Çok yoruldum ama Deniz Hanım’a değer

Bu röportajı da Bebek Koru Kahvesi’nde yaptım. Artık benim ofisim gibi oldu. Sahipleri Macit’e ve Oya’ya bayılıyorum.

Çok iyiler, çok yardımcılar, kafelerindeki bankı kaldırıma atıp fotoğraf çekmemize bile ses çıkarmadılar. Ama ne yalan söyleyeyim Hüsnü Şenlendirici’ye de bayıldım. Efendi bir adam. İyi kalpli bir adam. Çocuksu, masum ve saf bir adam. Sadece işleri biraz karıştırmış ve içinden nasıl çıkacağını bilmiyor. Fena halde duygusal. Güzel klarnet çalıyor. Güzel gülüyor. Ve hür olmak istiyor...
/images/100/0x0/55ea5d52f018fbb8f87b2477
Siz şimdi iki kadın arasında sıkışıp kalmış bir adam mısınız?

- Hayır, ben insanların yorumları arasında kalmış bir adamım. Düştüğüm bu durumdan dolayı da utanç duyuyorum. Sanki bir o tarafa, bir bu tarafa giden biri gibi gözüküyorum. Çünkü neler yaptığımı an be an takip eden arkadaşlar var ve sağ olsunlar onlar haber yaparken sadece benim yorumlarımı değil, kendi yorumlarını da ilave ediyorlar. "Az sonra"larıyla, montajlarıyla başıma iş açıyorlar.

Bu aslında pek çok erkeğin başına gelen bir durum. Sizinki abartılıyor mu? Öyle mi düşünüyorsunuz?

- Bence öyle. Daha önce de böyle şeyler yaşandı, yaşanıyor ve yaşanacak. Burada benim yaptığım yanlış gibi görünen ama aslında doğru olan bir şey var: Ben bir sürü erkek gibi "Yanlış anlamayın, biz Deniz Hanım’la sadece arkadaşız" demedim, kıvırtmadım. Yaşadığım şeye ve bunu paylaştığım insana sahip çıktım, adam gibi "Var böyle bir şey!" dedim. Küçük bir ayrıntı: Bizi Deniz Hanım’la kimse baş başa yakalamadı. Sordular, söyledim. İnkar etmedim. Sonra da işler, içinden çıkılmaz bir hal aldı.

Arada "Yeteeeeeer!" diye bağırmak geliyor mu içinizden?

- Geliyor, bağırıyorum da. Ben 31 yaşındayım, 26 yıldır klarnet çalıyorum. 14 yaşından beni dünyanın dört bir yanını dolaştım. Özellikle 14 ve 23 yaş arası bütün dünya festivallerinde çaldım. Hep "Türk müzisyen İstanbul’dan klarnetçi Hüsnü Şenlendirici" diye anıldım. Bu olaylar olmadan bir sene önceye kadar her şey o kadar normal ve iyiydi ki. Ama birdenbire rezil bir durumun içinde düştüm. Benim için "Adam şöhreti buldu, önce arabayı, sonra karıyı değiştirdi!" bile dediler. Bu kadar feci yani. Belki söylemek ayıp ama ben 8-9 yıldır son derece lüks arabalara biniyorum. Arabamı şöhret olduktan sonra değiştirmedim yani. Özel hayatıma gelince, başıma gelenler insanın plan program yapıp, kurgulayıp yaşayabileceği şeyler değil. Nitekim, hazırlıksız yakalandım. 3 aylık bir kızım, 12 yaşında bir oğlum var, her şey tamamen normalken, yolunda giderken, birdenbire tepetaklak oldu hayatım...

Madem her şey bu kadar iyiydi, nasıl küt diye bir başkasına aşık oldunuz?

- Geçmişten kalma bazı sorunlarımız vardı. İnsan evde sorunlar yaşadığı zaman ister istemez, böyle şeyler olabilir.

Peki sizin hiç mi suçunuz yok?

- Olmaz mı? Ben daha başından suçumu kabul etmişim zaten. İkisinden de özür dilemişim. Birini aldattığım için, öbürünü zor durumda bıraktığım için. Üstelik Deniz Hanım, evliyim diye bana yüz vermiyordu ama o kadar üzerine gittim ki, sonunda o da ilgisiz kalamadı. Bunu dahi itiraf etmişim. Daha ne diyeyim?

İki arada bir derede kaldınız ama...

