun ölümüdür aynı zamanda. Bir şeylerin yitip gitmesine izin vermezsek doğum olamaz.

 

HEPİMİZ GÖREVLİYİZ

 

Nihai hedefiniz ne?

 

- En basit haliyle söyleyeyim: Sohbet ederken sıkılmayacağım insanlar olsun istiyorum etrafımda. En basit, en bencil amacım bu. En yüksek amacıma gelince, diyorum ya hepimiz görevliyiz. Ben de kendi üzerime düşeni yaparak gitmek istiyorum bu gezegenden. Çünkü bir söz vermişim gibi hissediyorum. Ama eksiklerim var, çalışmam gereken bir sürü dersim var. Onları tamamlayacağım ve ölene kadar da bu amaç için çabalayacağım. İnsanlara da aynı şeyi söylüyorum, siz de kendi hedefinizi bulun ve o yolda yürüyün. Kendinizi, televizyon önünde uyuşturmaktan vazgeçin. Hedonizme de kapılmayın. Dünyanın her yerinde benim gibi düşünen insanlar var. “Bu olmazsa yaşayamıyorum! Var olamıyorum” diyen insanlar bunu yaymakla görevli hissediyorlar
kendilerini.

 

HAYATLA AİKİDO YAPMAK

 

İyi anneler, çocuklarıyla dövüşen değil, aikido yapan anneler. Çocuktan gelen enerjinin karşısında dikilmek, onunla inatlaşmak, onu zorlamak marifet değil. O enerjiyi alıp, başka bir şeye dönüştürmek önemli. Hayatla kurduğumuz ilişki de böyle olmalı.

 

ANTİDEPRESANLARA KARŞIYIM

 

Antidepresanlara neden karşısınız? Ne zararı var insanlığa?

 

- Depresyon, hayatımızda değiştirmek zorunda olduğumuz şeyleri değiştirmediğimiz zaman hissettiğimiz bir şey. O şeyi değiştirmeyip de antidepresan alırsanız sürekli uyuşturmuş olursunuz kendinizi. Antidepresan dediğin şey sadece semptom giderici. Ben her türlü semptom gidericiye karşıyım. Çünkü gerçek problemi gidermiyor, o orada kalıyor...

 

BİR ANNENİN ÇOCUĞUNA VEREBİLECEĞİ EN DEĞERLİ 3 ŞEY

 

Bir annenin çocuğuna verebileceği en değerli üç şey nedir?

 

- Birincisi iyi bir baba. O yüzden bir kadın, çocuk yapacağı erkeği doğru seçmeli. Çocuğuna doğru bir baba vermeli.

 

İyi de her kadının böyle bir şansı var mı?

 

- Tabii var. Yoksa daha kadın olmamış demektir. Seçimi, cinsel ilişkinin dozajına bakarak yapmamalı.

 

İkincisi?

 

- İyi bir beslenme alışkanlığı. Bu da annenin evladına vermesi gereken en değerli şeylerden biri. Psikolojik rahatsızlık kategorisinde belirlenen her bozukluk, bence beyindeki kimyasal dengesizliklerin uzantısı. Vücudun kimyası da tamamıyla yediklerinizden gelir.

 

Mesela kişinin bipolar olması da beslenmesiyle mi alakalı?

 

- Yüzde yüz! Hamilelikte ve çocuk iki yaşına gelinceye kadar paketlenmiş gıdaların içinde bulunan maddeleri ve doymuş yağları fazla fazla tüketiyorsa otizme kadar yolu var... Ama tabii ki tüm bu hastalıkları sadece beslenmeye bağlamak doğru değil. Ben Liverpool Üniversitesi’nin biyopsikososyal ekolünden geliyorum. Biz hiçbir şeyi tek bir şeye bağlayamıyoruz. Bir olgunun hem psikolojk hem biyolojik hem de sosyolojik
etkileri var. Hepsi bir bütün.

 

SEN SEVİŞTİĞİN HALİN GİBİSİN

 

Çeşitli reklam filmleri vardır, “Sen, taktığın saatsin! Giydiğin ayakkabısın! Yediğin yemeksin!” filan der. Yok, sen bunların hiçbiri değilsin, sen seviştiğin halin gibisin! Biz, akıllı organizmalarız. Kamufle olmayı çok iyi beceriyoruz ama kamuflemizin açığa çıktığı bir yer var. O da orgazm olmaya yaklaştığımız anlar. O, bizim en çıplak halimiz. Bedenen değil, ruhen de kamuflaj yok orada.

Yazarın Tüm Yazıları