Paylaş
Bir de benim kapalı kıyafetim yok ki. Ne giyeceğim ben şimdi? Bir şey giyiyorum. Sevgilim, "Olmadı, bu gece kıyafeti gibi" diyor. Başka bir şey giyiyorum "Plaja mı gidiyorsun?" diyor. Sonunda uyduruyorum bir şeyler. "Tamam oldu" diyor. Ama hálá içimde bir endişe. İlk problemim "Ne giyeceğim?" idi, ikinci problemim ise "Ne çekeceğim?" Daha doğrusu, fotoğrafları kim çekecek? Sevgilimin toplantısı var, benim kabiliyetim yok, Mine’yi gözüme kestiriyorum. Alya’yı İnoka’ya satıyoruz birkaç saatliğine, havuzu dolduruyor onu içine oturtuyor. Aslında onu da alırız yanımıza ama yaşı küçük, Türkiye’nin turizm ve kültür politikasını da ilginç bulacak hali yok, sıkılır! Tam evden çıkarken, felaket asla tek başına gelmez, sloganı kendini bir kere daha belli ediyor. Fotoğraf makinesinin şarjı bitmiş, son anda sevgilimin makinesiyle maceraya atılıyoruz ki, nasıl kullanıldığına dair hiçbir fikrimiz yok. Neyse ki Mine’nin zekası, makinenin teknolojik seviyesinden üstün çıkıyor. İlk kez kullandığı halde makinenin dilinden anlıyor. Tek hamleyle profesyonel fotoğrafçı gibi algılanmanın keyfini çıkarıyor. Hatta bir milletvekili "Rica etsem, bana da fotoğraf gönderir misiniz?" deyip e-mail’ini verince, "Tabii neden olmasın?" diyor, gülüyor. Biz de röportaj boyunca sık sık güldük. Atilla Koç, benim gördüğüm bakanlara benzemiyor. Ne yalan söyleyeyim, gazetelerden tanıdığımdan farklı. Tanıştırıldığımda, "Merhaba" diyorum. Bir Türk olarak ilk refleks öpmek için yanağına uzatıyorum ki, yarı yolda aklıma geliyor, karşımdaki bir bakan. AKP’li bir bakan. Öpülür mü? Karısı cevap veriyor, "Öp, öp, benim bir itirazım yok." Fark etmemeye olanak yok, Koç çiftinin son derece yumuşak, kıvrak, kendi içinde dengeli ve esprili bir ilişkileri var. Ne var ki, gazete sayfalarından edindiğimiz izlenim böyle değil. Durmadan gaf yapan, pot kıran, maksadı aşan laflar eden biri olarak tanıyoruz Atilla Koç’u. Zaten bugün burada bulunmamızın nedeni da bunu konuşmak. Neden? Nasıl oluyor da böyle? İstem dışı bir sonuç olarak mı karşımıza çıkıyor? Yoksa bilinçli bir şeklide kasten, bizimle dalga mı geçiyor? Cevabını aşağıda okuyacaksınız...
Siz medya ile dalga geçiyorsunuz?
- Edep ederim!
Yani n’aparsınız?!
- Edepsizlik addederim. Ben müeddep bir adamım, her ne kadar küfür etsem de, kimseyle dalga geçmem.
O zaman anlaşılmamaktan mustaripsiniz.
- Böyle söylemeyi de kendim için bir zaaf sayarım. Niye anlaşılmayayım? Size derdimi şöyle anlatayım: Geçenlerde eski eserler konusunda yeni bir anlayış başlattık. "Ne kadar kazıdıysak o kadar restore ya da konserve edeceğiz" dedik. Yani kazılardan elde ettiğimiz arkeolojik eserleri önce onaracağız, sonra da muhafaza edeceğiz demek istedik. "Tekrar kullanıma sunmak gibi amacımız var. En kötü, konserve etmek istiyoruz." Ertesi gün gazetelerde haber şöyle çıkıyor: "Bakan, konserve yapıyor!" Anlatabiliyor muyum?
Hayır. Bu kadar olay oldu. Sizin hiç mi kabahatiniz yok?...