- Benim olaya bakışım çok net: Ben hür olmak istiyorum. Ben bir müzisyenim, bir dünya müzisyeni. Yurtdışında kalabilmek, önemli projelerin içinde yer alabilmek için önüme çok fırsatlar çıktı. Hep reddettim, ailevi durumdan dolayı, "Eşim var, çocuklarım var" dedim. Ama benim hayallerim de var. Gerçekten artık özgür olmak istiyorum. 15 yıllık bir evliliğin içinden çıkmaya çalışıyorum. Gerçi tabii, insanlar unuttular benim ne yaptığımı, ben şu anda bir albümle patlayıp, kendini bir şey zanneden bir adam durumundayım. Oysa ben, müzikal bilgim, kültürüm, gezdiğim gördüğüm yerler ve çaldığım insanlar itibariyle iyi bir klarnetçiyim. O yüzden bu kadar üzerime gelinmesini anlayamıyorum ve hazmedemiyorum. Bütün bunların sebebini biliyorum aslında....

Neymiş?

- Reyting. Ben eskiden müzik camiası için, "Ne entrikalar dönüyor bilseniz ne entrikalar!" derdim, ama televizyon camiasına girdikten sonra, müzik camiasının zemzem suyuyla yıkanmış olduğunu gördüm. Bu reyting denilen şey gerçekten çok önemli bir şey, bütün çalışanlar için öyle. Kanalın yapımcısından kameramanına, çaycısına kadar. Çünkü orada bir döngü var ve bedeli ne olursa olsun, işlemesi lazım. İnsanların gururuna, şerefine, haysiyetine laf mı gelmiş, hiç önemli değil. Bizim olayımızda mesela, artık suyunu çıkarıp posasından bile faydalanmaya çalışıyorlar. Bunu bu kadar uzatmalarının bir alemi var mı? Yok. Zaten lastik gibi oldu ve insanlar benim yüzümü görmekten sıkıldılar, yakında klarnetimi de duymak istemeyecekler. İnsanları bu hale getirdiler, bizden "Öğğğğhhhh!" dedirttiler. Benim bugüne kadar kariyerimle ilgili yaptığım bütün her şey gitti, yerine böyle bir Hüsnü geldi, elinde klarneti olmayan, orada burada röportaj veren, şikayet eden, dert anlatan bir Hüsnü...

Peki hiç düşündünüz mü, neden sizin haberleriniz reyting yapıyor...

- Çünkü bu yaşadığımız şey, herkesin başına gelen ya da gelebilecek bir şey. Kadın oturuyor televizyonun başına, "Ah Hüsnü ah, nasıl yaptın bunu Nazire’ye?" diyor, adam oturuyor televizyonun başına, "Ah Nazire ah" diyor, "Bırak artık şu Hüsnü’nün yakasını..." diyor. Bu haberler kendi hayatlarından bir bölüm olduğu için, dizilerden çok daha fazla tutuyor. Çünkü gerçek. Sitcom gibi bizi izliyorlar. Son 6 aydır kendi hayatımın senaryosuyla bir sitcom çeviriyorum.

Bu kadar haber olmak size hiç yaramıyor mu?

- Birkaç televizyoncu arkadaşım var, dönüp en kötü anlarımda, "Bu kadar bozma moralini, reklamın iyisi kötüsü olmaz" diyorlar ama ben reklamın en kötüsünü yaşıyorum. Çünkü aile kavramına, gelenek ve göreneklere çok önem veren bir toplumda yaşıyoruz, bizim ülkemizde yanlış yapan insanları sevmiyorlar. Bir süre sonra da siliyorlar. Benim televizyonda haberim çıktığı zaman, ben daha fazla konser yapamıyorum. Kıyaslarsak eğer geçen yılla bu yıl arasında çok ciddi bir fark var. Yani bu olay benim işlerimi de etkiledi. Ama ben buralarda değilim, benim üzüldüğüm insanlar benim klarnetçi olduğumu bile unuttu. Sorunum bu...

NAZİRE İLE BİRLİKTE BÜYÜDÜK

Nasıl tanıştınız Nazire Şenlendirici ile? Çocukluk aşkınız mıydı?

- İlkokuldan beri. Uzaktan akraba oluruz. Annem seçti aslında. Nazire’yi, küçücüktü, annem "Gelinim gel bakayım buraya" diye arkasından seslenirdi. Ben 15’e, o 13’e gelince sözlendik...

