Zafer Mutlu, 4. ve son yayın yönetmeni röportajım olacaktır.
Haberiniz olsun.
Bundan sonra bir gen yay. müd'le asla!
İlk üçünde yeteri kadar zorlanmıştım.
Ama 4.’de resmen yere yapıştım.
Adam işi biliyor. Adam zeki. Adamın hayatı benim gibileri idare etmekle geçmiş. Karşısına zam almak için geleni zamsız göndermiş, hiç alakası yokken, bir sürü insana zam yaparak sevindirmiş. Özellikleri olan biri yani. Kurt yani. Sıkı gazeteci yani. İnsanı susuz getirir, susuz götürür yani. Kimse boşuna Zafer Mutlu olmuyor yani.
Daha cümle ağzımdan çıkar çıkmaz neyin peşinde olduğumu anlıyor ve cevabını veriyor.
Al başına belayı!
Niye kalkarsın böyle bir işe?
Oysa bu röportajı yapmayı ben istedim, çok istedim, Allah'ın sopası yok ki, sonra pişman oldum, ‘‘Patronlar istedi röportaj yaptı’’ diyecekler, alakası yok halbuki, Ercan Arıklı'ya yalvardım bu röportajı ayarlasın diye.
Ağzımın sularının akmasının nedeni de Zafer Mutlu'nun uzun zamandır kimseyle konuşmamış olmasıydı.
Gazetecilerin öyle bir hırsı vardır, konuşmayanı konuşturmak.
Ama o anlattıklarını anlayabilmek benim için kolay değildi çünkü başka bir seviyeden konuşuyordu.
Boyum kısa kaldı anlayacağınız.
Sayesinde çok çok yakında çıkacak Vatan Gazetesi binasını gördük. Daha henüz yeni dekore ediliyor. Yepyeni bir gazete doğacak orada ve herkes anlatamayacağım kadar heyecanlı. Açıkçası ben de öyleyim. Çünkü bütün Türkiye gibi ben de merak ediyorum, nasıl bir gazete olacak, neye benzeyecek, neyi savunacak, kimlere rakip olacak.
Hepsinin cevabını bu röportajda bulacaksınız...
SEN İSTANBUL GAZETECİSİ OL DİYEN ATTİLA İLHAN
Siz alaylı gazeteci misiniz yoksa mektepli mi?
- Gazetecilik Yüksek Okulu mezunuyum. Ama kendimi mektepliden çok alaylıya yakıştırırım. Çünkü üniversite 1'de mesleğe başladım. Çok ciddi bir entelektüel olmasam bile okur yazar bir adamım...
Sizin bu mesleğe başlamanızda rol oynayan biri var mı yoksa kendi kendinizi mi yaktınız!
- Dedem Tunceli'nin tek kitapçısıydı, aynı zamanda tek gazete bayii. Eski arzuhalciydi, yani mahkemelerin önünde dilekçe yazardı, sonra kitapçı oldu. Babam ise Petrol Ofis'te memurdu ve biz Malatya'da oturuyorduk. Ama yazları en büyük keyif, Tunceli'ye gitmekti. Dedemin dükkanında tezgahtarlık yapacağım ya! Akşam üzeri 4'te Gameda otobüsü gelirdi, gazeteler çıkardı, ben de o gazeteleri satardım. Sonra annem Tunceli'ye gelir, bizi alır bu sefer de Sivas'a götürürdü. Dayım Sivas'taki tek gazetenin sahibiydi, günlerim hep o gazetede geçerdi. Belki etkilendim, belki etkilenmedim ama ben hep gazeteci olmak istedim...
EFENDİM’SİZ KONUŞMADIM
İstanbul'a gelmeniz için sizi ikna eden kim?
- Attila İlhan! İhtiraslarımı, hırslarımı bilirdi, o bana hep ‘‘Sen İstanbul'a git. Günaydın'a. Sen İstanbul gazetecisi ol’’ derdi. Allah bin defa razı olsun!
Siz orada çalışırken Günaydın Türkiye'nin en havalı gazetelerinden biriydi. Günaydın'ı bırakmanızın sebebi neydi?
- 83'te Günaydın'ın bir numaralı yöneticisi oldum. İstanbul'a geldiğimin üçüncü yılında. Şeklen değil ama fiilen. Ve 85'e kadar böyle gitti. İki insanı sürekli uzaktan izliyordum. Tanımadan. Biri Ercan Arıklı, diğeri Dinç Bilgin’dir. Sonradan Ercan'la dost oldum, Dinç Bilgin de patronum oldu. Bir gün olsun kendisiyle ‘‘efedim’’siz konuşmadım. Hiçbir zaman onun bana gösterdiği rahatlığı suiistimal edecek bir laubalilik yapmadım. Dinç Bilgin, Rahmi Turan'ı aldıktan sonra beni de çağırınca hiç tereddüt etmedim. Çünkü Haldun Simavi'nin bu işlerden çekileceğini ve gazeteyi satacağını, mesleğin sonuna geldiğini, bıktığını tespit etmiştim...
Peki Dinç Bilgin sizi gelmeye nasıl ikna etti? Maddi vaadleriyle mi?