- Var. Benim ifade tarzım da biraz anlaşılmaz. Şöyle ki ben hiçbir yabancı dili doğru dürüst konuşamam. Ama 4-5 dil üzerinde gramer çalışmaları yaptım. Mesela bir cümleden paragrafa geçtiğimiz zaman, "from sentence to paragraph", bir "main idea" (ana fikir) vardır, bir de "supporting idea"lar (destekleyici fikirler) ve tabii "result" (sonuç.) Ben bazen "main idea"yı söylemeden, "supporting idea"ları söylüyorum. Oradan "main idea"ya geçiyorum, sonra "result"a, ya da tam tersi. Bu da bir kafa karışıklığına yol açıyor. Bunu isteyerek mi yapıyorum? Hayır.
FAZLASIYLA AÇIĞIM
Bu sizin kafanızın çalışma biçimi...
- Aynen.
Bu yüzden de Hülya Avşar kadar reytinginiz oluyor.
- Ama ben bunun için inanın özel bir gayret sarf etmiyorum.
Peki bundan rahatsızlık duyuyor musunuz?
- Hayır. Ama insanım ben. Beni olmadığım bir adam gibi resmediyorlar, üzülüyorum. Kendimden ziyade iftira edenler için. Çünkü benim inancıma göre, iftira eden de canını teslim etmeden iftiraya uğrar. Bir başkasına yaşattığını yaşar.
Ama yine de medyada Hülya Avşar kadar yer alıyorsunuz maşallah. Sizinle insanlar iddialaşıyorlar, zıtlaşıyorlar...
- Yine söylüyorum, benim de hatalarım olmuştur. Ama ben açık bir insanım. Şeffaf olmayı savunuyorum hayatta. Zaten bu yüzden geliyor bu işler başıma. Çünkü ben yorum yapıyorum. Bazı konularda kişisel fikrimi söylüyorum, münakaşa ediyorum. Ama ben hayata da böyle bakıyorum. İnandığım kutsal kitabı bile böyle okuyorum. "Bu niye inmiş ki?" diyorum. Bir kocakarı inanma şekli vardır, sorgulamazsın, "Tamam böyledir" der geçersin. Ben sorguluyorum. Dinim engel olmuyor sorgulamaya, siz niye oluyorsunuz?
APTAL DEĞİLİM
Ama siz de insanların eline koz veriyorsunuz! "Ruslar görgüsüz" diyorsunuz. Bir bakanın söyleyeceği laf mı bu?
- Ben kimseye "görgüsüz" demedim. "Alternatif turizmi; yani yayla turizmini, kongre turizmini, termal turizmi geliştirmemiz lazım" diyordum, "Mass turizmde Rusların görgüsüzce para harcamalarına rağmen, adam başı 7000 dolar düşüyor, oysa termal turizmde bu 3000 dolar, golf turizminde 5000 dolar. Bizim bunu geçmemiz lazım" diyordum. Ana fikir, Rusların görgüsüzce para harcamaları ya da Almanların ne kıstığı, yani cimriliği değildi. Ama ertesi günkü manşet ne oldu: "Bakan diyor ki, Ruslar görgüsüz!"
Sizin "main idea" da güme gitti!
- Evet. Orada hatam var. "Supporting idea"lara takılıyorum. Arkadaşlarım ve kızlarım da tenkit ediyor. "Baba, main idea eksik kalıyor" diyor.
Belki de her şey bir anda aklınıza geliyor. Ama hepsi aynı anda elekten süzülemiyor.
- Öyle galiba. Kabul etmek istemesem de...
Ama en azından açıksınız. İkiyüzlü değilsiniz, sinsi değilsiniz, kafanızın içinde 500 tane tilki dolaşmıyor. N’apalım sizin de bu "main idea", "supporting idea" sorununuz var.
- Yoo o kadar uzun boylu değil, tilkiler dolaşıyor, gizli değil, benim tilkilerimi herkes biliyor. Yani aptal filan değilim.
Estağfurullah efendim. Aksine filozof bir tavrınız var...
- Yok o da çok iddialı. Ama felsefe güzel şey. Ben şiirle de ilgiliyim. Her Türk genci şairdir ya. Şiiri çok seviyorum. Divan edebiyatındaki metaforlar ilgi alanıma giriyor. Ama en çok romanı seviyorum.
Sizin yakınlarınız sizi anlatırken "derin", "derya gibi" bir adam diyorlar. Oysa, sizi medyadan takip eden biri günlük meselelerle uğraşan, "yüzeysel" biri yargısını yapıştırabilir. Siz bu ikisi arasındaki farkı nasıl açıklıyorsunuz?
- İkisi de mübalağalı.