Annenizin seçtiği biriyle evlenmek hiçbir sorun yaratmadı mı?

- Çocuktuk ne sorun yaratacak. Evcilik oyunu gibiydi. Her şey çok güzeldi.

"Beni niye evlendiriyorsunuz bu kadar erken?" demediniz mi?

- Hayır, aksine hoşuma gitti. Son dönemler biraz olumsuzluklar oldu. Ama sakın "Annem bana bir kız seçti, evlendim ve bütün hayatım zehir oldu" gibi algılanmasın. Doğru değil çünkü. Zaten 15 yıl sürmezdi o zaman. Nazire ile birlikte büyüdük diyebilirim.

Peki ne oldu sıkıldınız mı, sıkıştınız mı, erken yaşta sorumluluk almak bir an geldi size bastı mı...

- Her evlilikte olduğu gibi sorunlar yaşadık. Bu bir dönemdi ama biz bu dönemi atlatamadık. Atlatabilmek iki kişinin elindedir, beceremedik, olmadı. Bazı şeyler 4 duvar arasında kalabilseydi belki de atlatabilirdik kim bilir. Ama o kadar yıldırıyorlar ki insanı. O kadar üzerine geliyorlardı ki...

Şunu mu demek istiyorsunuz: "Eğer bu kadar yazılıp çizilmeseydi, belki de evliliğimiz bu dalgalanmayı aşabilirdi..."

- Açıkçası emin değilim. Yalnız biraz daha mantıklı bir çerçevede gelişebilirdi işler. Ele güne rezil olmazdık. Ama şunu biliyorum: Dünya müzisyeniyim diye geçiniyorsanız, bekar olmanız lazım. Ya da sizinle aynı şeyleri hissedebilecek bir kadınla olmanız lazım.

Nazire Şenlendirici ile ilişkinizde eksikliğini duyduğunuz şey neydi? Aşk, tutku, ateş, seks, romantizm...

- O kadar derinlere girersek çıkamayız, ben kilitlenirim çünkü. Beni olumsuz düşünmeye sevk eden şeylerden biri, çıkıp televizyonda o saçma sapan lafları söylemesi oldu. Onun böyle yapması kararımı etkiledi.

Daha önce karınızı hiç aldatmış mıydınız?

- Aldatmış olsam bile "Evet" demem ayıp. Nazire’ye çok saygı duyuyorum, onu incitmek istemiyorum. Bu soruya nasıl cevap verebilirim? Veremem. Ama ben de her erkek kadar çapkınım.

Ben şunu anlamaya çalışıyorum: Her seferinde paşa paşa evinize dönüyordunuz da, bu sefer gazetecilerin eline düştüğünüz için mi böyle oldu?

- Yok, ben daha önce de gazetecilerin eline düşmüştüm. Bu kadar değil ama...

Mümkün olsa iki aileniz olsun ister miydiniz?

- Keşke. Bütün erkeklerin gönlünde vardır. Hepsi, "Keşke yapabilsem" der ama imkansız. Zaten bana da yakışmaz. Ben sadece hür olmak istiyorum.

Siz evcimen bir adam mıydınız?

- Özgürlükten söz ediyorum ama evet, her gece evinde uyuyan bir adamdım. Çok evcimendim. Sabah saat 5’te de, 6’da da olsa evime dönerdim. Çocuklarımla uyanmayı çok seviyordum. Bir de üç aylık bir kızım var, Naz, kıyamam ona. Şimdi de istediğim zaman gider onlarla uyurum, uyanırım. Nazire de bir şey demez buna diye düşünüyorum. Bu tür şeyleri aramızda çözebiliriz.

Karınız hakkında kötü şeyler yazdılar, "Şişmanladı, estetiğe ihtiyacı var, o yüzden Hüsnü parklarda yatıyor" gibi. Nazire Hanım şişmanladığı için mi onu terk ettiniz?

- Alakası yok. Nazire de biliyor bunun böyle olmadığını.

Siz tombul kadınlardan mı hoşlanıyorsunuz?

- Yorum yok. Ama çok zayıf kadınlardan hoşlanmadığımı söyleyebilirim.

Deniz Seki de ilişkinize sahip çıktı. Aslında, hayatınızdaki iki kadın da sahip çıktı. Bu durum a) Beni mutlu ediyor b) Beni üzüyor c) Beni yoruyor.

