Bütün Türkiye de onların maceralarını izler ve sonra günün birinde birileri gelip "Datvi’yi Karacabey Ova Korusu Ayı Barınağı’na vermen gerekir" der. O da verir ama... İşte bu röportaj o "Ama"dan sonrasının röportajı. Gülas, Datvi’nin rehabilite edildikten sonra yeniden özgürlüğüne kavuşturulacağını ve doğal hayata kazandırılacağını düşünmektir ama sonra görür ki Datvi’si orada hapishane hayatı yaşamaktadır. İşte o zaman isyan eder, ayısını geri ister ve vahşi
hayvanlar rehabilite edecek bir merkez kurulması için harekete geçer...
Nedir sizdeki ayılara olan bu sevgi? Nasıl başladı? Ne zaman başladı?- Ben 5 yaşındayken tuzağa düşürülmüş bir ayının öldürülüşünü izledim. Çaresiz durumda bir ayı ve silahlarını ona doğrultmuş bir sürü adam. O da tıpkı bir insan gibi minik elleriyle yüzünü örtmeye çalışıyordu. Birden peş peşe tetiği çekmeye başladılar, hayvancağız da can çekişe çekişe öldü. Adamlar hiçbir şey olmamış gibi normal hayatlarına döndüler, ben dönemedim. Aradan geçen 47 seneye rağmen o görüntü, hálá içimi acıtır. O günden sonra tuhaf bir şey oldu: İnsanlar beni ayılardan hep daha fazla korkuttu. Ve hayatımın bazı dönemlerinde ayılara ve diğer vahşi hayvanlara insanlardan daha yakın oldum.
Datvi’den önce de vahşi hayvan dostlarınız oldu yani...- Oldu, oldu. Topesto vardı mesela. Yüzde 100 vahşi yaşlı bir ayı. Ve Rex, benim tilki arkadaşım. Sonra Dost. Annesini avcıların vurduğu bir kurttu, kadere bak ki o da avcıların tel tuzağına düşerek boğuldu. Bütün fenalıkları insanlar yapıyor aslında.
Peki yavru ayı Datvi’nin varlığını ilk nasıl öğrendiniz?- Gazeteden. Onun da annesini avcılar vurmuş, insan eline öyle geçmiş. Rize Çevre Orman Bölge Müdürlüğü, Datvi’yi, Karacabey Ova Korusu Ayı Barınağı’na gönderecekti. Orası, "dansçı ayılar" için amacına hizmet eden güzel bir merkez ama hayvan rehabilitasyonu yok, ayıları doğal hayata yeniden kazandırmak için bir çabaları da yok. Datvi orada perişan olacaktı, hadım edilecek ve sınırlı bir alanda dansçı ayılarla birlikte yaşamaya mecbur bırakılacaktı. Rize Valisi Kasım Esen’i aradım. Sağ olsun, o da benimle aynı fikirleri paylaşıyormuş, Datvi’yi bu bölgede büyütmeyi denemeye karar verdik.
"Dansçı ayılar" da neyin nesi?- Sokaklarda tef ve sopa eşliğinde dans ettirilen ayılar...
KUCAĞIMA ÇIKTI SAKALLARIMI YALADI
Datvi ile ilk karşılaşmanız nasıl oldu?
- Oooo pek anlı şanlı oldu! Rize Çevre Orman Bölge Müdürlüğü’nden arkadaşım Müjdat, Datvi’yi Çamlıhemşin Jandarma Karakolu’na getirdi, bana da "Herif burada, hadi gel" diye telefon etti. Müjdat, Datvi’ye "herif" diyordu.
Atladım gittim. Baktım askerler ve meraklılar arasında şaşkın küçük bir şey duruyor. Ben içeri girince Datvi acayip bir şey yaptı, sanki beni yıllardır tanırmış gibi kucağıma geldi ve sakallarımı yalamaya başladı. Şimdi sevmez misiniz böyle bir ayıcığı? İnanılmaz şeker bir şeydi ama kötü durumdaydı, 10 gündür küçük bir odada kalmıştı ve sol elinin üstü, emmekten yara olmuştu.