Yolda yürürken "Ben sizden kısayım ama benim meselem boyumla değil, enimle" dediniz. Herkes fiziğiyle, bedeniyle bu kadar rahat dalga geçemez. Nasıl bu kadar komplekssiz davranabiliyorsunuz?
- İşte onu izah edebilsem, "derin" olurum!
Bu duruma nasıl ulaştınız? Okuyarak mı, yaşayarak mı?
- Okumak müthiş bir şey, ama gözlem de önemli. "Seyretmiyor musunuz gökyüzünü, seyretmiyor musunuz denizleri..." Mesela, bir uçağın havalanması beni çok duygulandırıyor. Ateş ve hava bir arada çalışıyor, siz heyecanlanmıyor musunuz? Ben James Joyce okurken de heyecanlanıyorum...
SÜZGEÇSİZ BAKAN
Galiba sizin dilinizin süzgeci yok...
- Var ama süzgeç bazen düşüyor!
Kişisel ilişkilerinizde de böyle misiniz?
- Tabii tabii. Bakan oldum diye başka bir adam olmadım. Arkadaşlarımla hálá haftanın bir iki günü Cafe Nezih’e giderim, tavlamı oynar, nargilemi içerim.
Yani "Bakanım" diye kasım kasım dolaşmıyorsunuz....
- Hayır. Zaten kasılmama gerek yok, efeyim ben.
Ama yine de bakanlık insanın bünyesini bozacak bir şey gibi geliyor. Ekstradan hava, caka filan verir sanki. İstemeden şişersin. İnsanın egosuyla oynayacak bir şey...
- İyi ama 20 yaşından beri benim egomla oynuyorlar. Ben 20 yaşında devletin kaymakam aracına bindim, biz o işleri aştık yani. 28 yaşında bakan müşaviri oldum. 40 yaşında vali oldum. 50 yaşında başbakan müsteşarı oldum. Bu saatten sonra hiçbir şey bozamaz bizi!
"Kızlarım beni faşistlikle suçluyor, oysa öyle değilim" dediniz. Bu nasıl bir şey? Size herkes, her şeyi söyleyebilir mi?
- Evet bana herkes her şeyi söyleyebilir. Yeter ki, edepli olsun.
Bazıları "Benim çocuklarımın ağzından böyle şey nasıl çıkar?" der...
- Olur mu, ben bu durumla iftihar ediyorum. Kimseye hakaret etmiyorlar ama kendilerini özgürce ifade ediyorlar. Kendime de pay çıkarıyorum, demek ki hanımla birlikte biz bu çocukları doğru yetiştirmişiz.
Çocuklarınızla aranız iyi mi?
- Çok. Bir tek küçük kızım bazen küsüyor. Ne yapacağımı şaşırıyorum. Bizim ailede olmayan bir şey. Küsüyor, benimle konuşmuyor. Ben karıma bir gün bile küsemedim. Bazen tavır alayım filan istedim ama karım müsaade etmedi. Biz karı koca birbirimize küsemiyoruz. Ama küçük kız, yapıyor. Oysa iyi bir şey değil küsmek Biz evde konuşuruz bunları. Bizim ev, çok açık bir evdir, herkes aklındakini söyler, yapar. Şeffaftır. Ama ben kızlarımın da oğlumun da odasının kapısını çalmadan içeri girmem. Onlar da bizim odaya girmez. Açığız ama bir mahremiyetimiz var.
KIZIM KÜSÜYOR
Diyelim ki, bir sabah, küçük kızınız geldi ve "Ben bu başörtüsünü artık takmıyorum" dedi...
- Tamamen ona kalmış. İngilizce söylendiği gibi: "Up to her."
Kızar mısınız?
- Hayır, üzülürüm.
Utanır mısınız?
- Estağfurullah. Çocuklarımdan niye utanayım? Ben kimseden utanmam. Söz konusu olan ibadetse, Allan bana bir başkasını yargılama ya da suçlama hakkını vermemiştir. Kimseye vermemiştir. Benim iki kızım da kapalıdır. Ama ben onlara açılın ya da kapanın demedim. Hayatta çocuklarıma söylediğim iki şey var: Biri yalandan kaçının, iki namazınızı kılın. Yaptıklarını zannediyorum. Ama zaman zaman ben bile hata yapıyorum, onların da hata yapma hürriyetleri var. Hata insanidir.
