Dev bir Ertuğrul Özkök röportajı geliyooooorr

Kedi gibiyim...

Kasabın önünde yalanıp duran kedi...

Birtakım isimler bana röportaj versin diye içim gidiyor.
Tonlarca isim sayabilirim size.
Aydın Doğan’la pek çok kez istedim mesela, olmadı. Karısı Sema Doğan’la da...
Gerçi, Vuslat Hanım dışında diğer aile fertleriyle yaptım. Ben okunacağını düşündüğüm herkesin peşindeyim./images/100/0x0/55ea2153f018fbb8f86d13ec
Enis Berberoğlu’yla da yapmak istedim.
E tabii işin doğası böyle, röportajcı isteyecek, karşısındaki atlatacak, “Sonra” diyecek, “Biraz zaman geçsin” diyecek, “Bakalım” diyecek...
Bana düşen vazgeçememek.
O insanlara yapışmak.
E ne de olsa bizim işimiz bu, konuşturmak.
Allah sizi inandırsın, en az 500 bin kere filan da Ertuğrul Özkök’ün boynuna çökmüşümdür, o da “A tabii çok iyi fikir” deyip geçiştirmiştir.
Belki Tempo bu öneriyle gelmese yine geçiştirirdi. Ama bingo!
Onlara “Hayır” diyemedi, elime düştü.

Tempo’nun mart sayısı için Ertuğrul Özkök’le 12 sayfalık bir röportaj yaptım.
Valla, 32 kısım tekmili birden... Oku oku bitmez... Aklıma geleni sordum... O da yanıtladı... Tabii yer olmadığı için yayınlanmayan bölümler var. Mesela hayatının İzmir, Ankara, Paris kısmı kaldı. Ben hızımı alamadım, kitapçık olarak vermeyi teklif ettim Tempoculara, ama tuhaf tuhaf suratıma baktılar. Oralarda da şahane şeyler var, bir gün mutlaka bir yerlerde okursunuz.
Özel insan, büyük fotoğrafçı Sebati Karakurt da bu röportajın fotoğraflarını çekti, İstanbul Modern’de çıplak ayaklı, smokinli bir Özkök göreceksiniz.
Biz bir sürü duyguyu bir arada yaşadık bu işi yaparken, bazen gerildik, bazen güldük, ama sonuçtan memnunuz.
Tempo’nun Yayın Yönetmeni Ayşegül Savur’a teşekkür ederim.
Çünkü ben bu ay sinir krizi eğişindeki bir kadındım, teslim etmem gereken bir sürü iş olduğu için kafayı yedim, Ayşegül’e de hayatı zindan ettim, tepesine çöreklendim, sürekli telefonla taciz ettim, her ayrıntıyı bilmek istedim, içinden mutlaka küfretmiştir ama beni idare etti.
Özkök’e de teşekkür ederim. Bu röportajı başkasına verebilirdi, bence o da benim dırdırımdan kurtulmak için beni seçti.
Madem her şeyi bu kadar açık konuşuyoruz, kendi işimin reklamını da ben kendim yapayım dedim. Ayşegül’den, köşemde üç soru, üç cevap ve bu röportajda neler okuyacaksınız kutusunu yayınlama izni kopardım.
Ama unutmayın bütün bu okuduklarınız bir “teaser...”
Malın gerisi Tempo’da.
Pazartesi gidip bir zahmet bir Tempo alın.

BUGÜN OLSA AHMET KAYA HAKKINDAKİ O İKİ MANŞETİ DAHA YUMUŞAK ATARDIM

Siz Hürriyet’in efsane yayın yönetmeniydiniz. 20 yıl boyunca... Hiç hata yapmadınız mı?
- Yapmaz olur muyum? Yaptım, hem de çok. “Hata yapmadım” diyen genel yayın yönetmeni varsa, sakın ona inanma. Hatasız kul olmaz, hatasız genel yayın yönetmeni ise hiç olmaz.

Hadi o zaman itiraf edin, en büyük hatanız neydi?
- En büyük hata değil de, hata diyelim. Mesela Ahmet Kaya, çok sevdiğim bir müzisyendi, magazinciler gecesinde ben de oradaydım, ama o konuşmayı yapmadan kalktım. Bugün olsa onun hakkındaki o iki manşeti daha yumuşak atardım. Gerçi, aynı şey Ahmet Kaya için de geçerli, keşke öyle bir gecede düşüncelerini biraz daha yumuşak tonda dile getirseydi.

Peki bu hatanın altından nasıl kalktınız?
- Dalga mı geçiyorsun? Gazeteciliğin en kötü tarafı budur, hatanın altından kalkamazsın! Çünkü o manşetler, o yazılar, sonsuza kadar orada kalır, üstelik benim gibi sevmeyenin çoksa, ikide bir önüne konur. Bin kere özür dilesen de ağızlarından kurtulamazsın. En iyisi taşımaktır, dik durarak taşımaktır. Ben, hatalarımın altında ezilmeden, dik durmaya çalıştım. Omurga böyle şeyler için lazım!