Peki siz ne yaptınız?- Depresyonda olduğunu anladım tabii. Boncuk gibi parlayan kara gözlerini bana dikti, kulak mememi emmek için izin almak ister gibiydi. Belli ki memeden erken kesilmişti, annesine duyduğu hasret belli oluyordu. Ben de duygulandım, gözlerim doldu.
Bir ayı ile bir insan arasındaki ilişkinin "dostluk" şeklinde tezahür etmesi olağan bir şey midir, yoksa size özel bir şey mi?..- Art niyetiniz yoksa her canlı ile dost olabilirsiniz. O yüzden bu durum sadece Datvi’yle bana özel değil. Datvi ile Pars da dosttu. Pars bir kangal. Üstelik kışın aç kalan çakallarla yiyeceğini paylaşan, av köpeklerinin kovaladığı bir karacayı onların elinden kurtaran bir kangal. Ama tabii hayvanlara önyargıyla yaklaşanlar için, kuştan, fareden korkanlar için ayı ile dostluk irkiltici bir şey olmalı...
Datvi insana öyle bir bakıyor ki... Bazen "İçinde bir insan saklı" gibi düşündüğünüz oldu mu?- Hayatı insan kantarıyla tartıp, insan metresiyle ölçmeye alışmışız. Halbuki biz doğayı 50 milyon başka canlı türü ile paylaşıyoruz ama nedense kendimizi doğanın merkezine koyuyoruz. Biz ölçülerimizle konuşacaksak evet, Datvi’nin içinde sanki 5 yaşında duyan ama konuşamayan bir çocuk var gibiydi. Ama bir insanla kıyaslamak ona haksızlık olur, kesinlikle algısı insandan daha yüksek ve içgüdüleri gelişmişti.
Kızdığımızda "Yuh ayı!" deriz, yoksa ayılar bizim zannettiğimizden daha mı duyarlı?- Günümüzde insanın çevresinde yarattığı zulme bu kadar tanıklık ettikten sonra hálá "Yuh ayı!" nasıl deriz anlayamıyorum. Hangi ayı kime haksızlık etmiş ya da mizacının dışında davranmış...
Nasıl bir ilişki şekillendi aranızda? Baba-çocuk gibi mi?-Evet. Onu kendi çocuklarım kadar özlüyordum. İşim gereği çok seyahat ediyordum, bazen sabaha karşı eve geldiğimde, evde çalışanlar korka korka "Datvi birkaç gündür yok" diyorlardı; sana masal gibi gelebilir ama üç gündür ortalarda görünmeyen Datvi, 10 dakika sonra kapıyı yumruklamaya başlıyordu. Demek ki o da beni özlüyor, eve döndüğümü hissediyordu.
Siz bir baba olmasaydınız ilişkiniz farklı mı gelişirdi?- Çok değişmezdi diye düşünüyorum. Ne babalar var çocuklarına ne işkenceler yapıyorlar.
Peki hiç mi korku yoktu? "Farkında olmadan bana zarar verebilir" diye hiç geçirmediniz mi içinizden?- Hayır. Bir an bile onun bana kötü bir şey yapabileceğinden endişelenmedim. İnsanlar "Büyüdüğünde ne olacak?" diye soruyordu. Bana geldiğinde 10 kiloydu, giderken 110. Bu ağırlık değişimi sırasında bir şey olmadığı gibi, daha düşünceli ve müşfikti. Bir gün ben yüzerken o da suya atladı ve istemeden bana çarptı ben bayılmış gibi yaptım ve kendimi akıntıya bıraktım, attığı çığlıkları duymalıydın. Sonra gülüp kalkınca bana küstü, 2 gün benimle suya girmedi.
Neye güvenerek ona güveniyordunuz?- Duygularıma ve bana bakışlarına...
Bir insan ona gönül rahatlığı ile sarılıp uyuyabilir mi?- Ben çoğu geceler yağmur yağarken böyle uyudum.
