Paylaş
Bir gün lazım olur. Sıra dışı bir kadın. Bir gün sevdiğiniz biri için sürpriz parti, davet, kutlama, şenlik, açılış, sünnet, düğün, nişan falan organize etmeniz gerektiğinde, kapısını çalarsınız. Yamyam değil, çok para istemiyor, sadece emeğinin karşılığını alıyor. Ama sizi uçuruyor.
Sevgilimin doğum gününde bir yarışma düzenledi. Aşağı yukarı 30 kişiydik, çocuklar gibi eğlendik. Beşli gruplara ayırdı, el becerisi, dans, öykü yazma, en estetik yumurtayı pişirme, bahçedeki bütün çekirgeleri toplama gibi absürd oyunlar oynattı. Kazık kadar insanların çimenlerin arasında emekleyerek börtü böcek araması, tüpgazlarla yumurta pişirmesi, oyun hamurlarıyla figür çalışması, kurayla çektikleri kategorilere göre sahnede dans etmeleri ve tüm bunların dünyanın en saçma jürisi tarafından tek tek değerlendirilmesi öldürücü komikti. İtalyan Lisesi’ni bitirdikten sonra İngiltere’de sahne ve gösteri sanatları okuyan Hande Özcan’ı tanımanızı istedim. Bir gün, benim gibi, gerçekten bir sevdiğinizi şaşırtmak isterseniz, info@dogumgunumafyasi.com’dan bu manyak tiplere ulaşabilirsiniz. Pişman olmayacağınızı garanti ederim…
- Kimsin, nesin?
- Hande’yim. Hikâyeciyim. Gözlemciyim. Sahneyi, boş sayfaları ve sözcükleri seven biriyim. Ama en çok, her şeyde kutlanacak yan bulan biriyim!
- Sen hayatı, gerçekten parti kıvamında mı yaşıyorsun?
- Evet, bir itirazın mı var? Hayat, ‘an’lardan oluşuyor. Ve aslında çok hüzünlü. Yaşamın içi tıka basa endişe, dert, üzüntü dolu. Kafamızı nereye çevirsek perişan olacak, dertlenecek bir şeyle karşılaşıyoruz. Çok fazla acı var. Böylesi bir döngü içinde, ‘kutlamak’ için fırsat bulabildiğimiz her sebep şahane…
- Yani…
- Mesela Oscar törenini seyretmeye arkadaşlarımı mı davet ettim? Halıcıyı çağırıyorum, evin girişine kıpkırmızı bir halı döşetiyorum. Bütün evi Oscar töreni atmosferine sokuyorum. Davetlilerime bir de sürprizim var: İçinde, diş fırçası, puanlama kâğıdı, film bilgileri, çorap ve efervasan tablet bulunan kişiye özel ‘konfor kit’i. İşte benim hayatım bunlarla geçiyor. Sevdiğim her özel olay, bir kutlama vesilesi. Köpeğim Ceku’nun doğum günü partisini bile ‘t-bone steak’ üzerine mumla kutluyorum, bütün mahalle sakinlerini davet ediyorum. Hem Ceku mutlu hem biz!
- Oldum olası böyle manyak bir tip miydin?
- Elbette. Başarılı öğrencilerden hiç olmadım. Bacaklarıma yazdığım kopyaları bile çekmeyi beceremeyecek kadar umarsızdım. Ama okulu dans yarışmalarına sokan, orkestra kurup konserler veren hep bendim. “Yaşam, cesurları sever” derler. Ben öyleyim. Cesur ve manyak! Kuralların bozulmak için konduğuna inanırım. Kalp, kendi kurallarını koyar, ben de hep kalbime kulak veririm. Allah’tan etrafımda da benim gibi insanlar var. Bir tek onların yanında gerçekten nefes alabiliyorum. Çok sevdiğim bir arkadaşım bana geçenlerde, “Hande, küçük bir Egemen Bostancı gibisin!” dedi, “Çevrende hep yetenekli tipler, sanatçılar var. O duyguyu, o dalgayı seviyorsun sen…”
- Doğru mu bu?
- Evet. Hem de nasıl! Bayılıyorum. Besleniyorum. Ben yalnızca ‘yetenek’ karşısında acizleşiyorum. Şu yeryüzünde yetenekten daha seksi bir şey olmadığına inanıyorum. Elleriyle, ruhuyla bir şeyler yapan, yazan, çalan, üreten, pişiren insanların içine Tanrı kaçtığını düşünüyorum.
- Ne güzel söyledin! Peki bu etrafındaki yetenekli insanlarla en çok ne yapmayı seviyorsun?
- Üretmeyi! Varılan sonuçtan ziyade, oluşum sürecinde kat edilen yol beni heyecanlandırıyor. Adrenalin, uçuşan fikirler, beyin fırtınaları, limitsiz hayal etme şansı…
- Ama aynı zamanda deli bir emek bu…
- Evet öyle. Emek, hâlâ takdir edilebilecek en haysiyetli duygulardan biri bence. Bir şeye gönlünü verip, tüm emeğini içine koyarak harmanlarsan, o çabanın karşındakine geçmemesi mümkün değil. Ama düşün, insanlar pek çok şeyi ne kadar da öylesine yalapşap yapıyor, ne kadar önemli olabilecek anları özensizce yaşıyor. Hep yarım hamilelik. Hep ucundan, kenarından. Oysa emek verdiğimizde güzel olmuyor mu? Her şey serpiliyor; büyüyor, içimiz ruhumuz zenginleşiyor, seviyoruz o zaman kendinizi. Birini severken ki halimizi severiz aslında. Çünkü severken güzelleşmeyen kimse yoktur. Severken, emek verirken, öyle şahane oluruz ki...