Yaptığınız açıklamaların partinizi zor durumda bıraktığı oluyor mu?
- Yok niye olsun. Ben herkesin Atilla abisiyim. "Ama delidir, ne yapsa yeridir" manasında değil.
Öyle bir beyanatınızı da hatırlıyorum: "Ben köyün delisiyim!"
- Ben öyle bir laf etmedim. Üzüldüğüm nokta, bizler espriyle gevezelik arasındaki farkı kavrayamıyoruz. Oysa, espri, zekanın zekatıdır.
Meslek hayatınızda kıskandı mı insanlar sizi?
- İdeolojik olarak birçoklarından farklıydım ama ben vali olduğumda "Vali olmak, Atilla’nın hakkı" dediler.
Şimdi de diyorlar mıdır, "Bakan olmak da hakkıdır..."
- Diyenler vardır, demeyenler de. Sistem gereği her milletvekilinin bakanlıkta gözü olması gayet normaldir. 80 milyonluk ülkede ancak 400 "representative" olabilir, yani milletvekili, bunların içinden "ministerable" kabiliyeti olan ancak 20 kişi çıkar...
Siz benimle konuşurken mi İngilizce kelimeler kullanıyorsunuz, yoksa genelde mi böylesiniz?
- Yok değilim. Sevmem de. Ağzımdan çıkıyor. Bir şey daha söyleyeyim, sakın benim İngilizce bildiğim hususunda yanlış bir kanıya kapılmayın, çünkü bilmiyorum!
BEN ÖZELEŞTİRİ YAPIYORUM BAŞKALARI DA YAPSIN
Ben özeleştiri yapıyorum. Ama lütfen başkaları da yapsın. Geçen gün bir dizide, bir hanım kaymakam sevişiyordu. Vay sen misin sevişen! Bütün kaymakam hanımlar ayağa kalktı, 20 tane var. Diziye reaksiyon gösterdiler. Oysa, ne gerek var? Bizim memleket de böyle. Hamam tellaklarını bir reklamda kullanacak oluyorsun -zaten hamam tellakı deyince de kızıyorlar, keseciymiş onlar- ayaklanıyorlar. Bu ülkenin berberi kızıyor, kapıcısı kızıyor, politikacısı kızıyor. Herkes kızıyor. Niye ya!
AŞKIN KUTSANARAK YAPILMASI GEREKTİĞİ KANAATİNDEYİM
Geçen gün Hıncal Uluç’un yazısında vardı: İki genç, Lale Bahçesi’nde sarılıyor ve öpüşüyor. Görevli onları "Edepli olun" diye uyarıyor. Siz bu ülkenin Kültür Bakanı olarak bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Görevli mi haklı, yoksa birbirlerine sevgilerini gösteren gençler mi?
- Kişisel olarak bir itirazım yok ama... Öpüşmek çok asil bir duygudur, o kadar aleniyete gerek yok...
Suç mu yani insanın içinden geldiği gibi davranması, üstelik bir başkasına zararı yoksa...
- Bizim için mesele olmayan başkaları için olabilir. Bazı asillikleri....
Ne yapalım yani, gizleyelim mi dört duvar arasında mı öpüşelim...
- Gizlemeyelim ama...
Kime ne zararı var o iki gencin el ele tutuşmasının, öpüşüp koklaşmasının...
- Zarar meselesi değil. Ama şahsi olarak düşüncemi soruyorsanız, hürmet öpüşmesi, el öpmesi, yanak öpmesi, seremoni öpüşmesi başka. Öbürü...
Yani içinde aşk ve şehvet olan...
- Hah onu söylüyorum! Ben aşk ve şehvetin kutsanarak yapılması gerektiği kanaatindeyim. Açıkta ve bir sergileme zihniyetinde olmasına karşıyım. Bu zihniyeti taşıdığı zaman aşkın ve sevişmenin kutsallığına halel geleceğini düşünüyorum.
Ama o sizin düşünceniz. Ben hálá sevdiğim adamla sokakta el ele yürümemin ya da öpüşmemin kime ne zararı var diyorum!
- Yok. Zaten bu soruları bana niye soruyorsunuz?
İyi de siz de Kültür Bakanı’sınız. Size sormayacağım de kime soracağım. Bu da bir medeni anlayış sorunu....
- Ben de o zaman o gösteri mahiyetinde öpüşenlerin en azından senede 5-10 tane roman okumalarını istiyorum.