- Tabii ki gelecek vaadiyle! Maddi menfaatim olmadı. Günaydın'da 1. adamdım ve 750 bin lira maaş alıyordum, Sabah'a 500 bin liraya ve 4. adam olarak gittim.
PARAŞÜTLE İNMEDİM
Sabah'ın yayın yönetmenliğine paraşütle inmediniz yani?
- Hiçbir yere hayatımda paraşütle inmedim ben. Ya olağanüstü bir eğitiminiz olacak, ya da babanız dayınız bilmem kim olacak. Bende ikisi de yoktu... Ama bir yıl sonra Sabah'ın yayın yönetmeni oldum. Tahminimden erken oldu, Rahmi Bey ayrılınca, bana teklif edildi, başaracağımı biliyordum. Dinç Bey'in bir lafı vardır: Tevazu eşeklere mahsustur. Bu konuda tevazu etmeme gerek yok, çok iyiyimdir ben işimde!
Zafer Mutlu maddi değil de manevi sorunlarını nasıl aşıyor? Nasıl bir savunma mekanizması onunki? Mesela çok yakın bir dostundan ayrılmak, canından çok sevdiği birini kaybetmek, yıllarını geçirdiği karısından boşanmak. Ya da çok sevdiği bir gazeteci arkadaşının onu patron dalkavukluğuyla itham etmesi... Bütün bunları içine nasıl sindiriyor?
- Mesleki suçlamalar beni ilgilendirmiyor. Üstelik normal. Çok başarılı bir gazetecilik dönemi geçerdim. En alttan başladım, en tepeye kadar geldim. Dalkavukluk meselesi mesela konuşmaya bile değmez. Bazı insanları bir yerlere getirirsiniz, siz elinizi çekersiniz sürünmeye başlarlar. Ben onlara niye üzüleyim? Açığı olan insan telaşlanır, ben sakinim. Ama çok sevdiğiniz birini kaybetmenin acısı başka... Onun tarifi yoktur.
DİNÇ BİLGİN'E 7 SAYFALIK MEKTUP
Büyük travmalar insan ilişkilerinde sıkıntılar yaratır. Ben Dinç Bilgin'le ayrıldık diye düşünmüyorum, biz rekabet edeceğiz. Ama Dinç Bey'i çok severim ve saygı gösteririm. Hálá onunla konuşmadım. Mutlaka konuşacağız. Ama önce sadece onun bileceği, asla açıklamayacağım, oturduğum zaman nasıl yazacağımı bildiğim 6, 7 sayfalık bir mektup yazacağım kendisine. Çünkü biliyorum konuştuğum zaman dinlemek istemeyecek. Halbuki ben bu noktaya nasıl geldiğimizi kendisine anlatmak istiyorum. İnsanların rekabet etmesi ayrı şey uzun soluklu güven başka bir şey. Yine de biz rekabet edeceğiz. Hatta bu rekabet çok sert olabilir birbirimizi yok etmek anlamında bile olabilir...
SAMİMİ OLACAĞIZ
Turgut Özal bir şeyi söylerken, gırtlağından söylerdi. İnanarak söylerdi. Kemal Derviş de öyle. Ben de öyle konuşurum ve gerçekten inandığım şeyleri yaparım. Öfkem de arzum da yansır yaptığım işe. O his de insanlara geçer. Vatan'ı yaparken samimi olacağız...
YÜZDE 10 HİSSE KOMUTANA
Sabah'ın yayın yönetmeniyim, daha beş ay olmuş. Dinç Bilgin, ‘‘Seninle bir şey konuşacağım’’ dedi, iki tane viski içti, ‘‘Ya komutan’’ dedi, komutan derdi bana, ‘‘Ben pek hoşlanmıyorum böyle şeyleri konuşmaya ama’’ dedi, hızlı da konuşur, mahçup vaziyette, çünkü hiç para konuşmamışız ne o zaman ne daha sonra, ‘‘Bu böyle olmaz’’ dedi, ‘‘Sen benim ortağımsın, talimat verdim Sabah'ın yüzde 10'u artık senindir.’’ 17 yıl çalıştık, bir gün para konuşmadık, zaman zaman bazı şeyleri aracılarla tariflerdik...
HAPSE GİRMEMESİ GEREKİYORDU
Bankayı gazetenin finans ihtiyaçları için siz aldırtmışsınız. O yüzden de Dinç Bilgin ailesiyle aranız bozulmuş. Doğru mu bu?
- Olabilir mi böyle bir şey? Mümkün mü?
Dinç Bilgin hapse girdi, siz yırttınız! Bundan dolayı vicdan azabı duyuyor musunuz?
- Hapse girmemesi gerekiyordu. Kesinlikle. Bir tek gün bile içeride yatması yanlıştı. Benimle ilgili kararı ise hakimler ve savcılar verdi. Her türlü iddiayı söylediler ama alnımın akıyla çıktım. Fakat böyle söyleyince de, sanki cezaevine giren arkadaşlarım suçu hakettiler de ben haketmedim gibi anlaşılıyor. O yüzden bu konuyu konuşurken rahatsız oluyorum.