Cumartesi Postası

Yıllık iznimin bir bölümünü kullanıyorum. Bugün ve yarın sizi sizinle baş başa bırakıyorum. Biz ailecek kendimizi Akdeniz’e vurduk da. Darısı hepinizin başına. ‘Nerede senin kollukların Alya, hadi suya hadi suya...’ maceralarım sürecek... Beni izlemeye devam edin...

KIZIMIN GÖBEK BAĞINI ATLAS DERGİSİ’NİN İÇİNE KOYMUŞTUM SEYYAH OLSUN DİYE

26 yıl önceydi... Genç bir kadındım, sırt çantamı yüklenip bir çalışma kampına gittim. Yurtdışına ilk çıkışımdı. Ve şimdi, yine aynı şeyi yapmaya hazırlanıyorum. Bu defa yol arkadaşım, kızım Elifsu. Güya, ben alışığım ama ikimiz de heyecan içindeyiz. Korkuyla karışık endişe de yok değil ama gidiyoruz işte. Zaten benim içimde hep bir ‘git’ duygusu vardı, hálá ölmemiş demek ki... İnsan evlendikten ve çocuk yaptıktan sonra gerçekten hayatın akışı değişiyor ve birey olarak yapacağı her şeyi bir yana bırakıyor. Özellikle de Türkiye’de yaşıyorsan, seyahat etmeyi, başını alıp uzaklara gitmeyi unutuyorsun... Bundan birkaç yıl önce içimdeki ‘git’ duygusunun şehvetiyle, Marmaris’e yerleşmiş, kariyerimden vazgeçip, hayatımı tamamen değiştirmiştim. O maceradan bana kalan en önemli kazanç şimdi okul çağlarına gelen kızım Elifsu oldu. Doğurduğumda 39.5 yaşındaydım, iyi ki yapmışım. Şimdi İzmir’de yaşıyoruz. Geçen aylarda kuzenimin çocuğu için bir çalışma kampı ararken, birden ‘Neden ben de gitmeyeyim?’ dedim. Ama kızım olmadan asla! Sonra, yıllar önce benim kampa katıldığım kuruluşun yeni versiyonunu ve başında da o dönemde benimle oralarda olan bir arkadaşı buldum, yani Zafer’i ve Gençtur’u. Bir de anneler ve kızlarının birlikte gidebileceği, Avrupa’daki ilk örnek olan bir kamp projesi bulunca... Artık bu seyahat kaçınılmaz hale geldi... Şimdilerde herkes bir yerlere seyahate gidiyor, bunda belki şaşıracak bir şey yok ama benim altını çizmek istediğim iki şey var bu konuda: 1) Çoluk çocuğa karışmak, insanın içinin derinliklerinden gelen sese kulak vermesine engel değil. İsteklerimizi göz ardı etmememiz gerekiyor. Bazen çok imkansız görünen şey, işte benim örneğimde olduğu gibi, bir anda ‘olur’a dönüşebiliyor. 2) Seyahat etmek, çocuklardan dolayı ertelenecek bir şey değil veya lüks bir eylem değil. Bu işin ekonomik yolu, bizim ülkemizde henüz pek keşfedilmedi. Seyahat etmek için çok para ve zenginlik gerekiyor sanılıyor. Oysa, mesele yol parası bulmakta ve vize almakta, sonrasında orada çok küçük paralarla yaşama ve o kültürlerle bir arada olma şansı var. İşe bakar mısınız, seyyahlığa kızımla birlikte başlayacağız... Ama zaten o doğduğunda göbek bağını ben Atlas Dergisi’nin içine koymuştum! Bakalım, oralarda neler yaşayacağız? İnşallah, bu seyahatimiz başkalarına da örnek olur.

(Melek Sarı)

- Oley! Sizi tebrik ediyorum. Hatta yanaklarınızdan öpüyorum, elinizi sıkıyorum, saygıda kusur etmiyorum. Herkes sizin gibi olsa, vallahi bu memleket kurtulur. Samimi olarak böyle düşünüyorum. Sizin maceranızda sevgi-merak-cesaret üçgenini, anne-kız birlikte yaşayabilmeniz gerçekten alkışlanacak bir şey. Lütfen günlük tutun oralarda, izlenimlerinizi yazın. Elifsu da yazsın. Bol bol fotoğraf çekin, çektirin. Bu ülke sizin gibi modern annelerin sırtında yükselecektir. Ciddiyim. Dönüşte beni aramazsanız, kırılırım ona göre...

HADİ ATLAYIP GELİN YENİ ZELANDA’YA BEKLİYORUZ

Demek önümüzdeki yıl, ailecek hedefiniz Yeni Zelanda. Ne güzel! Hadi atlayın gelin, bekliyoruz! Ben, Yeni Zelandalı eşim Jeff ve 8 aylık oğlumuz Oscar Kaan ile Auckland Yeni Zelanda’da mutlu mesut bir hayat yaşıyoruz. Eğer gelip görürseniz buraları neden ‘mutlu-mesut’ ibaresini kullandığımı anlarsınız. Bizi ziyarete gelen bir Türk arkadaşımızın ilk söylediği, ‘Evlerin bahçelerinde mini minnacık posta kutuları olan bir Happy Land burası!’ Gerçekten de öyle. Yapmayı planladığınız YZ gezisi için herhangi bir bilgiye ve ilgiye ihtiyacınız olursa, haber verin. Yanlış anlaşılmasın, turizmci veya otelci filan değiliz. Bizimki Türk misafirperverliği sadece. Alya’ya öpücükler.

