Paylaş
Doğurduğun çocuk yerine, kucağına bir başkasının konulması.
Ama bu çağda ancak filmlerde olur zannederiz.
Değil mi?
Değil işte!
Bu ülkede insanın başına her şey geliyor.
Duygu ve Dumrul’un da geldi.
Ataşehir Kadıköy Şifa Hastanesi’nde, aynı gün doğum yapan bir başka çiftle bebekleri karıştı.
Hemşire, bebekleri annelerinin yanına götürürken yanlış pusetlere koydu.
O loğusa anneler de, 24 saat kendilerinin olmayan bebekleri emzirdiler, baktılar.
Zannediyorsanız ki bu ‘küçük yanlışlığı’ hastane fark ediyor.
Yanılıyorsunuz!
Annelerden biri, çocuğun göğsünde diğer annenin adını görüyor, o zaman anlıyor.
Kameralara bakılıyor, evet gerçekten de bebekler yanlış pusetlere konuyor.
Sonra tabii DNA testi yapılıyor.
Hastane, olay büyümeden kapansın gitsin diye hemşirenin işine son veriyor.
Bir hastanedeki, ‘doğum organizasyonsuzluğu’ndan hemşirelerin sorumlu tutulması da ilk defa görülüyor!
Bakanlık da soruşturma açmış durumda.
Ben Kadıköy Şifa’daki bir doktora, “Bu bir rezillik, böyle bir şey nasıl olabilir!” dediğimde, “Ne var ki çok bilinen bir hastanede de üç yıl önce oldu. Eve yanlış bebekler yollandı!” dedi.
Benim aklım almıyor bazı şeyleri.
Hele böylesine bir saçmalığı hiç!
Ne var ki işler bu kadarla kalmıyor.
Çok daha fenası, çok daha acısı yaşanıyor.
O annelerden biri hayatını kaybediyor.
Ve o minik bebek ortada kalıyor.
32 yaşındaki avukat Duygu Alçıcı, ailesinin iddiasına göre ihmal yüzünden ölüyor.
Doktorun ve hastanenin ihmali.
Aile, ‘ihmal suretiyle kasten adam öldürmeye teşebbüs’ten dava açtı.
Gebeliği boyunca Duygu’ya üç kere tahlil yapılıyor, her seferinde de trombosit sayımı 150 binin altında çıkıyor.
Ailenin iddiası, doktorun bunu ciddiye almamış olması.
Aileyi de uyarmamış olması.
İşin kötüsü, doğumdan sonra trombosit 20 bine düşüyor.
Birtakım tedaviler uygulanıyor ve doktoru Birgül Karakoç, H.E.L.L.P diye bir hastalık teşhisi koyuyor, oysa Duygu’nun yakınları ve başka hekimler eldeki bulgulara bakıp, bunun TTP olduğunu söylüyorlar.
Onların iddiasına göre tanı yanlış kondu.
Ve Duygu, tedavi edilebilecek bir hastalık yüzünden pisi pisine hayatını kaybetti.
En son hastaneye geldiğinde trombositi 6 bine düşmüş.
Ve ardından beyin kanaması geçiriyor.
Ne acı ki, bebeğini doğurduktan yirmi gün sonra hayata gözlerini yumuyor.
Olay yargıda, ihmal ve suç varsa, suçluların cezasını bulması dileğiyle…
Dr. Birgül Karakoç, iddiaları kabul etmiyor.
Ben ailenin fertleriyle ve olayı bizzat yaşamış hasta yakını doktorlarla da konuştum.
O bebeğe şimdi babası Dumrul bakıyor.
Kendini Mert’e adayacağından ve onu çok iyi yetiştireceğinden eminim.
Ama keşke Duygu da yaşasaydı. Eşi ve bebeğiyle birlikte mutlu olsaydı…
Başınız sağ olsun. Yaşadığınız korkunç bir şey!
-Teşekkür ederim.
Eşinizi 32 yaşında doğum sonrasında kaybettiniz. Ve aile olarak hastaneyle doktora dava açtınız. Sizce eşiniz hastanenin ve doktorun ihmali yüzünden mi öldü?