- Ne zaman bu organizasyon işlerini profesyonel olarak yapmaya başladın?
- Dokuz yıl önce. Evim ve hayatım hep tiyatro sahnesi gibidir benim. Evde kostümler, kıyafetler, peruklar. En yakın arkadaşım balerin, diğeri ressam, öbürü pastacı, bir diğeri müzisyen. Biz hep birlikte hareket ettik, hep şekilden şekile girdik. Partiler, yemek masaları, konseptler derken, baktım yaşam biçimim mesleğim olmuş.
- Düğün, davet, organizasyon, özel günler, nişan, şirketler için kurumsal geceler, sünnet…
- Evet aklına ne gelirse, kına gecesi ve boşanma partileri bile organize edebiliriz gerekirse!
- Sana bugüne kadar ne tür numaralar çektiler?
- Sürpriz doğum günü partisi manasında mı? Ooooo! En fenası benimkiydi. İki sene önce, eve siyah zarflı tuhaf mektuplar gelmeye başladı. İmza yok, gönderen belli değil. Birtakım ürkütücü notlar yazıyor. “Polisi bu işe karıştırma!” filan. “Şu şu saatte evde ol, şöyle giyin!” Dedikleri saatte kurbanlık koyun gibi hazırlanıp bekledim. Kapı çaldı. Tanımadığım bir tip kapıda. Konuşamıyor. Gerçekten de dilsizmiş. Gözlerimi bağladı. Beni bir arabaya bindirdi, o sırada öne biri oturdu. 20 belki 30 dakika yol gittik. Arabada tuhaf film müzikleri. Tanıyorum da, ‘Gönül Yarası’ filminin müzikleri. Meğerse öne kameraman oturmuş, sonradan her şeyi izledim, yüzümdeki endişe içler acısı! Bir mekâna getirildim. Bir bar sandalyesine oturtuldum ve gözümden bant açıldığı anda kendimi bir stüdyoda buldum. ‘Kim 500 Milyar İster’ yarışma programının seti gibi bir yer. Aynı müzikler, seyirciler. Gergin ortam. Yarışmacı olmuşum. Fırlama arkadaşım Pınar sunucu, diğer işbirlikçiler stüdyo ekibi. Arkamda bir yazı: “Kim Yavuz Turgul’la tanışmak ister?” Kalbim ağzımda. Adama hayranım yıllardır. Neler oluyor demeye kalmadan yarışma başladı. Bir de kazık sorular. Seyirci jokerleri, telefon bağlantısı. İçimden diyorum ki, “Ya Yavuz Turgul o kapıdan çıkarsa, Allah’ım nasıl rezil olurum! Ne derim, nasıl izah ederim…” Gerisini anlatmayayım. Beni şaşırtmak zordur ama şaşırttılar, gafil avlandım. Ve şunu anladım: Böyle bir sürpriz partinin öznesi olmak, bambaşka bir duyguymuş. İnsan, kendini çok özel ve sevilmiş hissediyor. O emeğe saygı duyuyor. Ve öyle unutulmaz bir şey ki, zihninize öyle bir kazınıyor ki çıkarabilene aşkolsun...
‘KURBAN’A ÖZEL FORMAT
- “Doğum Günü Mafyası” nedir?
- Gerçek isimlerini maalesef veremeyeceğim bir yeraltı örgütü. Mesela, sizin için özel birine özel bir kutlama yapmak istiyorsunuz. ‘Doğum Günü Mafyası’ kafa patlatmaya başlıyor ve sadece ‘kurban’a özel bir format oluşturuyor.
- ‘Kurban’ kim?
- Doğum günü çocuğuna biz o ismi taktık! Bazen sokaklara çıkıp film çekiyoruz, bazen bir parti organize ediyoruz, bazen bir yarışma düzenliyoruz. Aklınıza bile gelmeyecek bir sürü acayip şey. Her şeyi kamera ve fotoğraflarla belgeliyoruz. Oyunun içine oyun sokuyoruz. Kurgu, kostümler, aksesuvar ve güzergâh belirlendikten sonra bazen bir fabrikada, bazen bir evde ya da akla ziyan mekânlarda eğlenceli eylemimizi başlatıyoruz.
BALO SALONUNDAN SİRKE
- Başka lojistik destekleriniz var mı?
- Olmaz mı? Marangozlar, oyuncular, kameramanlar, kumaşçılar, çiçekçiler, asistanlar, nakliyeciler. Onlar olmadan hiçbir şey böylesi bir kalitede olamaz.
- Bir mekânı birkaç saat içinde bambaşka bir hale çevirmek nasıl mümkün oluyor?
- Antrenmanlı, sağlam bir ekiple her şey mümkün. 1.5 saat içinde bin kişilik bir kongre toplantı salonunu boşaltıp, sedirler ve bar masalarıyla bir parti düzenine sokmaktan tutun, bir balo salonunu çok kısa sürede sirke ya da Alice Harikalar Diyarı’na çevirmeye kadar her numara var. Podyum ve yükselticiler, halılar, zemin kaplamaları, baskılı malzemeler ve bunların uygulamaları, ses-ışık kurulumları vesaireyle mekanlar bambaşka bir yere dönüşüyor. Artık bizim gözümüz boş bir mekânı, dolu görmeyi hayal edebilecek hızda. Elbette, yaklaşık 1200 metrekarelik bir depo, çalışan kadrolu ve taşeron bir sürü insanın emeği, el becerisiyle oluyor bu mucize. Ve işleri, her türlü detayı takip eden zehir kızlar grubumuz sayesinde…
Paylaş