Paylaş
Ağzım açık dinledim. Gerçekten olağanüstü. Yok yani böyle bir şey. Dört üniversite bitirmiş, hem savaş pilotu, hem test pilotu. Uçan her şeyi kullanabiliyor. Acayip bilgili. Rusça biliyor. Her şeye hâkim, duruma hâkim. Fit. Fit olmayan uzaya gidemiyormuş bu arada. Çakı gibi bir adam. Leb demeden leblebiyi anlıyor. Hızlı. Pratik. Esprili. Sarkastik. Derin. Gittiği her okulu birincilikle bitirmiş. Hem okyanusun dibinde yaşamış, hem üç kere uzaya gitmiş, uzay yürüyüşü gerçekleştirmiş. Yetmezmiş gibi uzayda, yerçekimsiz ortamda David Bowie şarkısı seslendirmiş, 40 milyon kişi tarafından izlenmiş. Şimdi de gençlere, çocuklara bilimi, uzayı sevdirmeye ve bu konuda ilham vermeye çalışıyor. Ve aslında tüm dünyaya, “Korkmayın!” mesajı veriyor. Ve nasıl mütevazılık... Ben galiba âşık oldum!
Dünyanın en ünlü astronotlarından Chris Hadfield, 166 günlük uzay macerasını anlattığı, ‘National Geographic Live: Uzaydan Dünyamız’ etkinliği için Türkiye’deydi. Bosch’un katkılarıyla, çocuklar ve yetişkinler için düzenlenen iki ayrı oturuma katıldı. Sahneye de çok hâkim. Stand-up’çı gibi. Bayıldım. Mutlaka TED konuşmasını da izleyin. Ben onunla röportaj yapabilen şanslı gazeteciydim. O kadar çok soru sordum ki sığmadı tabii, bu röportaj salı günü devam edecek...
Bu benim için bir ilk! Hayatımda ilk defa bir astronotla röportaj yapıyorum. Üstelik siz, herhangi bir astronot değilsiniz, Neil Armstrong, Buzz Aldrin’le birlikte adı anılan müthiş birisiniz...
- Teşekkür ederim.
166 gün uzayda kaldınız, uzayda yürüyen ilk Kanadalı astronotsunuz. Başınıza gelmeyen kalmadı, inanılmaz maceralar yaşadınız... Sonra altı kitap yazdınız, şimdi dünyanın her tarafında konferanslar veriyorsunuz, gençlere ve çocuklara ilham oluyorsunuz... Başlıyorum sormaya: Küçükken kafayı uzaya takmanızın özel bir sebebi var mıydı?
- Bir çiftlikte büyüdüm ben. Toronto’ya bir saat uzaklıkta bir çiftlikte. Etrafımda beni besleyen büyük bir şehir yoktu. Bilimkurgu kitaplarından, çizgi romanlardan ilham aldım. Edgar Rice Burroughs, Arthur C. Clarke ve Jules Verne favori yazarlarımdı. Onların kitaplarını okuyarak büyüdüm. Ve Jules Verne’nin ‘Esrarlı Ada’ kitabının başkahramanı Cyrus Smith rol modelimdi. “Çocukken en çok ne yaptın” diye sorarsanız, okudum ve hayal kurdum derim!
Şahaneymiş...
- (Gülüyor) Şanslıydım da; çünkü bir yandan bilimkurgu okurken, bir yandan da insanlığın ilk defa uzaya çıkmasına şahit oldum...
1977’DE TÜRKİYE’DEYDİM AMA AKLIM UZAYDAYDI
Yıl 1969 o zaman...
- Aynen öyle! 10 yaşıma girdiğim gün, Neil Armstrong ve Buzz Aldrin, Ay’a ilk defa ayak bastı. Benim için bir milattı. Kafamda birden şöyle bir ampul yandı: “Demek ki bilimkurgu romanlarında okuduğum şeyler, gerçek olabiliyor! Bu hayatta her şey mümkün!” Uzay ajansı, roket teknolojisi ve hiç astronotu olmayan bir ülkede yaşamama rağmen, Neil ve Buzz’ın Ay’a ayak bastığı 20 Temmuz 1969 gecesi ben astronot olmaya karar verdim! Ve hayalime kavuşabilmek için canla başla hazırlanmaya başladım...