Bir elma, bir armut. Tabii okusunlar da... Ama benim öpüşmemden devlete ne? Hem oradaki görevliye ne oluyor?
- Ben orada değildim, ben nereden bileyim.
Niye kimse o bekçiye "Sen ne karışıyorsun?" demiyor...
- Peki niye "Kızım, sen neden öyle davranıyorsun?" demiyor.
Niye sadece "Kızım"?
- Tamam haklısınız, "Oğlum..." da demeliydim? Dil alışkanlığı hep kızlara kızılır ya. Oysa ben oğluma verdiğim hürriyeti kızlarıma vermemiş değilim.
Siz bana hem diyorsunuz ki "Benim kızlarım bana, düşündükleri her şeyi söyleyebilirler, bu özgürlüktür." Gerçekten de öyle, şahane bir şey. Peki genç bir kızın sevdiği erkekle el ele tutuşması da bir özgürlük değil mi?
- Tutuşsun ama... İstanbul’dan buraya gelirken, tam yolun ortasında genç bir adam gördüm. Elini, genç bir kızın omzuna atmıştı, onu öpüyordu. Kız da öpüşürken etrafa bakıyordu. En az 5 dakika seyrettim onları. Benim gözlem gücüme de güvenin, orada bir egzibisyon (teşhir) vardı. Benim karışı olduğum, bu güzelliğin bir egzibisyona feda edilmesi.
Peki diyelim ki "teşhir" var. E ne olacak? Hepimizde bir miktar yok mu? Ben o bekçiye taktım! Bana en çok o zihniyet koyuyor. Benim edep seviyemi tayin etme hakkını ona kim veriyor? Niye kimse onu kenara çekip "Kardeşim, senin işin bu bahçeye ilgilenmek, sen işine bak" demiyor..
- Nereden biliyorsunuz demediklerini?
Ha deniyorsa şahane...
- Bak, bu kadar öfkelenmenize gerek yokmuş. Gördünüz mü, çözdüm konuyu...
Yooook, öyle kolay değil. Bu tür "bekçi"lerin uyarı aldığı gazetelerde yazmalı ki ibret olmalı. Kimse kendinde bir başkasına "Edepli ol!" deme hakkı görmemeli...
- Valla, gazeteler kendi istediklerini yazıyorlar, bizim istediklerimizi yazmıyorlar!
SOLCU DEĞİLİM AMA
Dubai izlenimleriniz neler?
- Bir ülkeyi ziyaret eden yabancı bir ülkenin bakanı hep iyi şeyler söyler! İkinci kez geliyorum, sürekli bir gelişme görüyorum. Evet burada kimsenin hayat alanına müdahale edilmiyor, evet burası hızla kalkınıyor, iyi hoş bir yer ama içimi yaralayan bir mesele var...
Nedir o?
- Kalkınmanın modeli. İnsan olarak beni yaralıyor. Ucuz emek meselesi beni hep üzmüştür. Solcu ya da sosyalist değilim ama insan olarak yaralıyor beni...
Dubai Emiri Şeyh Muhammed’le görüştünüz mü?
- Hayır. Siz görüştünüz mü?
- Hayır. Da... Siz görüşürseniz, "İyi bir kızımızdır. Sizinle röportaj yapmak istiyor" diye bana torpil yapar mısınız? "Bazen edepsiz sorular sorar, ama aslında edepsiz değildir de..." diyebilirsiniz...
- Değilsiniz tabii. Neden kendinize iftira ediyorsunuz?
Valla, size bir şey söyleyeyim biraz edepsiz olmak de iyidir. Öbür türlüsü de çok sıkıcı!
BEN KADINLARI ARTIK KENDİ EŞİMDE TECESSÜM ETTİREYİM
Çocuksu bir tarafınız var, insan hoşlanıyor...
- Eksik olmayın. Hanımım da benden hoşlanıyor.
Kadınlarla aranız nasıl?
- Hanımlarla herhangi bir problemim yok.
Siz kadınların seveceği türden bir insansınız. Güldürebiliyorsunuz, eğlendiriyorsunuz...
- Ben kadınları artık kendi eşimde tecessüm ettireyim...
Pardon, o ne demek?
- Cisimlendireyim demek... Ben kadınları çok seviyorum.
Haliyle eşinizi çok seviyorsunuz. Her seyahatte eşinize bir şey alır mısınız?
