Paylaş
İnkılap Yayınları’ndan.
Açtım baktım içinden Deniz Seki’nin cezaevinde yazdığı kitap çıktı: “Deniz’in Dibi.”
Hemen okudum, 224 sayfa.
Tek söyleyebileceğim, kitap “damardan”.
Tamamen içeriden, kalpten yazılmış. 4 defterden oluşuyor. Belli bir kurgusu yok. Günlükler, notlar, sayıklamalar, içeriden hikâyeler, aslında içeride yaşadığın hayatın ta kendisi. Ama tamamını okuyunca Deniz’e her zamankinden daha yakın hissediyorsunuz. Süsleme yok, püsleme yok; kadın, zaten şarkı sözü yazarı, işi duygular, yaşadığı duyguları alıp karşımıza dikmiş.
Beni fena sarstı.
“Hayat, yaşamak için kısa. Beklemek için uzundur” diye başlıyor.
“Bugün, benim kara kışımın başlangıcı. Ama biliyorum ki, kapkara kışlar geçse bile, bütün kışlar, bir gün yaza döner. Bundan 6 sene önce de şimdi geri
döndüğüm yerdeki hayatlar donmuş, saatler durmuş, insanlar buza dönmüştü. Hâlâ öyle. Topraksız Zincirlikuyu’dayım...
“Sevgili okur, başı sonu belli bir hikâye değil bu kitapta sana anlatacaklarım. Yaşam gibi sürekli değişiyor ruh halim, duygularım. İçinde boğulduğum soru yağmurlarından, ağlama duvarından içim sızım sızım.
“Anlatacaklarım ‘Deniz’in Dibi’ni gösterecek sana. Şimdi beni okuyacaksın, kitap gibi açacağım kalbimi sana...
“Ezan okunuyor. Dinlemek, beni ve buradaki herkesi rahatlatıyor. Hapishane, bir yerde ibadethane. Allah’la dertleşip, ilahi adalete teslim olduğumuz, içimizi, tam anlamıyla salya sümük, ona akıttığımız tek yer. Buradan sonrası da zaten toprağın altı. Boşuna, “Burası topraksız Zincirlikuyu” demiyorum, aynen öyle...
3 GÜNDE 175 MEKTUBA CEVAP YAZIYOR
Türkiye’nin dört bir yanından mektuplar geliyor. Bir mektup komitesi oluşturmuşlar. Mektupları okuyorlar, ayrıştırıyorlar. Deniz de oturup cevap yazıyor. 3 günde 175 mektuba cevap yazdığı oluyor. Haftada iki günü mektup yanıtlayarak geçiyor.
AL BU MENDİLİ SİL GÖZYAŞLARINI SEVGİLİM
Nişanlısı Faruk geldiğinde, karşılıklı ağlıyorlar. Hatta kitapta şöyle bir bölüm var; görüşmedeler, arada cam var, ağlarken Deniz, cebinden peçeteyi çıkarıp, “Al aşkım, sil gözyaşlarını” diye Faruk’a uzatıyor. O anın sihrinde, arada cam olduğunu unutup. Sanki peçeteyi uzatabilecek ona dokunabilecek... Sonra göz göze geliyor, karşılıklı susuyorlar.
YELKOVANLA AKREBE YALVARACAK HALDELER
Faruk ona bir saat almış. Fakat cezaevi kuralları gereği, elektrik teknisyeni, kontrol amacıyla, içini açıyor. Ve ne yapıyorsa saati bozuyor. Bozuk saati de Deniz’e göndermeye yüzleri tutmuyor. Oysa oradaki herkesin “Sevmiyoruz!” diye üzerinde anlaştıkları nadir kavramlardan biri “zaman”. Geçmiyor çünkü. Neredeyse yelkovanla akrebe “Daha hızlı, daha hızlı!” diye yalvaracak haldeler...
SAÇLARINI BOYAMASI SORUN OLUYOR
Kaldığı koğuş, kadınlarla dolu bir yer olduğu için, bir sürü şey yaşanıyor. İncir çekirdeğini doldurmayan şeyler, bazen içerideki fısıltı gazetesinin manşetine taşınıyor. Deniz’in saçlarını boyaması ve bakımlı olması bazen sorun oluyor mesela. Oysa, ona imtiyaz filan tanındığı yok. Ki o cezaevinde kuaförlük kursu bile açılmış...
CEZAEVİ FÜZYON YEMEĞİ!
Çok yetenekliler. Karavana yemekleri, bir başka yemeğe dönüştürmekte üzerlerine yok! Resmen mucizeler yaratıyorlar. Mesela Deniz’e hasta yemeği geliyormuş, yağsız, tuzsuz. Onun pilavı sadece haşlanmış pirinç. O yüzden arada canı tatlı istediğinde, o pirinci sütlaca çeviriyor. Mönüde kuru fasuyle mi var, içinden etleri ayıklayıp, kantinde satılan kavurmayla soteleyip domates, biber, soğan ve sarımsakla karıştırıp bildiğin et soteye dönüştürüyorlar, afiyetle yiyorlar. Haşlanmış patates pek kıymetli! Ertesi gün ya kızartılıyor ya da püre yapılıyor. Anlayacağınız kendi “cezaevi füzyon mutfakları”nı yaratmış durumdalar.