Peki siz hayallerinizi besleyen bir ailede mi dünyaya geldiniz?
- Evet. Yaratıcılığın teşvik edildiği, herkesin özgür olduğu, sevgi dolu bir ailede... Beş kardeşiz, hepimiz de farklı işlerle meşgulüz. Annemle babam üniversiteye gitmemişler. Lisede tanışıp âşık olmuşlar. Babam 20 yaşındayken, abisi ona bir uçak bileti alıyor. Ve babam hayatında ilk defa uçağa biniyor. O kadar seviyor ki pilotluk lisansı alıp pilot oluyor. Yıllarca Air Canada’da da pilot olarak çalıştı. Hem pilotluk yaptı hem de 202 hektarlık aile çiftliğimizi işletti...
Astronot olacağınızı söylediğinizde nasıl tepkiler aldınız?
- Kimseye söylemedim ki! Bu, “Batman olacağım!” demek gibi bir şeydi. Gerçekleşme ihtimali ortaya çıkıncaya kadar hayalimi kendime sakladım. 1981’de ilk uzay mekiği uçuşu gerçekleşti. 1983’te NASA’nın Kanada’dan astronot alacağı açıklandı. Çünkü onların uzay mekiğindeki devasa robot kolunu biz yapmıştık. Böylece üç Kanadalı astronota uzay mekiğinde yer açıldı. Derken Kanada’dan bir astronot alımı oldu. Tabii o zamanlar, gerekli eğitime ve deneyime sahip değildim. Ama beklediğim kapı açılmıştı. Çabamı iki katına çıkardım...
Astronot olabilmek için çocukluğunuzdan beri neler yaptınız?
- “Astronotlar, uzayda uçuyor olmalılar” diye düşündüm ve uçmayı öğrenmeye karar verdim. Kanada’da ‘Air Cadets’ isimli, gençlere uçmayı öğreten bir program var; ona katıldım. 15 yaşında planör, 16 yaşında motorlu uçak kullanmayı öğrendim. Okulu erken bitirdim. Altı ay Avrupa’yı gezdim. Hatta Türkiye’ye geldim. 1977’de İstanbul’daydım. Bir ay boyunca Türkiye’yi gezdim, Marmaris’e gittim, oradan tekneyle Yunanistan’a geçtim. Ama aklım fikrim hep uzaydaydı...
NASA’da astronot olabilmek için 18 bin 300 kişi başvuruyor. Açık pozisyon sayısı 12... Ve siz, oraya seçilebilmek için tonlarca şey yapıyorsunuz. Dört farklı üniversitenin mühendislik ve havacılık bölümlerinden mezun oluyorsunuz. Kanada Kraliyet Hava Kuvvetleri’nde savaş uçakları uçuruyorsunuz. Hem savaş pilotluğu, hem test pilotluğu yapıyorsunuz. Rusça öğreniyorsunuz...
- Evet, bunların hepsini yaptım. Hem de zevkle... 30’lu yaşlarımın başında hava uzay sistemi üzerine yüksek lisans da yaptım. Kanada, 1991-92 yıllarında ikinci bir astronot alımı yapacağını açıkladı. İşte beklediğim an gelmişti. Başvurdum, benimle birlikte 5 bin 300’den fazla kişi başvurmuştu. Seçim süreci beş ay sürecekti. Sonunda 20 kişi kaldık. “Cumartesi günü saat 1’de sizi arayacağız” dediler. Saat 01.03 gibi telefon çaldı. Kanada Uzay Ajansı Başkanı, “Kanada’nın astronotlarından biri olmak ister misin?” diye sordu. Gelecek 30 yılın başlangıcıydı. “Evet” dedim. Gerçi astronot olarak seçilmeniz, uzaya gidebileceğiniz anlamına gelmiyor, hiçbir garantisi yok. Medikal taramada elenebilirsiniz; nitekim pek çok kişi elendi. Ben kaldım. Ve tam 21 sene astronotluk yaptım...