-Ben öyle olduğuna inanıyorum. Büyük bir ihmal söz konusu. Yargıya da bu yüzden başvurduk. Bizim de isteğimiz gerçeklerin ortaya çıkması. Konuştuğumuz hekimler, benzer olayların yaşandığını fakat doğru zamanda doğru müdahaleyle hastaların kurtarılabildiğini anlatıyorlar. Olan oldu, benim karım öldü. 27 günlük bebeğimizle baş başa kaldım. Acım büyük. İçimde bir delik var sanki. Hâlâ şoktayım. Bütün bunlar sanki bizim değil de bir başkasının başına gelmiş gibi. 32 yaşındaki gencecik güzel karımı toprağa verdim ben. Onu geri getiremem ama hastanenin ya da doktorun bir hatası varsa, bunu bütün kamuoyu bilsin, öğrensin isterim.
Başkalarının da canı yanmasın diye mi?
-Aynen öyle! Biz bu insanlara canımızı emanet ediyoruz. İhmal var mı, yok mu? Gerekli testler yapılmış mı, yapılmamış mı? Hastane kadrosunda eksiklik var mı, yok mu? Yeni doğan bebeğimizi başkasının bebeğiyle karıştıran bir hastaneden söz ediyoruz. Allah aşkına böyle bir hatayı yapabilen bir hastaneden başka hatalar da beklemez misiniz? Nitekim aynı hastaneye birkaç gün önce bir tiyatro oyuncusu, “Hastayım” diye gidiyor, “Bir şeyin yok!” diye eve gönderiyorlar, meğer kalp krizi geçiriyormuş, anlamamışlar, adam da vefat etmiş.
Başkasının çocuğunu sünnet ettirecektik
Siz Duygu’yla nerede, nasıl tanıştınız?
-Bir iş toplantısında. Bize danışmanlık veren hukuk firmasında çalışıyordu. Bize bakan kişinin ayrılmasından sonra avukatımız oldu.
Nesinden etkilendiniz?
-Güzelliğin ötesinde bir çekiciliği vardı. Hem bu yüzyılın insanıydı hem de eski zaman kadınları gibi duruydu. Sevecen ve cana yakındı. Görür görmez, “İşte evleneceğim kadın!” dedim. Şanslıydım çünkü o da beni beğenmişti.
Ne zaman evlendiniz?
-Bir buçuk yıl sevgililikten sonra. Benim annem de avukattı. Duygu’yla tanışmamdan hemen sonra vefat etti. Büyük bir travma yaşadım. Bana inanılmaz destek oldu Duygu. Aşk da böyle bir şey, bir sürü duygunun yanında, bir yol arkadaşlığı. Ben o zaman anladım Duygu benim için doğru kadındı. Dört yıl bütün dünyayı dolaştık, sonra çocuk sahibi olmaya karar verdik.
Nasıl bir hamilelik geçirdi?
-Çok rahat. Üç hafta kalana kadar işine devam etti. Sosyal yaşantısından da geri kalmadı. Evin bahçesinde yürürken şöyle dediğimizi hatırlıyorum: “Daha ne kadar güzel bir hayatımız olabilir ki? İstediğimiz her şeye sahibiz!” Şükrettik birlikte. Oysa nereden bilebilirdik ki başımıza bir trombosit belası çıkacak.
Nedir bu trombosit meselesi? Ve ne zaman gündeme geldi?
-Biz de bilmiyorduk. Doğumun ertesi günü odaya gelen hemşireler, “Duygu Hanım’ın bir testi düşük çıktı, ona kan bulmamız lazım!” dediler. İkimizin de kan grubu aynı, ben verdim. Döndüğümde kuzenim Ozan Tönyü gelmişti. O da hekim. Trombosit meselesini bize o izah etti. Hamileliği boyunca üç kere trombosit ölçümü yapılmış, hepsi de normalin altında çıkmış. Ama hiçbir zaman bir hematolog görüşü alınmamış.
Kadıköy Şifa Hastanesi’ni seçmenizin özel bir sebebi var mıydı?