- Yoruyor. Hem de nasıl yoruyor anlatamam. Ama Deniz Hanım’a değer...

KLARNETİM OLMASA BEN BİR HİÇİM

Hayatınıza klarnet ne zaman girdi?

- 4-5 yaşında. Bergamalıyız biz. Babam da müzisyen, dedelerim de. Hepsi ya trompet ya klarnet çalar. Aslında hem annemin hem babamın sülalesi çalar. Dedemin ayakkabı tamir ettiği bir dükkanı vardı, aynı zamanda enstrüman kiralıyordu, 5 yaşındayken ben de ufaktan ufağa klarnete başladım.

Teşvik eden bir aile mi? "Evladım al bunu çal" mı diyorlar...

- Alakası yok. Zaten mahalle, komple müzisyen. Yanındaki, solundaki, sağındaki, karşındaki, amcaların, dayıların hepsi klarnetçi. İnsan yanındaki ne yapıyorsa onu yapar ya farkında olmadan, benimki de o hesap, konuşmayı nasıl öğrendiysem, enstrüman çalmayı da o insanlara bakarak öğrendim.

Hepsi çalıyor ama aralarından siz sıyrıldınız..

- Yok, önce babam sıyrıldı. Ben babamın mirasını yiyorum. Müzisyenler çok iyi tanırlar babamı: Ergün Şenlendirici. Okay Temiz’le filan yurtdışına çıkmıştır, bütün dünyayı gezmiştir. Ben de onların peşine takıldım, 14 ile 20 yaş arasında bir sürü yere gittim. Ama olayı Bergama’dan New York’a taşıyan babamdır yani.

Hayatta mı?

- Hayır, rahmetli oldu. Bergama’da bir caddeye onun adını verdiler. Bergamalılara çok minnettarım, bu zor günlerimde benim yanımda oluyorlar, Bergama’nın girişinde büyük bir elektrik binası vardır, onun üzerine kocaman bir afişimi asıp, "Bergama’dan dünyaya" yazmışlar. Sağ olsunlar, var olsunlar.

Peki siz neden iyi klarnetçisiniz?

- Etrafımda bir klarnetçi ordusu olduğu için. Onların içine doğduğum için. Babamla annem beni aşk ve müzikle yaptığı için. İyi müzisyenlerle çalıştığım için. Duygusal bir adam olduğum için. Bu acı günlerimi klarnetimle anlatabildiğim için. Bir de ben kendine özgü tarzı olan bir klarnetçiyim.

Bir tarz yaratmayı nasıl başardınız?

- "Dünyanın dörtte üçünü dolaştım" derken, Evliya Çelebi gibi dolaşmadım, dünya müziklerinin içinde dolaştım ve Vassilis Saleas, Ivo Papazov gibi çok değerli müzisyenlerle aynı sahneyi paylaştım. Bergama’nın köyünden çıkmışım, nereden nereye. Bir de tabii İsmail Tunçbilek ve Aytaç Doğan var. Onlarla birlikte çalıyorum şu anda ve onlardan da çok şey öğreniyorum.

Klarnete neler borçlusunuz?

- Hayatımı, her şeyimi. Yoksa, sıradan bir Hüsnü olurdum. Asıl kitaptan, benim şu son aylardaki kötü resmimi alıp çıkarırsak, yıllarca insanların sevgiyle baktığı biriydim, takdir ettiği. Ama hiç şımarmadım, hep daha çok beğensinler diye çalıştım. Bugün New York’ta Virgin’e giden biri, önündeki bilgisayara adımı yazarsa benim albümümü dinleyebiliyor. Türkiye’de kaç müzisyene nasip olur? Her seferinde oralarda kendi albümümü görüyorum ve bu bana gurur veriyor. Yurt dışında yaşama şansım da var, ama ben istemiyorum. Çünkü oradaki dinleyici benim müziğimi isteyip bulabiliyorsa, öyle ya da böyle ona ulaşabiliyorum demektir. Benim yaptığım müziğin ruhani yönünü Türklerden başkası anlayamaz. Benim çaldığım herhangi bir şey, burada bir Egeliyi, bir Ankaralıyı ağlatır ama İsveç’te, Finlandiya’da ya da İtalya’da beni dinleyen adam "Vayyy ne güzel çalıyor" diyebilir ama derisinin altında hissetmez...
Yazarın Tüm Yazıları