BENİ TANIMLAYACAK SIFATLAR ‘KARARLI’ VE ‘HAZIRLIKLI’
Mesleğiniz için verdiğiniz uğraşı, bir kadın için verdiniz mi hayatta? Eşiniz, “Ya uzay ya ben” diyor mu?
- (Gülüyor) Tabii ki demiyor! Biri için bir şeyi yapmayı bırakırsanız, ömrünüzün geri kalanında onu bundan dolayı suçlarsınız. Yapmanız gereken şey, paralel çalışmak. Biz, ikisini de yürütmeyi başardık. Ben de ona istediği şeylerin peşinden gitmesi için hep destek oldum. İşletme okudu. Sonra çocuklarımız oldu. Derken aşçılık eğitimi aldı ve Houston’da profesyonel aşçı olarak çalıştı. Şimdi kendi işletmelerimizi yönetiyor. Benim işimle de ilgileniyor. Yakında İngiltere’yi boydan boya yürüyecek, böyle de ilginç bir kadındır...
Siz çok mu akıllısınız?
- Uzaya gidebilmek için hep okul birincisi olmak zorundaydım. Beni en çok tanımlayacak sıfatlar, ‘kararlı’ ve ‘hazırlıklı’ olur. Bıkıp usanmadan, hayatımın geri kalanı için hazırlanmayı seçtim ben. Hâlâ öyle.
UZAYIN SESİ VAR!
Uzayın o muazzam boşluğu nasıl bir his?
- Sonsuz, ebedi ve tarifsiz bir şey... Belki doğmak gibi. Rahme alışıksınız ancak sonra, anne karnından daha fazla bir şey olduğunu keşfediyorsunuz...
Bir sesi var mı?
- Uzayın sesi var ama o ses, seyahat edemiyor. Güneşte de sürekli termonükleer patlamalar oluyor ama o ses de buraya taşınamıyor... Taşınsaydı zaten sağır olurduk!
Peki bu muazzam tecrübeden sonra inançlarınızda bir değişiklik oldu mu?
- Bir astronot olarak işe alınmak için ortalama 36 yaşında olmalısınız. Seçilmek için alanınızda en iyi olmanız lazım. Dolayısıyla o yaşa kadar bir inancınız, bir politik görüşünüz oluyor. Uzaya Müslümanlarla, Hıristiyanlarla, ateistlerle ve agnostiklerle gittim. Şöyle söyleyebilirim: Beni oraya getiren, bana güç veren şeye inancım, bu muhteşem deneyimle daha da güçlendi.
5000 GEZEGEN TARADIK YAŞAM FORMUNA RASTLAMADIK
-Diğer gezegenlerde yaşam arayan bir uydu fırlattık, 5000 gezegen taradık ama hayat formuna rastlamadık. Halen tek yaşam gördüğümüz yer Dünya. Tek başımıza olduğumuzu düşünmüyorum ama bir kanıt bulana kadar bilmiyoruz. Mars’ta geçmişte yaşam olup olmadığı araştırılıyor. Belki Mars’ta atmosfer ve su vardı. Sonra yaşam Dünya’da gelişti, bunlar halen inceleniyor.
UZAYDAN İSTANBUL’A, BOĞAZ’A BAKMAK HARİKA
Bize uzayı anlatın. İlk dışarı çıktığınız anda ne hissettiniz?