Birlikte unutulmaz başka neler yaşadınız?- Ah ahhhhh koca bir kitap yazabilirim bu konuda. Bir gün biberonla süt veriyordum, büyüdükçe biberonun deliği ufak kalıyordu, o da biberonu ısırarak deliyor, sütü daha hızlı içiyordu, ben de buna çok kızıyordum, çünkü dağ başındayız ona sürekli biberon bulamam. Bu bir iki gün ısırmadı, "Tamam artık öğrendi, bir daha ısırmaz" dediğimde, hart yine ısırdı biberonu. Sen misin ısıran, "Git vermiyorum süt" deyip sütü geri aldım, bu önce çocuk gibi oturdu ağladı, ilgilenmedim; kapıyı yumrukladı, ilgilenmedim; gitti arabamın üstüne çıkıp sileceklerimi koparıp attı, sonra da ormana gitti, iki gün eve gelmedi. İki gün sonra odun kesiyorum, bu gelmiş, sessizce arkamda bekliyormuş. Oyunu Pars bozdu, tekrar barıştık ve bir daha biberonu ısırmadı...
Normal bir kedi, köpek bile acayip sorumluluk. Ayı iyice sorun değil mi?- Ben köpek de besledim. Ayı, kesinlikle köpekten daha sorunsuz!
7 AY 24 GÜNDÜR AYRIYIZ
Peki sonra ne oldu? Evcil hayvan dışında hayvan besleme yasağı mı var?
- Evet, bireylerin vahşi hayvan beslemesi yasak, ben de bu yasağı destekliyorum. Zaten Datvi’nin Karacabey’e götürülüşüne bu yüzden ses çıkarmadım, yoksa "Kaç oğlum!" derdim kimse onu ormanda bulamazdı. Ama o zaman art niyetli kişilerin ekmeğine yağ sürmüş olurdum. Zaten ben bölgeye yerleşince, kaçak avcılıktan çıkarı olanlar, huzursuzlanmaya, yavaş yavaş şikáyetçi olmaya başladılar. Fırsat kolluyorlardı. Datvi’yi götürdükleri gün o adamlar Pars’ı vurdular, çok uğraşıp kurtardım ama mermiler hálá vücudunda. Aynı şey Datvi’nin de başına gelebilirdi. Üç-beş bin YTL kazanabilmek için kaçak olarak karaca, ayı ve diğer hayvanları avlatıyorlar bu herifler...
Datvi’nin çevreye zarar verme ihtimali yoktu ancak insanlar ona zarar verebilirdi, bunu mu anlatmaya çalışıyorsunuz?- Aynen. Datvi insanları düşman olarak görmüyordu, insanlara zarar da vermezdi, hatta tanımadığı kişilerle mutlaka arasına bir mesafe koyardı ama onunla ilk defa karşılaşacak bir insan, ona zarar verebilirdi. Karacabey’dekilerin haklı olduğu tek konu bu. Datvi’nin götürülüş gerekçesi de bu. Amaa... Ben şöyle bir yanılgıya düştüm: Bunu geçici ve kısa süreli bir ayrılık olarak algıladım. Bundan sonra insan eline geçecek vahşi hayvan yavrularının Datvi’nin yaşadığı trajediyi yaşamaması için, doğrusu budur zannettim. Yanılmışım! Hem de fena halde. 7 ay 24 gün oldu. Onun düşününce hálá gözlerim yaşarıyor, biberonunu kokluyorum, onunla oynadığım, uyuduğum yerlere adımımı bile atamıyorum.