(Ebru)

- Bu köşenin bana sağladığı en büyük fayda bu. Sizinle sıcak temas kurmak ve her an yeni şeyler öğrenmek. Daha müthiş ne olabilir? Ben Dubai’den Türkiye’ye yazıyorum, Ebru, Yeni Zelanda’dan bana cevap veriyor. Ama tabii benim ne deli olduğumu, bir çat kapı karşında kucağımda Alya’yla beni bulabileceğini henüz bilmiyor! Korkma yatıya gelmem. YZ’yi görmek istiyorum. Happy Land’i merak ediyorum. Bir de Aktivite Dükkanları varmış. Giriyormuşsun, ‘Ben bungee jumping yapmak istiyorum’ diyormuşsun, ya da rafting, ya da paraşütle atlama. Bir dükkana girip aklının hayalinin alabileceği bütün sporları yapabiliyormuşsun yani. Bu fikre bayıldım. Demek ki dünyanın dibinin doğası, her türlü spor için uygun. İçimde şöyle bir his var, sanki orası gördüğümüz göreceğimiz hiçbir yere benzemiyor. Anlayacağınız YZ konusunda bende merak tavan yapıyor...

BİR SORUM VE SORUNUM VAR

24.08.2005 tarihli yazınızın hamiş’inde verdiğiniz bilgiye istinaden... Söz konusu haki renkli kargo pantolonlarla ilgili bir sorum ve sorunum var. Daha önce Nebahat Çehre ile ilgili yaptığınız röportajda da giydiğiniz pantolon çok güzeldi. İstanbul’da aradım ve istediğim gibi bir model bulamadım. Rica etsem, pantolonlarınızı nereden aldığınızı yazabilir misiniz?

- Mağazaların erkek reyonlarına bakın. Erkekler için üretilen kargo pantolonlar daha güzel. En küçük bedenini alın, zaten onların biraz bol durması lazım. Ben, benimkileri Dubai’den aldım.

SEN VE ANNEN, BEN VE ANNEME NE KADAR BENZİYORSUNUZ

Annenizle birlikte uykudaki Alya’yı izlerkenki haliniz, ben ve annemdik sanki. Kızım Sude, 16 aylık bir cadı. İlk doğduğu zamanlar, annemle, o minik ellere, yüze, ayaklara bakarken ben de aynı şeyleri hissetmiştim. Anne-kızın birbirini yüzde 100 anladığı zaman işte o kısacık an herhalde. Anne, kızına bakıp, ‘Sen de böyle minicik bir şeydin! Kızın senin için çok kıymetli biliyorum, sen de hálá benim için öylesin’ diyor. Kadınlığı paylaşırken, şimdi bir de anneliği paylaşıyorsunuz ve bu işin daha kaymaklı tarafı oluyor. Diyorsun ki annene, ‘Şimdi seni daha iyi anlıyorum, verdiğin emekleri, beni korumaya çalışmanı, yol göstermeni, kollamanı...’ Ve yıllarca ona ettiğin isyanları düşünüp mahcup bir şekilde gülümsüyorsun. O ana kadar zannediyorsun ki, sen kendi kendine büyümüşsün. Ama öyle olmadığını artık sen de biliyorsun. O andan itibaren her ne kadar eleştirsen de, aslında sen de kendi annen gibi bir anne olmaya başlıyorsun ve ilerleyen aylar içinde buna kendin bile şaşırıyorsun. Aylar geçtikçe bebeğinin yaşını ay ay, kilosunu gram gram sayıyorsun. Bebekli bir anneye yaşını sorarsan ‘21 ay’ der. Ne yani, 2 yaşında işte. Ama anne olunca anladım ki, o bebek 2 yaşında değil, 21 aylık! Çünkü o aylar, o kilolar var ya kuyumcu tartısı gibi çok önemli. Çok kıymetli. Ve çok emekli. NOT: +5’leri hiç dert etme, Alya bir yaşını kutlarken, sen de doğumdan önceki kilona dönmeni kutluyorsun...

- Allah razı olsun valla, sürekli spor yapıyorum, eskisi kadar yemiyorum ama +5 hálá duruyor. Açılıp saçılmak istiyorum, çevreye zarar vermemek için yapmıyorum. Yani moral oldu yazdıkların. Alya’ya gelince Alp’lerde yaşayan Heidi kadar mutlu ve gürbüz. Anne sütü dedikleri bu olsa gerek. Hálá günde 6 öğün beni yiyor. Ama artık 6 ay bitti, ufaktan hayata dönmenin ve sütü azaltmanın zamanıdır. +5, esas olarak o zaman gidecek değil mi? Bir de kardeşim, bir gazete köşesinden sorulması belki tuhaf ama (boş versenize, biz neler sorduk buradan!) siz ne zaman regl olmuştunuz? Doktor, kadından kadına değişiyor diyor. Bende hálá tık yok da...
Yazarın Tüm Yazıları