- Çok farklı bir duygu... Üzerinizde astronot giysisi var; tepeden tırnağa, hava geçirmez bir şeyin içinde sıkışmış durumdasınız. Etrafa çarpıyorsunuz çünkü bulunduğunuz yer gerçekten çok küçük. Sonra kapıyı açıyorsunuz ve uzaya doğru bir adım atıyorsunuz. Nefes kesici! Bir daha tuvalete gittiğinizde, tuvaletin kapısını açtığınızda, kendinizi Everest Dağı’nın tepesinde bulacağınızı hayal edin. Bir an tuvaletteydim, sonraki an Everest Dağı’nın tepesinden aşağı bakıyordum. Demek istiyorum ki, nerede olduğumla ilgili köklü bir değişim yaşadım. Küçük bir vakum kilidinden tüm dünyayı görmek... Yavaşça, sessizce, yanımda dönüyor Dünya... Hepimizin doğduğu Dünya... Tüm detaylarıyla uzaydan Dünya... Çok güçlü bir görsellik, en etkileyici sanat eserinden daha etkili. Uzaydan İstanbul’a, Boğaz’a bakmak da harika. Deniz, renkler... Karadeniz’deki suyun akış yönü olağanüstü... Denizde hayat var, açık maviyi görebiliyorsunuz. Girdap gibi döndüğünü görebiliyorsunuz...
Aman Allah’ım, çok acayip bu anlattıklarınız...
- Diğer tarafta ise Dünya’yı üç boyutlu olarak da görüyorsunuz, elinizi uzatsanız yerküreye dokunacaksınız! Aptallaşıyorsunuz. Çünkü beyniniz, uyaranlarla kendinden geçmiş durumda oluyor. Bir süre düşünemiyorsunuz. Sanki şu ana kadar gördüğünüz en güzel kadınla ya da en yakışıklı erkekle karşılaşmak gibi bir şey. Bakmadan edemiyorsunuz, çünkü baktığınız şey kesinlikle bir sanat eseri!
7.5 MİLYAR İÇİN ORADAYDIM
Siz bu deneyimle insanlara ne söylüyorsunuz?
- Ben orada sadece kendim için bulunmadım, 7.5 milyar insan için oradaydım. Sadece altı kişiydik. Bunu paylaşmak bir sorumluluk. O yüzden de 25 dile tercüme edilen kitaplar yazdım. Sizin ülkenizde de yaptığım gibi konuşmalar yapıyorum ve insanlara “Korkmayın!” diyorum.
ROCK YILDIZI DEĞİL DEVLET MEMURUYUM!
Rock yıldızları kadar para kazanıyor musunuz?
- Yok canım, biz devlet memuruyuz! Hiçbir astronot bunu para için yapmaz! Uzaya gitmek isterseniz, bilet 35 milyon dolar, Ruslar bu parayı talep ediyor. Bense uzaya üç kez gittim. Sanırım 120 milyon dolarlık bir değerim var. Ama bunun benim için parasal bir karşılığı yok. Ben dokuz yaşındaki o çocuğun hayallerini gerçekleştirdim, motivasyonum da asla para olmadı...
CAHİL KALMAK İSTEYENLERİ UMURSAMIYORUM
Bir kısım “İnsanlık Ay’a filan çıkmadı, oraya gidilmedi, stüdyoda çekildi o fotoğraflar” diyor... Ne diyorsunuz?
- Cahil kalmakta ısrar eden insanları umursamıyorum. Bu, onların seçimi. Neredeyse parmak hareketiyle dünyanın tüm bilgisine ulaşabilirsin. Wikipedia’da ‘Apollo İniş Teorisi’ne bakın. Size yüzlerce ispat sunacaktır. Cahil kalmak istiyorlarsa yapacak bir şey yok...
ÇOCUKLARIMLA GURUR DUYUYORUM
Şahane bir eğitim almışsınız, sağlığınıza dikkat etmişsiniz, kafaya neyi koyduysanız başarmışsınız... Ötesi var mı; üç kere uzaya gitmişsiniz! Böyle bir baba profili, insanı depresyona sokmaz mı?
- Çocuklarımdan bir tanesi profesyonel poker oyuncusu. Çin’de yaşıyor. Bir Çinliyle evli, dünya güzeli bir torunum var. İkinci oğlum film yapımcısı. Kızım Londra’da bir üniversitede psikoloji profesörü. Hepsi hayatta tutkularının peşinden gitti. Üçü de kendi yolunu buldu, onlarla gurur duyuyorum....