-Biz hastaneyi değil, doktoru seçtik. Kadınlar, jinekologlarını kolay kolay değiştiremiyorlar. Duygu da “Birgül Karakoç’la doğuracağı” diye ısrar etti. Eskiden başka bir hastanede çalışıyormuş, sonra Kadıköy Şifa’ya geçmiş.
İlk ne zaman huzursuz oldunuz?
-Hamileliğinin 39.5’inci haftasında, Birgül Hanım, “Beş gün sonra gelin, 40’ıncı haftanız 15 Eylül’de doluyor” dedi. Bana biraz garip geldi, çünkü sanki Duygu’nun doğumunu kendi programına uydurmaya çalışıyordu. Ertesi sabah da kanaması başladı. Sabah aramamıza rağmen Birgül Hanım bizi öğleden sonra sezaryene aldı, hiçbir tahlil yapmadan. Sonunda bebeğimiz Mert dünyaya geldi. Ağladık mutluluktan. Ameliyathaneden çıktıktan sonra kardeşi Ömer’i gördüm, “Bebeği aşağı götürdüler!” dedim, “Sen hiç merak etme. Annem ve babam orada!” dedi. Gerçekten gitmişler, orada Mert’i görüntülemişler. Sonra hepimiz yukarıya çıktık, Duygu da geldi. Ve bebeğimiz getirildi. Kafasında kukuleta vardı ve giydirmişlerdi. 24 saat boyunca o bebeği kendimizin zannettik. Meğer değilmiş!
Nasıl yani?
-Bebekleri karıştırmışlar! Bizim oğlumuzu, başka odaya gidecek olan çocuğun pusetine koymuşlar, haliyle bebekler karışmış. Bebeklerin künyeleri var ama giysilerinin içinde, ayak bileklerinde. Bizim Mert kel bebekti, odaya gelen sanki biraz saçlı ve esmerdi. Ama insanın aklına gelir mi? Böyle bir şey ancak filmlerde olur!
Peki bebeklerin karıştığı nasıl anlaşıldı?
-Öbür aile, bizim bebeği yıkamaya götürürken, çocuğun göğsünde Duygu Alçıcı yazdığını görüyor. Yara bandının üzerine yazıp yapıştırmışlar. Allah’tan o gün ürolog hastaneye gelmedi, yoksa biz başkasının çocuğunu sünnet ettirecektik.
Peki siz nasıl öğrendiniz?
-Beni bebek odasına çağırdılar. “Herhalde sünnet için konuşacaklar” dedim. Baktım, bebek odasında ağlayan bir anne baba. Ve yan yana iki bebek. Ve hemşireler. Birden panikledim, sandım ki çocuklarda bulaşıcı hastalık filan var. “Ne oldu?” dedim. “Bebekler karışmış” dediler: “Biz kamerada tespit ettik. Şimdi sizlere doğru bebekleri vereceğiz!” O an Duygu geldi aklıma. Ben ona bunu nasıl anlatacağım? 24 saattir başkasının çocuğunu emziriyor. “Oğlumuzun resmi” diye fotoğraflar yolladı. Düşününce ürktüm, nasıl karşılayacak bu olayı, nasıl algılayacak? Ama çaresiz gittim Duygu’yu çağırdım. Ve anlattım durumu. O da ağlamaya başladı. “Ben sizin oğlunuza çok iyi baktım, siz de bizimkine baktınız mı?” dedi. Tüm bunlar yaşanırken ne bir hastane yetkilisi ne bir doktor vardı. Bunlar Duygu’yu çok üzdü. Bir taraftan da hastane, bu bebek karıştırma işi basına yansımasın istediği için bizi bir an evvel göndermeye çalıştı. O arada Cerrahpaşa’da Göğüs Hastalıkları Bölüm Başkanı Profesör Sabriye Demirci geldi. Duygu’nun en az bir hafta daha hastanede kalması gerektiğini, durumunun iyi olmadığını söyledi. Bir gün daha kaldık. Pazartesi çıkarken ne bir kan sayımı ne de başka bir şey, öylece gönderdiler bizi.