FARUK’TAN GELEN KUŞ: ALİCAN
Birbirlerine dokunamıyorlar ya, ona sarılsın, özlemini gidersin diye, nişanlısı Faruk ona bir kuş hediye ediyor: Alican. Çok yaramaz, çok oyuncu, çok yakışıklı bir kuş. Herkesin sevgilisi oluyor. Epey bir zaman Alican maceraları okuyoruz. Sonra ölüyor Alican. Deniz perişan oluyor. Cezaevi şartlarına dayanmasını sağlayamadığı için kendini suçluyor. Kuşu ölünce gömemiyor, toprak yok çünkü. Çok ağlıyor. Bir poşete koyup, buzdolabında saklıyor. “Bakamadım, seni yaşatamadım!” diye kendini paralıyor.
AYNI GÜN AYNI DİZİYİ SEYREDİYORLAR
Faruk’la sözleşiyorlar. Aynı gün aynı diziyi seyrediyorlar. Sanki birbirlerinin yanındaymış gibi hissedebilmek için.
DENİZ, ON KAPLAN GÜCÜNDE
Kitapta duygular, Deniz’in duyguları inip çıkıyor. Hüzünlü kısımları okuduktan sonra, bir yer geliyor, bakıyorsunuz Deniz on kaplan gücünde! Coşmuş, öyle yazmış. “Ben buradan da size yardım ederim. Fantom Deniz diye seslenin, ben gelir, bulurum sizi. Belki de bir şarkım koşar imdadınıza!” diyor.
SUÇLUYU KAZIYIN ALTINDAN İNSAN ÇIKAR
Cezaevinden kesitler de anlatıyor. Mesela bir nikâhı. Sonra tek tek pek çok mahkûmun dünyasını taşıyor bize. Aslında şunu hatırlatıyor, “Suçluyu kazıyın, altından insan çıkar!” Bir başka gün, çocuğunu öldürmekten hüküm giymiş bir anne, bebeğine mevlit okutuyor, onu anlatıyor, “Nasıl bir vicdan azabı çekiyorsa artık” diyor. Dostoyevski derinliğinde hikâyeler paylaşıyor Deniz bizimle.
YILBAŞINA, BAŞI SECDEDE GİRİYOR
Deniz yılbaşına nasıl mı giriyor? Akşam 6’da yemeklerini yiyorlar. Sonra bulaşıklar yıkanıyor. Çay, kahve derken biraz televizyon. Arkadaşlarına yeni yıl hediyesi kırmızı pijamalar almış. Onları giyiyorlar. 12’ye 5 kala koğuşa giriyor, namaza duruyor, yeni yıla başı secdede giriyor. Sonra tekrar bir araya geliyorlar. Şarkılar söylüyorlar, dans ediyorlar, ağlaşıyorlar.
HEPSİ YANLIŞ ADAM SEVMEK YÜZÜNDEN
Bir yerde, “Aslında ben tek değilim. Birkaç istisna harici cezaevindeki bütün mahkûm kadınların başına gelen olay ya yanlış adam sevmelerinden ya yanlış arkadaşlıklar kurmalarından ya da hayır diyememelerinden kaynaklanıyor” diyor.
BİRLİKTE ŞARKI SÖYLEYEMİYORSAK SATIRLARDA BULUŞALIM
Peki, Deniz bu kitabı neden yazıyor? Şöyle açıklıyor: “Hiçbir şey dışarıdan göründüğün gibi değil, ondan yazıyorum. Tüm önyargıları yıkmak için yazıyorum. Çok kırgınım ama yılgın değilim demek için yazıyorum. Beni hiç anlamadınız demek için yazıyorum. Neden günah keçisi ilan edildiğimi sorgulamak için yazıyorum. Dayanmak, dayanabilmek için yazıyorum. Hem kadın hem şöhretli olmanın yok edilmek için yeterli bir sebep olup olmadığını anlamak için yazıyorum. Birlikte yolculuk edelim, kalbimi görün diye yazıyorum. Kendimi duymak, kim olduğumu unutmamak için yazıyorum, Birlikte şarkı söyleyemiyorsak, satırlarda buluşalım diye yazıyorum...”
CEHENNEM, ACI ÇEKTİĞİMİZ KİMSENİN DUYMADIĞI YERDİR!
Ve kitap Deniz’in dibiyle bitiyor, şu alıntıyla, Hallac-ı Mansur’dan “Cehennem, acı çektiğimiz yer değildir. Acı çektiğimizi kimsenin duymadığı yerdir...”
Paylaş