Paylaş
Kendimi bıçaklamak filan istiyorum.
Çok sıkıldım.
O derin siyasi analizlerden.
Ahkam kesmelerden.
Komplo teorilerinden.
Öyleydilerden, böyleydilerden.
Bir de galiba ben yaz moduna girdim.
Çeşitli laf sokmalar, hakaretler, bel altı vurmalar, iktidar savaşları umurumda bile değil.
Bıktım sizin erkek oyunlarınızdan!
* * *
Evet, adam karısını aldatmış.
Bu kadar basit.
Milyonlarca erkeğin yaptığı gibi.
Yapamayanların da yapmak istediği gibi.
Evet, kötü bir şey, rezil bir şey, felaket bir şey.
Ama onun meselesi.
Onun zaafı.
Onun ilişkisi.
Bizi ilgilendirmiyor.
Zaten bütün erkekler bu haltı yiyor.
Bu memleketin Başbakan’ı hariç!
Bu meseleyi göğsüne bu kadar rozet yaptığına göre, o eşini hiç aldatmamış.
Aman ne güzel.
* * *
Ben artık Erdoğan’ın beyanatlarını okumak istemiyorum.
Eskiden yine de, “Ne demiş Başbakan, bir bakayım” diyordum.
Şimdi...
Af buyurun, tahammül edemiyorum.
“Biz eşine ihanet edenleri mağdur göremeyiz” ne demek?
Ne fena bir laftır böyle.
Gerçekten yakışır mı bir Başbakan’a?
Ya da, “Biz Meclis’te Anayasa’yla uğraşırken, Genel Başkan başka yerlerdeydi” demek.
Nasıl bir seviyedir bu?
İnsan aklını kaçırır bu ülkede.
Şunu anlamak bu kadar zor mu:
Tamam insanın karısını aldatması iyi bir şey değil, fakat bu durum bizi ilgilendirmiyor, sadece o insanın eşini bağlıyor.
Ama ahlaksız bir yöntemle, bir başka bir ahlaksızlığın ortaya çıkarılması bütün ülkeyi bağlıyor!
Başbakan’ın bu lafları da, insanların özeline girmeyi, dikizlemeyi, montajlamayı, dinlemeyi, kaydetmeyi ve aldatmanın kasetini yapıp internete vermeyi meşru kılıyor.
Lanet olsun ya.
Ne biçim bir ülke olduk biz.
Biz layık mıyız bu tartışmalara, bu tür insanlara?
Benim Başbakan’a her şeye rağmen saygım vardı.
Şimdi kalmadı.
Benim bu işten anladığım:
Artık savaş boyaları çoktan sürüldü.
Kim kime, ne kadar belden aşağı vurabilirse vuracak...
İyi de sonra ne olacak?
Bu işin en dibi neresi?
Var mı?
* * *
İnsan, kendinden de sıkılır mı?
Bana şu anda o oldu.
Sıkıldım.
Acilen kaçmak istiyorum bu meseleden.
Ama öyle bir şey ki, nereye gitsen karşına çıkıyor.
Gelin sizi Vietnam’a götüreyim, siz de biraz nefes alın...
HAMİŞ: Ahmet Hakan, “Siyasetçiler rock’çılar gibi yaşayabilir mi?” diye sordu. “Deniz Baykal mesela Teoman gibi yaşayabilir mi? Daha sorumlu olması gerekmez mi?” Yanıtın, “Evet gerekir” şeklinde olacağını zannediyorsanız, fena halde yanılıyorsunuz. Benim şahsi fikrim erkek, erkektir, kadın da kadın. Evet konumların önemi var ama esas olarak bizler duygularımızla hareket ediyoruz. Zaaflarımız var. Siyasetçi olmak, erkek ya da kadın olmaya engel değil ki Kennedy, Clinton, Berlusconi... Daha bir sürü örnek sayılabilir. Bunların hepsi rezil adamlar mıydı? Karısını aldatıyor diye işini kötü mü yapıyorlardı? Geçiniz bunları, geçiniz. Erdoğan da aldatmıyor, çok mu iyi Başbakan yani?
Soft opening
Alya, Vietnam ’da kendini aştı.