Eve gidince n’oldu?
-Duygu yorgundu ama neşeliydi. Kucağında bebeği evine geldiği için mutluydu. Bu arada şiddetli bir ishali vardı. Herhangi bir tedavi de verilmedi. Hastaneden çıkarken, “Perşembe muayeneye gelin!” dediler. Biz de dedik ki “Salı zaten çocuğu kontrole getireceğiz, muayeneyi de o gün yaparsanız!” Birgül Hanım da “Hayır, gerek yok. Çok erken!” dedi. Belki muayene etseydi Duygu’nun vahametini görecekti, karım da ölmeyecekti.
Peki perşembe?
-Çocuğu alıp emziremeyecek kadar ishaldi. Bir de feci başı ağrıyordu. “İshal için bir önlem alın lütfen!” dedik. İşte o zaman, “Bazı testler istiyorum” dedi Birgül Hanım. Gidip kan verdik. Hastaneden çıktık, korse almak istiyordu Duygu, bir eczaneye girdik. “Kendimi iyi hissetmiyorum, eve dönelim” dedi. “Tamam” dedim. Ama ilaçları alırken telefon geldi “Hemen hastaneye gelin” dediler. Apar topar gittik.
Neden çağırmışlar?
-Trombosit 6 bine düşmüş de ondan! Ölüm sınırıymış. Ben aşağıdaki kayıt işlemlerini yaptırdıktan sonra yukarı çıktım, baktım Duygu koridorda oturmuş tek başına ağlıyordu. Ne bir sandalye ne bir sedye! “N’oldu?” dedim, “Bu akşam da burada yatıracaklar beni!” dedi. “Tamam sorun değil” dedim, “Ben gider Mert’i alır gelirim! Beslenme saatini kaçırmasın. Daha beş günlük!” Dahiliyeciyi bekliyoruz. Dahiliyeci hematoloğu arıyor. İlk defa hematolog lafı orada çıktı! Ama ulaşılamıyor. Sonra bulundu. “Ben gelmeden sakın bir şey yapmayın!” dedi. Ben hastaneden ayrıldım Mert’i getirmek için. Döndüğümde Duygu kötüleşmişti zaten, ateşlenmiş, havale geçiriyor gibiydi. Yanında hemşire ve hastabakıcıdan başka kimse yoktu. Bence o sırada, o hastanede bir akıl tutulması yaşandı. Hastanenin kendi doktorları bile ortada yoktu. Duygu, otururken birden bire bilincini kaybetti. Tam o sırada doktorlar geldi. Birgül Hanım, “Yoğun Bakım’a gönderin” dedi. Tomografi çekilince beyin kanaması geçirdiği anlaşıldı. Ve sonra uyutuldu. O günlerdir beklenen hematolog da o zaman geldi. Doğumun ertesi günü gelmiş olsaydı bütün bunlar başımıza gelmeyecekti.
Bitti mi yani? Başka bir şey yapmadılar mı?
-Başından beri, “Burada mı kalsın, başka yere mi gitsin?” diye konuşuyorlardı aralarında, biraz ilerideki Memorial’a naklettiler. Onlarda bu plazmaferez makinesi varmış. Sağ olsunlar hemen ameliyata aldılar. Ama ne çare, geç kalınmıştı, 20 gün sonra hayatını kaybetti. Uçtu, gitti...
Uzm.Dr. Ozan Tanyü (Radyolog)
Kader değil hatalar zincirinin sonucu
Sizce Duygu, göz göre göre mi öldü?
-Bence, gözler göre göre öldü! Bir değil, birden fazla göz. “Tıpta hastalık yoktur, hasta vardır” diye bir tabir mevcut. Yani siz her vakayı kendi içinde değerlendirmek zorundasınız. Bir artı bir, bazen iki etmiyor. Bu olay nasıl oldu derseniz, ben Tanrı’ya inanan bir kişi olarak, “Kader” diyemiyorum. Hatalar zincirinin sonucu diyorum. Ben bir tıp adamı olarak pek çok hata görüyorum.
Birincisinden başlayalım...
