Kendimi onun mekanında rahat hissederim. Evimde gibi...
İstisnasız her gün giderim.
***
Bazen bıcır bıcır herkesle sohbet ederim. Ayşe, sosyaldir o gün! Bazense apartman yıkılacak gibi suratımı asarım. Ayşe, içine kaçmıştır, depresyondadır! Böyle hissederken yorganın altından çıkmak istemez ya insan. O hesap. Tek farkla, benim için: Ya yorgan ya City Club! Ben spora sığınmayı, yorganın altına saklanmayı tercih ederim!
***
Yani sloganım şudur: İstanbul'daysam her gün Hillside Etiler'e gideceğim...
Karnım burnumda olsa da gideceğim. 40 dakika yürüyeceğim.
Tamam mı, iyi geliyor bana...
Lütfen, girme sporla arama!
***
Cumartesi gecesi de ‘kardeş’i ziyarete gittim. Kardeş, karşıda. Adı Hilside Trio.
Bu, yeni doğmuş. Daha bir yıl olmuş.
E tabii gen çekiyor, abi-kardeş, konseptleri birbirine benziyor. İki mekanda da, bütün bir gününü geçirebiliyorsun. Spor yapabiliyorsun, yemek yiyebiliyorsun, masaj yaptırabiliyorsun ve tabii sinemaya gidebiliyorsun...
Zaten cumartesi gecesi orada olmamın sebebi bir filmdi. Bridget Jones'un yeni filminin galası vardı: ‘The Edge of Reason.’
Etiler'deki abinin 3 sinema salonu var. Kardeş Trio’nun 7. Belki de bu yüzden, parti, kardeşin evinde yapıldı. Kardeş, abiye göre şişman demek istemiyorum ama nasıl söylesem biraz daha iri. 500 kişiye ev sahipliği yapacak kadar iri!
***
City Club ve Trio nasıl kardeşse...
Ben de Bridget Jones'la kardeşim!
Ondan önce başladım, onun gibi yazmaya. Daha doğrusu, o benden sonra başladı benim gibi yazmaya. Yani kaçmazdı bu film.
Pek çok kişi benim gibi düşünmüş olmalı ki, filmin galası tıklım tıklımdı.
‘Bismillah’ dedik, fuşya rengi perdeyi aralayıp içeri girdik. Bu galada kırmızı halıda yürümüyorsunuz efendim; fuşya, filmin ve gecenin rengi, halı da haliyle fuşya!
O da ne! Flaşlar patlıyor. Ha ha ha!
Futbol topu yutmuş gibi duran benim de fotoğraflarımı çekiyorlar.
Bazen öyle salak oluyorum ki, şimdi manası var mı, araba farı görmüş hamile tavşan gibi oracıkta kala kalmanın? Yok!
Ama kalakalıyorum. Böyle durumlarda ne yapacağımı asla bilmiyorum.
Hiç belli etmem ama yapı olarak fevkalade utangaç biriyim, tanıdığım ve arkadaşım olan birkaç fotoğrafçı dışında, elinde kamera ve fotoğraf makinası tutan herkesten korkuyorum, bir türlü güvenli kadınlar gibi şu objektiflere bakamıyorum, gözlerimi kaçırıyorum, ağzımı yüzümü şekilde şekilden şekile sokuyorum. Ve o anda durumu çakıyorum:
Böyle galalarda, açılışlarda, partilerde, sergilerde, düğünlerde poz vermek maharet istiyor, tecrübe istiyor. İddia ediyorum, magazin dergilerinde sürekli yer alan o kadınlar, nasıl poz vereceklerini evde, aynada çalışıyorlar. Gazeteciler ‘Bilmem kim hanım, bir fotoğraf alabilir miyiz?’ dediklerinde, güya istemeye istemeye, kameraya dönüyorlar, ‘Madem bu kadar ısrar ediyorsunuz!’ diyorlar ve hemen evde ayna karşısında çalıştıkları o duruşu alıyorlar.
Aksi mümkün değil. Açın bakın o dergilere. Yüzlerde hep o aynı gülümseyen ifade, bir ayak önde, çanta bilmem nerede, ya tam yan dönülmüş, ya vücudun ağırlığı bir bacağa verilmiş... Yani biliyorlar bu işi!
Bense nasıl beceriksizim!
***
Bridget Jones da öyle... Hem de her konuda! O yüzden bütün bir film, kahkahalarla gülüyorsunuz. Cuma başlayacak bu filme, mutlaka gidin derim. Yani benim spor yaparken her şeyden koptuğum gibi şu dünyadan kopmak istiyorsanız, kendinizi şımartmak istiyorsanız, 2 saat iyi vakti geçirip, gülmek istiyorsanız...
Bazı yerlerde ayıp belki böyle yazmak ama ‘anırarak’ güleceksiniz...
Tabii izlediğiniz her popüler şeyi ‘Çok yüzeysel, çok sığ’ olarak değerlendiren sivri zekalılardan değilseniz!
Her hangi bir mesajı, sosyal içeriği filan (Allah'tan!) yok bu filmin. Baştan uyarayım da... Senaryo da mükemmel değil. Hiçbir şeyi mükemmel değil.
Ama sıcak ve komik bir film.
Belki de o yüzden hoş.
Ne yalan söyleyeyim, İngiltere'de bu kadar patırdı kopartmasını ve eleştirilmesini hiç anlamıyorum. Filmin, sinema tarihinin en sıkı filmlerinden biri olarak beynimize çakılma iddiası yok ki. Seyret ve gül. Birincisiyle kıyaslanmasını da anlamıyorum. O birincisiydi, bu ikincisi.
Niye hayatı bu kadar zorlaştırıyoruz ki...
Gitmek istemiyorsan da, gitme kardeşim!
HAMİŞ: Ama sen yine de spora git! Hilside olması gerekmiyor, herhangi bir kulübe üye ol. Ya da Boğaz'da koş, ormanda koş, evine koşu bandı al, koş. Gerçekten. Spor yapmamak resmen hıyarlık! Bak alınma, senin iyiliğin için söylüyorum. Sonra... Sen hala sigara içiyor musun? Bırak. Bir de... Kadınsan, hamile kalmayı düşünüyorsan ama hep erteliyorsan... Ben ``Yapma!’’ derim. Yani erteleme anlamında söylüyorum! Yoksa, çocuk yap. Neyse... Haftanın ilk gün seni bunalıma sokmayayım... Gözlerinden öperim!