- Almaya çalışıyorum. Parfüm filan. Ama hanım, bana daha çok alır. En çok da kravat alır.
Hanım da, sizi, sizin onu sevdiğiniz kadar sever mi?
- Onu ben tartamam ki. Sevdiğini söylüyor.
Özler misiniz onu gün içinde, "Artık yeter canım. Memlekete hizmetmiş. Karımın kollarına gitmek istiyorum" der misiniz?
- Bunu her zaman hissederim..
Huzur mu verir eşiniz size?
- Huzur verir ama bazen "irrite" ettiği de olur. Siz de evlisiniz bilirsiniz...
Evet, bazen gırtlaklamak gelir insanın içinden...
- Yok, o kadar da değil! Ben bağırıp çağırırım ama asla bir kadına el kaldırmam. Annem son devresindeydi, hálá gözlerim dolar aklıma gelince, "Bak, evlendin oğlum. Karı-koca arasında her şey olur ama kadına asla el kalkmaz" dedi. Ben de onun sözünü hep dinledim.
Çok iyidir Atilla
Nasıl bir eş?
- Çok iyi bir eş. Ama önce hayırlı bir evlat...
Siz nereden biliyorsunuz?
- Kayınvalidemden. Rahmetli oldu. Çok iyi bir hanımdı. Atilla Bey’in annesiyle çok iyi bir ilişkisi vardı.
Siz ona Atilla Bey mi diyorsunuz?
- Yok canım, şimdi konuşurken öyle dedim. Rahmetli kayınvalidem, Atilla’ya hanımlara karşı nazik ve kibar olması gerektiğini öğretmiş. Ona "Kadınlara iyi davranacaksın. Yoksa, iki elim yakanda olur" demiş, öyle büyütmüş.
Çok neşeli ve çocuksu... Büyük oğlunuz gibi hissettiğiniz oluyor mu?
- Hissediyorum. Babam da zaten der bana, "Kızım senin 4 çocuğun var" diye. Sinirlenir ama anında sakinleşir. Çok duygusaldır, çok iyidir Atilla.
Kaç yıl oldu evlilik?
- 28 bitiyor.
Oooooo. Sizi 13 yaşındayken filan mı aldı? Çok genç duruyorsunuz?
- Olur mu, ben 55 doğumluyum.
Seyahatlerden dönerken size parfüm alıyormuş...
- Onu çok beceremez. En pahalısından almış. Hiç sevmediğim bir koku. Üzülmesin diye "Çok güzel" dedim. Alır ama bilmez. Boş ver, bilmesi de gerekmez.
Sizin tayyörünüzle onun kravatının aynı renk olması, sizin fikriniz mi?
- Evet. Atilla sever böyle şeyleri. Ona kalsa daha renkli giyinmemi ister. Kırmızı sever...
Kızlarınızdan biri "Ben artık başörtüsü takmayacağım" dese...
- Biz onların kapanmasına da karışmadık. Ben 17 yaşından beri kapalıyım. Küçük kızım Orta 1’de kapandı, kendi isteğiyle. Dışarıda kapalıydı okulda açıyordu. Büyük kızım ise, liseyi bitirip üniversiteye başlayınca. Biz hiçbir konuda çocuklarımıza baskı yapmadık. Gayet özgür çocuklar. Ne isterlerse yaparlar...
HANIM, SEN MİNYATÜR MÜSÜN
Yok hayır, basında çıkan haberlere kızmıyorum. Çünkü Atilla’nın bir suçu olmadığını biliyorum. Bizimle yaşasanız siz de anlarsınız. Geçenlerde Kastamonu’ya giderken, bir yerde, bir resim hediye ettiler ona. Üç tane hanımın yanına Atilla’nın resmini koymuşlar. "Hani ben neredeyim?" dedim. Bir espriydi. Ama herkes buz kesti. Atilla tabii esprimi anladı, "Sen minyatür müsün hanım!" dedi. Biz gülüştük. Karı-koca paslaşırız böyle. Oradakilerin esprimi anlamadığını da şöyle anladım. Ertesi gün, gazetelerde şöyle yazdı, ben çok kızmışım, "Ben neredeyim?" demişim, Bakan beni zor sakinleştirmiş. O zaman anlıyorum ki, bazen insanlar duyduklarını farklı yorumlayabiliyorlar. Dolayısıyla, Atilla’yla ilgili basında çıkan şeyleri hoş karşılıyorum..
Paylaş