-İlki doğum öncesi hatalar. Elimde Duygu’ya ait üç kan tahlili var. Üçünde de trombositler 150 binin altında. Hatta ilk tahlil de iyi bir yerde yapılmış. Altına parantez açmışlar: “Trombosit sayısı, peliferik yayma incelemesiyle kontrol edilmiştir.” Oradaki laborant bile bunun ciddi düzeyde düşük olduğunu fark edip, ayrıca makinenin dışında alıp, yayma yaparak, tek tek incelemiş. Ocak ayında yapılan bir tespit bu. Hamile olduktan sonraki ilk testi. Bir sonrakindeyse, kan sayımı yapılıyor ama trombosit kontrol edilmiyor.
Bunlar kimin kontrolünde olmalıydı?
-Tabii ki doktoru Birgül Hanım’ın! Doğum öncesi süreç iyi takip edilmemiş. Evet, hamilelikte düşük trombositle seyreden vakalar var ama üç testte de düşükse, ciddiye alınmalıydı. Hastaya da hasta yakınlarına da bilgi verilmeliydi. 21 bin trombositle hastayı sezaryenden çıkarıyorsunuz. Sabaha kadar hiçbir şey yapmıyorsunuz. Sabahleyin tekrar kontrol ediliyor, 26 bine çıkmış. O birkaç gün içinde yan etkileri olabilecek tedaviler uyguluyor. Ama hiçbir hematolog gelip Duygu’yu görmüyor. Sonra dahiliyeci olduğunu söyleyen biri geliyor ve diyor ki, “Sizde ‘Helpp’ diye bir hastalık var. Doğum sonrası trombositleri yıkan ama sonra tedaviyle tekrar düzelen bir şey! Biz bunun için hematolog görüşünü isteyeceğiz ve siz çıkmadan önce bunu gerçekleştireceğiz” diyor. Eşimle biz oradaydık, kulaklarımızla duyduk. Ama o hematolog Duygu’yu hiçbir zaman görmedi. Taburcu edilmemesi gerekirken ettiler. Perşembe günü çağırdıklarında hâlâ bir hematolog görmüyor. Tahlil için kan alıp eve gönderiyorlar. Tahlil sonuçları çıkınca da apar topar geri çağırıyorlar, çünkü trombosit 6 bine inmiş. Ölüm sınırı.
Beyin kanamasını ne zaman geçiriyor?
- Saat iki gibi hastaneye geliyor. İki ile beş arasında hiçbir müdahale yapılmıyor. Konsültasyona çağırdıkları hoca diyor ki “Ben gelene kadar hastaya bir şey yapmayın.” Saat altı gibi geliyor. Ama zaten saat beşte beyin kanaması gerçekleşmiş. O sırada acilen kanın temizlenmesi lazım. O da plazmaferez denilen bir makineyle oluyor. 50 metre ileride bunu yapabilen bir hastane var: Memorial. Ama basiretleri bağlanıyor, kararlar geç alınıyor. 5-6 faktör bir araya geliyor ve kaçınılmaz son gerçekleşiyor!
Doğru tetkik ve müdahaleyle yaşıyor olabilirdi.
-Kesinlikle! Ben doktorunun sorumluluklarını yerine getirmediğini düşünüyorum.
Kadıköy Şifa Ataşehir Hastanesi Kadın Doğum Uzmanı Dr. Birgül Karakoç
Suçlamaları reddediyorum!
Hakkınızdaki suçlamalara ne diyeceksiniz?
-Reddediyorum. Aile, olan biteni sadece kendi cephesinden anlatıyor. Tahlil ve tetkikleri yapmadığım doğru değil. Gebelik süresince üç kez yapıldı. Evet, trombosit, hepsinde 150 binin altında çıktı. Ama Adli Tıp da zaten söyleyecektir, gebelik farklıdır, biz ancak 100 binin altına düşünce patolojik olarak değerlendiririz.
Ama hematolog görüşü de almamışsınız...