Onu Karacabey’de hiç ziyaret ettiniz mi?- Hayır. Datvi için ben özgürlük umuduyum. Gider de onu oradan almadan dönersem yıkılır, o yüzden gitmedim. Zaten oradakilerle anlaşabildiğimizi söylemek zor. Düşünebiliyor musun, o yetkililer diyorlar ki: "Datvi sorunlu bir ayı, hálá elini kemiriyor ve ayılardan kaçıyor. Biz burada ona yeniden ayı olmayı öğretiyoruz! Yemini samanlara saklıyoruz, o kendi buluyor!" Ben de diyorum ki: "Datvi tekrar ayı olunca ne olacak? Cezası bitecek ve ormana mı salacaksınız! Onun başına gelenler sizin başınıza gelseydi, siz nerenizi kemirirdiniz! Yemini siz samanlara saklamasanız, yaşadığı yerde karnını doyurabilecek mi?"
Tepkilisiniz...- E haliyle. Ayılar bireysel hayvanlardır, koyun sürüleri gibi birlikte yaşamazlar, Karacabey’dekiler bunu bile bilmiyor. Üç yaşına kadar anne sütü içerler, sonra da anneler çocuk ayıları "Hadi sen kendi başına yaşamayı öğren" diye gönderirler, korumalarından çıkarırlar. Genlerinde diğer ayılar tarafından öldürülebilecekleri yazar, o yüzden de sürüler halinde yaşamazlar. Tabii hayatında vahşi bir ayı görmemiş, doğayı saksıdaki sardunya sananlar için bu anlattıklarımın bir anlamı yok.
Sizin bu olayda canınız neden bu kadar sıkıldı?- Çünkü bize her konuda çok yalan söyleniyor bu ülkede! Ben bir fotoğrafçıyım ama kendi alanımın dışında bir yıldır canla başla uğraşıyorum, yetim kalmış vahşi hayvan yavruları için bir merkez kurulması için çalışıyorum. Bu iş için kapı kapı dolaşıyorum. Onları doğadan koparmamanın bir yolunu bulmak için uğraş veriyorum. Tabii ki bu merkezin masraflarını insanlara yükleyemeyiz ama çeşitli projeler geliştirip gelir elde edebiliriz. Eğer doğru kurgulayabilirsek, Datvi belki de bölgenin kaderinde müthiş bir aydınlanmaya sebep olabilir.
Siz onu geri mi istiyorsunuz?- Evet, geri istiyorum. O beni bırakmazdı ama ben onu bırakmış oldum. Yanlış yanlışla düzeltilmez bunu da biliyorum, yasal düzenlemelerle gerekenin yapılabileceğine inanmak istiyorum ama yapılmazsa... İtiraf ediyorum işte, aklımda Datvi’yi o hapishaneden kaçırmak geçiyor. Haksız mıyım sen de yardım etmez misin?
Yani ne oldu, onu özgürlüğüne kavuşturacağız deyip hapishaneyi mi tıktılar?- Daha da kötüsünü yaptılar, bizi kandırdılar. Ben zannettim ki, bu sefer farklı olacak, besleyip rehabilite edip, doğaya geri salacaklar. Hayır. Orası "dansçı ayılar" için gerekli ancak insan eline geçen yavrular için hapishane. O yüzden ben sözünü ettiğim o merkezi kurmak istiyorum ya. Önüme çıkan her yetkiliye de dilim döndüğünce sorunu anlatmaya çalışıyorum. Tüm yetkililer "bu durumdan çıkarı olanlar hariç" bana destek veriyorlar, yol gösteriyorlar ve böyle bir merkez kurulsun diye çaba gösteriyorlar.
Biliyor musunuz orada Datvi’ye ne yapıyorlar?- Bir kere antidepresan veriyorlar, başka türlü o ayıları koyun sürüsü gibi yan yana tutamazlar. Onlara göre bazı ayıların buna ihtiyacı varmış. Bu arada, oranın bir Alman vakfın himayesinde olduğunu belirtmeliyim. Bu vakıflar da, kırk ceviz görmeden bir taş atmazlar. Ben orada o hayvanlara bir dizi testler yapıldığını düşünüyorum. Çünkü ayılarla insanların sindirim sistemi aynı, bir sürü ilaç deniyor olabilirler. Tüm bunları düşününce de, "Kaç oğlum!" demediğim için pişmanlık duyuyorum, içimden "Affet beni Datvi" diyorum...