4.5 YIL HAZIRLANDIM O YÜRÜYÜŞE
Uzayda ne kadar korkuyor insan?
- ‘Tehlike’ ve ‘korku’ arasında fark var. Biz genellikle ikisini birbirine karıştırıyoruz. Korkunun ilacı yetkinlik, o işe hâkim olabilmek. Bunu, bisiklete binmeye benzetebiliriz. İlk kez bisiklete bindiğinizde, nasıl kullanacağınızı bilmediğiniz için tehlikeli ve korkutucu gelir. Ama kullanmayı öğrendiğinizde, artık korkutucu olmaktan çıkar. Ama bisiklet değişmemiştir, tehlike tamamen aynıdır, sadece siz değişmişsinizdir...
“Uzay gemisi de bisikletten farksız!” demeyeceksiniz değil mi?
- Aynen öyle diyeceğim! Sadece biraz daha karmaşık. Tabii ki uzayda korkmadım! Ben ne yaptığımı bilmediğimde korkarım. Bu yüzden de, hayatım boyunca yaptığım şeyi öğrenmek için uğraştım. Bir astronot olarak 20 yıl boyunca her gün çalıştım. Böylece uzay gemisine, korkan değil, onu nasıl uçuracağını bilen bir kişi olarak girdim. Tehlike her zaman orada olacak. Asıl sorulması gereken soru şu: “Uzay gemisinde karşılaştığımız bir tehlikeyle yüzleşebilir miyiz?” Hayatınıza, risklere hazırlanmamış biri olarak devam ederseniz, korkmazsınız.
İlk uzay uçuşunuz çok tehlikeli, TED konuşmasında anlatıyorsunuz...
- Evet. Ölüm riski oranı 38’de 1’di. Oldukça yüksek bir oran. Ama ben korkmuyordum. Deli veya cesur olduğum için değil, hazır olduğum için korkmuyordum.
Hadi anlatın; roketin içine giriyorsunuz, ‘10-9-8-7...’ diye geri sayım başlıyor... Sonra?
- Muazzam bir his. İnanılmaz bir adrenalin! Roket 8.5 dakikada fırlatılıyor. 8.5 dakika boyunca titriyorsunuz ve yüksek sese maruz kalıyorsunuz. Üzerinize beton döküyorlar gibi oluyor, ağırlaşıyorsunuz, ağırlaşıyorsunuz... Sonra... Motorlar duruyor. Ve birden ağırlıksız hale geliyorsunuz. Yerçekimi yok oluyor...
Uzay mekiğinin içi ne kadar büyük?
- Bir yolcu uçağının kokpiti kadar...
Peki uzay yürüyüşüne çıktığınız ilk anda ne hissettiniz?
- Hayatımdaki en müthiş gündü! Tam 4.5 yıl hazırlandım o yürüyüş için. İki hafta okyanusun dibinde yaşadım, dağlara tırmandım...
Nasıl yani?
- Hepsi o yürüyüşünün hazırlığı. Başarıp başaramayacağınızı anlayabilmek için suyun altında ve üstünde yüzlerce alıştırma yapıyorsunuz. Ters gidebilecek durumlara kendinizi hazırlıyorsunuz...
Ama sizin başınıza bir felaket geldi, uzay yürüyüşü sırasında iki gözünüz de görme yetisini kaybetti...
- Evet! Bu kadar hazırlığa rağmen, beklemediğimiz bir şey oldu. “Umarım geri dönerken yolumu bulurum, burada ölmem!” dedim.
Çok normal bir şey gibi anlatıyorsunuz...
- Gözlerimdeki kirlenme buna neden oldu. Yeterli miktarda gözyaşı akınca, kirlenme seyreldi ve tekrar görmeye başladım. Sonra tekrar görmeye başlayınca göreve dönmeme izin verdiler ve uzay yürüyüşünü tamamladım. Tarihteki en uzun uzay yürüyüşlerinden bir tanesiydi, Sekiz saat sürdü. Su ve yemek olmadan sekiz saat...
Paylaş