-Evet, almadım. Çünkü bizim hastanemizde 24 saat süreli hematolog yok. Ama hastayı dahiliyeci gördü, o da, “Hematoloğun görmesi gerekiyor” demedi. Bana haksızlık yapılıyor benimle ilgili bir olay değil yani. Evet, 20 bin trombositle sezaryen yaptım ama yapmam gerekiyordu, bebek ölüyordu çünkü. Perşembe günü geldiğindeyse trombositi 6 bine düşmüştü ama ben çağırdığım için geldi. Size anlatılanlar doğru değil yani.
Sonuçta 32 yaşında bir kadın öldü!
-Evet. İnanın ben de üzgünüm, 7 yıldır tanıyordum Duygu’yu. Benim için de kolay değil. Ama bu bir hastalık. Beyin kanaması olmayabilirdi. En son görülen şeydi. Ama oldu. Hastalığı, atipik seyretti. Tüm bu detaylar yargı süresinde değerlendirilecek zaten.
Siz hiç sorumluluğunuzun olmadığını mı söylemeye çalışıyorsunuz?
-Bakın olayda herkes sorumlu, annesi de babası da. Duygu’nun mevcut durumu tespit edildiğinde, “Bizim burada hematoluğumuz yok. İsterseniz sizi hematoloğu olan bir yere gönderelim” dedim. “Bizim sigortamız burayı karşılıyor. Başka yere gitmeyeceğiz” dediler. Ama bundan hiç söz etmiyorlar. Kendi hataları da var yani.
Bebekler nasıl karıştı?
Bebek karıştırma olayına ne diyeceksiniz peki? Böyle bir rezalet olabilir mi?
-Karıştırılan, bebeklerin kimlikleri değil. Sadece pusetlerdeki bebekler, yanlış odalara götürülüyor, o kadar. Zaten 24 saat sonra fark ediliyor ve düzeltiliyor. Bu yanlışlığı yapan hemşirenin işine son verildi. Oluyor bu tür şeyler. Üç yıl önce çok ünlü bir hastanede de benzer bir olay oldu. Yanlış bebek, yanlış eve gönderildi, gerçek bir hafta sonra anlaşıldı.
Böyle bir şeyin özrü olabilir mi?
-Tamam, bunun özrü yok. Hastaneyi savunmuyorum ama prosedürlerin tamamı uygulanmış vaziyette, ortada hemşire hanımın yaptığı bir hata var. Olay bundan ibaret.
Doç. Dr. Pınar Seymen (İç hastalıkları)
Mutlaka bir hematoloji görüşü alınmalıydı
Siz bir hekim olarak bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Duygu’ya yanlış tanı konulmuş. ‘Helpp sendromu’ denmiş ve iş bu noktalara gelmiş. Oysa hastalığı TTP. Tedavisi de plazmaferez dediğimiz bir tedavi. Yani kanın filtre edilmesi. Kanın sıvı kısmı temizlenseydi bu iş çözülebilirdi.
Peki sizce sorumluluk kimde?
-Tabii ki kadın doğum hekiminde. Onun ‘helpp sendromu’ diye yönlendirmesi var. Hastanede dahiliye hekimi de bakmış, o da helpp olarak kabul etmiş. Mutlaka bir hematoloji görüşünün alınması gerekiyordu, alınmamış. Trombositi 84 binken taburcu edilmesi de bence çok riskli. Zincirleme hatalar var. İhmal var, özensizlik var.
Her hamile kadında yapılması gereken aslında çok basit testler miydi bunlar?
-Tabii basit bir kan sayımı... Keşke daha dikkatli olunsaydı. En baştan bir hematoloji konsültasyonu istenseydi ve doğru düzgün tanı konup, ona göre tedavi edilebilseydi... O zaman Duygu bugün yaşıyor olurdu.
Sizce bu olayda kim ceza almalı?
-Ben bir yargı mensubu değilim ama burada en baştan beri olan ihmal araştırılmalı. Bir doktorun, uzmanlık alanı olmadığı konuda karar vermesi yanlış.
Peki çocuk karıştırmak?
-Kabul edilemeyecek bir şey bu çağda! Hem de İstanbul’un ortasında. İnanılır gibi değil.
Paylaş