Çeneşi düştü!
Annesi gibi.
Filtresi filan da kalmadı.
Benim içki içince filtrem kalmıyor, “dannnn” diye asla söylenmemesi gereken her şeyi söyleyiveriyorum.
Alya’ nın içkiye de ihtiyacı yok.
Doğuştan öyle.
* * *
Vietnam’da girdiğimiz bütün lokantalarda garsonlara hesap sordu:
“Siz niye köpek yiyorsunuz?”
Aman Allahım!
Biz sevgilimle, “Alya, susar mısın?” filan yapıyoruz ama o, kaşları çatmış, asla taviz vermiyor, sorusuna yanıt istiyor:
“Siz niye köpek yiyorsunuz?”
Çocuğa şimdi nasıl anlatırsın, “Evladım, bu kültür farklılığı, onlar için normal” filan diye.
İmkânı yok, anlatmadık.
O zaten tavşanların da yendiğini öğrenince kahroldu.
‘Hımmmy boy’umuz var ya evde, onu nasıl fırına koyarlar diye.
Bir zamanlar tavşandı, artık bir kedi bizimki.
Vietnam’da kedi de yendiğini asla söylemedik tabii Alya’ya.
Artık bu kadarını da bilmesin, daha 5 yaşında.
Zaten bu aralar kafası çok karışık, bana bütün Vietnam boyunca, “Beni babamla sen mi yarattınız? Allah mı yarattı?” diye sordu.
* * *
Aslına bakarsanız, Vietnamlılar da bütün köpekleri yemiyorlar, onların da evcil hayvanları var. Evlerinin önünde köpek bağlıysa mesela, sorun yok.
Ama...
Evlerinin önünde kafeste köpek görürseniz, o işte eyvah!
Bir de şimdi bir şey söyleyeceğim ama okuduktan sonra unutun, tamam mı?
Bizim rehber anlattı.
Vietnamlılar, köpeklerin, sıcak havalarda insan sağlığına iyi geldiğine inanıyorlar, o yüzden yiyorlar. Afiyetle yemeleri için de derisini çıtır çıtır hale getirmeleri gerekiyor.... Muş! Ama asıl vahşet şurada: Köpekleri kesmeden önce, sopayla iyice bir dövüyorlar ki, kan deride toplansın, yağa atınca “cosss” diyi pişsin, hemen çıtır çıtır olsun.
Şüphelendim tabi acaba rehber uyduruyor mu diye...
Bir iki lokanta da sordum, anlattıkları doğruymuş.
Rehberimiz bir şey daha söyledi.
Vietnamlıların eskiden beri gerçekleştirmek istedikleri 3 büyük hayalleri varmış.
1- Koloni döneminden kalma bir evde oturabilmek. Çok güzel evler çünkü. Müthiş yapılar. Ve herkese nasip olmuyor.
2- Çin lokantasında yemek yiyebilmek. Özendikleri bir mutfak. Ama sonra genç jenerasyon fazla yağlı bulur olmuş o yemekleri. Şimdi Vietnam mutfağını tercih ediyorlar.
3- Bir Japon eşe sahip olabilmek. Çünkü geyşa ruhları yüzünden erkeklere iyi hizmet ediyorlarmış.
Bunları anlattı durdu ama sonra “Üçüncü madde güncelliğini yitirdi” dedi.
“Neden?” dedim.
“Kimse flat screen istemiyor” dedi.
Ben düz ekran televizyonla ne demek istediğine uyanamadım.
“Ne demek istiyorsun?” diye üsteleyince, utangaç bir şekilde memelerimi gösterdi.
O zaman jeton düştü, Japon kadınlar küçük memeli.
Oradan muhabet tüylere geçti.
Dedi ki, “Biz Vietnamlılar için tüy çok önemli, hatta erkekliğini simgesi. Şöhreti yakalayıp parayı bulanın ilk işi Hong Kong’ta koluna tüy nakli yaptırmak...”
Gerçekten de dikkat ettim, Vietnamlı erkeklerin kolunda tek bir tüy yok.
“Vay be” dedim kendi kendime, “Bizim magandalar demek ki buranın kralı olurdu..!”
(To be continued)
Paylaş