Görevden ayrılmanızda Fehmi Koru’nun yazılarının etkisi olduğu söyleniyor. Doğru mu? Gerçekten sizi o mu yedi?
- Her insan, hele hele egosu kulaklarından fışkırmış bir köşe yazarı, kendine böyle bir güç atfedilmesinden müthiş mutluluk duyar. Ben de insanları mutlu etmekten mutlu olurum. Eğer arkadaşımıza böyle bir güç mutluluğu verebildiysem, ne mutlu bana. Bu da benim sevap haneme yazılır! Orada burada yazılanlara bakılırsa, sevaplarım o kadar az ki, böyle bir sevap o bakımdan benim için çok kıymetli! Ama tabii şu da var: Bir gazeteci, gammazcılıktan güç mutluluğu tadıyorsa, bu da onun bileceği iş...

BU DEVVV RÖPORTAJDA NELER OKUYACAKSINIZ

Babıâli’ye devrim yapmaya mı geldi? Yaptı mı?
Hürriyet’i Friends dizisi gibi mi düşündü, bir anlamda kâğıt üzerinde “twitter” mı yapıyordu?
Yayın yönetmeni olarak “güç”ün karanlık tarafına geçti mi, geçmedi mi?
Onu iş takipçiliğiyle suçlayanlara cevabı ne?
Kaypak olduğu, “hayır” diyemediği doğru mu?
Bu meslekte hakkını yediği insanlar var mı?
Ergenekon davasını karartmakla suçlayanlara cevabı ne?
Uğur Mumcu ve Abdi İpekçi gazeteciliğine karşı mı?
Hem bu kadar korkak hem bu kadar cesur nasıl olabiliyor?
Görevi bıraktıktan sonra onu hükümetten kimler aradı?
“Nehir kenarına, şezlonga yattım gelene geçene bakıyorum” metaforuyla neyi kastediyor?
Genel yayın yönetmenliğinde en zor dönemi hangisiydi?
Peki hiç mi koymadı o koltuğu bırakmak?
Çetin Emeç’in eşi Bilge Emeç’in sözlerine neden çok alındı? Gerçekten Çetin Emeç öldükten sonra Günay’da göbek attı mı?
Eşi Tansu Özkök’e vasiyeti ne?
Hürriyet’ten ayrılan kimlerin ardından en çok üzüldü?
Bir genel yayın yönetmenine Allah’ın vereceği en güzel hediye nedir?
Yerine gelen Enis Berberoğlu hakkında ne düşünüyor?
Eyüp Can hakkında ne düşünüyor?
Yayın yönetmenliğinden ayrıldıktan sonra yazı işleri katına neden hiç inmedi?
Çok para kazandı mı?
Hayatının hangi döneminde panik atak tedavisi gördü?

Kerpeten Ali’nin kadını: TUTARSIZ AMA GÜVENİLİR

Hayııııır bitmedi...
Sadece Özkök değil, bir de Barış Falay röportajı yaptım.
O da Elele için./images/100/0x0/55ea2153f018fbb8f86d13ee
Söylüyorum, bu ay dergi grubuna çalıştım diye.
Bayılıyorum Kerpeten’in oyunculuğuna...
Ay bir de nasıl güzel mavi gözleri var, sormayın.
Zaten ona “Mavi” diyormuş yakınları, takma isim “Mavi” yani, bir tane minik oğulları var, Karısı Esra Ronabar Falay, “Adında senden bir şey olsun” demiş, ufaklığın ismini Mavi Rüzgar koymuşlar.
Planlanmamış bir aşk çocuğu olduğu için Rüzgar gibi gelmiş hayatlarına...
Falay da sonsuzluk demek bu arada...
Soyadına uygun olarak Barış Falay, oyunculukta da sınırsızlığa inanıyor.
Müthiş bir yetenek... Mektepli...
Ve kolay bir adam... İnsana zorluk çıkarmayan bir adam... Çok seviyorum böyle insanları ve konuşmaya bayılıyor, onu susturmanız gerekiyor, o anlattıkça anlatıyor, kasmıyor, germiyor, öyle söylersem böyle olur, böyle söylersem şöyle olur yok. Kendine güvenli. Bir de çok etkileyici. Sean Penn gibi adam. Çirkin güzellerden. Hem oyunculuk hem kadın-erkek ilişkileri konuştuk.
Nasıl kadın severmiş biliyor musunuz?
“Tutarsız ama güvenilir.”
Bayıldım. Çünkü ben öyleyim.
Fotoğrafları Cem Talu çekti. Hayatımda ilk defa iki üniversite mezunu, fotoğraf doktorası yapmış ama bu sıfatları iplemiyormuş gibi duran bir adamla çalıştım. Onunla bir kitap projesi üzerine de çalışıyoruz. Fotoğraf çekerken Cem’in bir kurgusu oluyor, sizi o kurguya sokuyor, havaya girip onunla o oyunu oynuyorsunuz, acayip keyifli.
Gelecek ay bu kadar çalışkan olabilir miyim bilmiyorum.
Hiç sanmıyorum.
Elele de alın, küserim yoksa...
Yazarın Tüm Yazıları