Cavidan

BALÇİÇEK, New York’a gidiyordu.

Pakize, Çeşme’deydi.

Haberin Devamı

Ama ben de söz vermiştim, iki elim kanda olsa Hasan Pulur’a gidecektim.

Gittim, onları da temsilen...

*

Milliyet, benim aklımı kaçırabileceğim kadar sakin bir gazete.

Ne zaman gitsem...

Kolay kolay açıklanamayacak şeyler yapmak istiyorum.

Gazetenin ortasında saçma sapan dans figürleri yapmak, bağırıp çağırmak, kendimi yere atmak, elbiselerimi yırtmak.

Sebebini bilmiyorum.

O aşırı sükûnet, bana bu hissi veriyor.

*
Gerçi, bu sefer edepliydim.

Aklıma üşüşen bu şeyleri hemen kışkışladım.

Önce Deniz Alphan’a uğradım.

Onu çok severim, hep sevdim.

Ama sinir oldum, artık tırnaklarını yemiyor!

O bizim kulübe veda demiş, demek ki gergin ve stresli değil.

Biz laflarken, odaya benim gibi ilavelerde çalışan Pelin Çini girdi.

İmzasından tanıyordum ama gerçeğini görünce şaşırdım.

Çünkü her tarafı dövmelerle kaplıydı.

En acayibi de, kalçasında “Kıvanç Akşit’e aittir!” (Property of Kıvanç) yazmasıydı.

“Şaka mı bu?” dedim, “Hayır değil” dedi.

Bir de bana, mememe Ömer yazdırdım diye kızdılar.

Bakar mısınız gençliğin ne kadar ileride olduğuna...

Deniz Alphan, dalgasını geçmeyi ihmal etmedi tabii:

“Dövmelerine aldanma, aslında çok munis biri!”

*
Biz orada gülerken, kıkırdarken...

Birden kendi kendime “Ne tuhaf” dedim, “Biz burada hayatı konuşuyoruz, abuk sabuk şeylere gülüyoruz. Yan odadaki adamın çocuğu öldü!”

O, çocuğunu elleriyle gömdü...

Daha önce de, eşi Meral’i uğurlamıştı...

Üzüm gibi yalnız kaldı koskoca Hasan Pulur.

Moldov bir bakıcısı var, onunla yaşıyor.

Anlattığına göre, bazen birlikte televizyon seyredip laflıyorlarmış.

Yılların duayenini, öyle hayal etmek saçma geliyor.

“Öyle deme yalnızlık zor zanaat” diyor, “İnsanın ihtiyacı oluyor bazen biri iki kelam etmeye...”

 Üzülüyorum.

*

Onunla ilk karşılaştığımızda üzerimde, jean, kötü bir tişört ve lastik pabuçlar vardı.

“Sen benim Alman gelinime benziyorsun” demişti.

Utanmıştım.

Saygısızlık ediyorum gibi gelmişti.

Nitekim ondan sonra, her görüşmemize kadın gibi giyinip gittim.

Sormayın işte nasıl...

Kadın gibi...

*

Beni görünce sevindi...

“Gel” dedi, sehpanın üzerindeki kâğıt yığınını gösterdi...

“Bunların hepsi bana başsağlığı. Korkut için...”

Kimi bilgisayar çıktısı, kimi elle yazılmış mektuptu...

O kadar çoktu ki...

“Bu acı olay, benim için bir tür sınavdı ama anladım” dedi.

“Neyi?” dedim.

“İnsanlar beni seviyorlarmış...”

 Boğazım düğümlendi, yutkundum.

*

İnsanlar, ölüm karşısında farklı farklı tepkiler gösteriyorlar.

Bazısı durmadan konuşuyor.

Bazısının ağzını bıçak açmıyor.

Pulur özel bir adam olduğu için, hem acılı baba gibi konuşuyor, hem de olayın dışına çıkıp bir gazeteci gibi objektif yorumluyor.
Çemberin hem içinde, hem dışında...

Dedi ki, “Eşimi kaybettiğimde yeniden evlenebilirdim. Yapmadım yapmam, ama yapabilirdim. Fakat evlat! Başka... İstesen de yerini dolduramıyorsun...”

Duruyor, bir şey söylüyor, uzaklara bakıyor...

Haberin Devamı


“Meral, bu Korkut’u benim kadersiz oğlum diye severdi...”

“O neden?”

Anlatıyor:

Korkut Pulur, 12 Eylül zamanı Almanya’da okurken, Alman bir kızla tanışıyor, evleniyor ve orada kalıyor. Biri kız, biri erkek, iki çocuğu oluyor. Ama bir türlü Almanya’ya aidiyet hissedemiyor.

Hasan Pulur, “Düşünsene, evinin bodrumuna şark köşesi yapmıştı!” diyor.

Alman eşinden ayrılıyor, Türkiye’ye dönüyor.

İşte hikâyenin burasında devreye Cavidan giriyor.

*

“Cavidan mı? O da kim?” diyorum.

“Çok özel biri” diyor, “Ama ben de ne kadar özel olduğunu oğlum ölürken anladım...”

“Hayrola? Nedir bu hikâye?”

“Cavidan, Korkut’un birinci evliliği bittikten sonra, Türkiye’de tanıştığı aşkı” diyor, “Bir süre birlikte oluyorlar ama sonra ayrılıyorlar. Sebebini Allah bilir. Ve bizim Korkut, Cavidan’la ilişkisi bitince, küt diye gidip bir başkasıyla evleniyor. Ne var ki, o evlilik de yürümüyor. Ama kader bu ya, Korkut, boşandıktan sonra, ikinci defa Cavidan’la tekrar birlikte oluyor. Bir sevindik, bir sevindik, çocuk düzlüğe çıktı zannettik... Ki... Başımıza bu hastalık geldi...”

Korkut Pulur’a mide kanseri teşhisi konuyor.

Ameliyata giriyor, midesi alınıyor...

İyileşir gibi oluyor...

Ailesi, kurtuldu zannediyor...

Hatta, Cavidan’la Almanya’ya gidiyorlar, ilk eşinde kalıyorlar.

İlk eşi de İstanbul’a geldiğinde onlarda kalıyormuş.

Kısacası, Korkut Pulur’u koruyan, kollayan hep Cavidan.

Onların ki büyük aşk, gerçek aşk, kesintilere uğrayan ama hiç bitmeyen aşk...

*

Beni en çok etkileyen de...

Hasan Pulur’un, Cavidan’a sahip çıkma biçimiydi...

Ona karşı sevgi doluydu...

Onunla gurur duyuyordu...

“Bir görsen, oğlumu son günlerinde ne kadar mutlu etti” dedi, “Ona eşlik, arkadaşlık, kardeşlik etti. Onun yaptığını kimse yapmazdı. Ve Korkut ölmeden önce, hastane odasında evlendiler...”

“Gerçekten mi?”

“Evet” dedi, “Ben de destekledim, çünkü Cavidan’ın ortada kalmasını istemedim. İstedim ki Korkut’un sevgilisiydi, metresiydi demesinler, eşiydi desinler...”

Birden Mümtaz Soysal’ın yıllar önce bana ettiği o lafı geldi aklıma:

“Bu ülkede güçsüz, savunmasız kalmayacaksın. Yoksa üstüne çullanırlar, tepene binerler...”

*

Korkut Pulur’un son isteği eve çıkmak olmuş.

İsteğini yerine getirmişler.

Ve genç adam, kesintilere uğrayan ama hiç bitmeyen aşkının, Cavidan’ının kollarında, son nefesini vermiş.

Allah rahmet eylesin.

 

Yazarın Tüm Yazıları