Ben Madam, sevgilim Sir

Bizi böyle yetiştirdiler... İyi ki böyle yetiştirdiler... Beynine silah dayasalar bile, ağzından çıkmaması gereken sözcükler vardır.

Ayıptır, görgüsüzlüktür, çirkindir, insanca değildir.

Mesela ‘Hizmetçi’....

Demeyeceksin kardeşim!

Birine hizmetçi dersen, onu aşağılamış olursun, aradaki sınıf farkını gözünü batırmış olursun...

Allah korusun!

Çok ayıptır, çok.

Onun adı ‘yardımcı’dır, ‘abla’dır, ‘adı’dır veya ‘bir şey hanım’dır.

En kötüsü ‘gündelikçi kadın’dır.

Ama ötesi yoktur.

Asla ‘hizmetçi’ değil.

Ne zaman bacak kadar çocukların bu kelimeyi sarf ettiklerini duysam, onlar adına, anaları babaları adına utanırım...

Çünkü görgüsüzlük benim için tam da budur.

Masadaki onlarca çatal bıçağın nasıl yerleştirileceği değil..

Neyin, neden sonra geleceği değil...

Sosyal ve ekonomik olarak senden geride olanı küçümsemektir, aşağı görmektir, azarlayarak konuşmaktır, emirler yağdırmaktır, üstten bir tavır takınmaktır.

*

Bir erkeği sırf bu yüzden hayatımdan silebilirim.

Yemek yediğimiz bir yerde bir garsonu azarladı diye...

‘Bu votkayı götür, bana iyisini getir’ lafını adabına uygun söylemedi diye...

Ya da oteldeki komiye insanca olmayan bir şekilde davrandı diye...

Okunan okullar, alınan eğitimler, kazanılan payeler, ismin önüne eklenen ekstra sıfatlar, geçmişe dayalı unvanlar...

Hepsi palavra.

İnsanın ayırt edici özelliği, burada şekillenir, benim için.

Ve gururla sevgilimin beni tavlayabilmesinin nedenlerinden birinin bu olduğunu söyleyebilirim.

Bu konularda dünyanın en zarif, en kibar adamı...

*

Buraya kadar iyi güzel de...

Bu noktadan sonra bir başka mesele daha var:

Kantarın topunu kaçırmak!

İyiyiz, güzeliz, eşitiz, arkadaşız ama bir de şu var, biz birlikte bir iş yapacağız.

Ve o işte patron olan benim, çalışan o.

İşte ben bu kavramlara şaşırıyorum.

Eşitlik fazlalığından sorun çıkıyor.

İnsanlar tepeme çıkıyor.

Öyle geniş bir alan tanıyorum ve öyle uçsuz bucaksız bir özgürlük veriyorum ki, kafalar karışıyor.

Sevgilim, ‘Kiminle istiyorsan onunla arkadaş ol, ben karışmam ama bazen onlara zarar veriyorsun’ diyor, ‘Başka bir yerde, başka bir konumda sana davrandıkları gibi davranmaya kalkarlarsa azarı yer otururlar. Soru işaretleri oluşur hayatlarında. Daha dengeli davranmanda onlar için de fayda var’ diyor.

Haklı...

Ben de sonradan pişman oluyorum ama elimde değil.

Kimseye kolay kolay iş de yaptıramıyorum.

Her marangoz, her elektrikçi, her tesisatçı beni ciddiye almıyor.

Çünkü bazılarının anladığı bir iletişim biçimi var.

Ben onu bilmediğimden sorun çıkıyor.

Bütün ilişkilerde sevgi ve arkadaşlık kadar disiplin de önemli...

Yoksa olmuyor, yoksa seni ciddiye almıyorlar.

Bende de o yok!

Yakın zamanda çocuğu olacak biri olarak bu da beni korkutuyor.

Kimsenin üzerinde disiplin kuramayan ben, çocuğumun üzerinde nasıl kuracağım?

Ona istemeden fazla özgürlük mü tanıyacağım?

Allah’tan babası var, ona güveniyorum.

*

Bir gün Dubai’de kapı çalındı.

Açtım Asyalı bir kız.

Sri Lankalıymış.

İnoka.

Önce ismini, sonra güler yüzünü sevdim.

10 dakika sonra da artık birlikte çalışıyorduk.

Meğer burada her kapını çalanı işe almaman gerekirmiş, şirketler vasıtasıyla insan çalıştırmak gerekirmiş, güvenilir olması için.

Ayda 300-400 dolar gibi bir para ödüyorsun, onlar senin evinde kalıyor ve neredeyse 24 saat sana hizmet veriyor.

Ben ki bu konularda hassas davranmaya, düşünmeye çalışıyorum, buradaki ev sahibi-yardımcı ilişkilerini görünce neredeyse şok yaşıyordum...

Resmen kölelik ilişkisi gibi bir şey.

Ev sahibinden kaynaklanan bir şey değil, çalışanın kendini tanımladığı konumla ilgili...

Sen ne kadar yakın davranmaya çalışırsan çalış, o cevabını bir köle gibi veriyor.

Seninle konuşurken ayakta dikiliyor.

Otursana diyorsun, ‘Hayır’ diyor.

Çünkü saygısızlık gibi addediyor.

Asla senin önünde yemek yemiyor.

Bense Leman’la sabahları simit ve kaşarlı kahvaltı yapmaya alışmışım, onunla yaptığımız muhabbetleri arıyorum burada, haliyle tuhafıma gidiyor, ‘Neden İnoka kahve bile içecekse, benim yanımda değil de odasında içiyor’ diyorum.

Bana ‘Madam’ diyor.

Evin erkeği ise ‘Sir’ oluyor.

Kardeşim Nevzat, gördüğüm itibara kahkahalarla gülüyor.

Hele Sir’in gözünün içine bakmak...

Haşa yasak!

Sir’le konuşurken kafa eğik, mutfak tezgahının kenarlarıyla oynanıyor...

*

Oysa ben ‘kararsızlar kraliçesi’, bir şey giyeceksem sormadan edemiyorum:

‘Bu mu daha güzel, şu mu İnoka?’

Ya da duvara bir tablo asacaksam...

‘Orası mı daha iyi, burası mı?’

Çok hoşuna gidiyor, fikrinin sorulması...

Fakat bir taraftan da ödü patlıyor, nasıl olur diye, cevap verirse küstahlık etmiş olur mu diye...

Geçen gün ‘Hadi gel alışverişe gidelim’ dedim.

Akmerkez gibi bir alışveriş merkezinin içinde Forever 21 diye mağazaya girdik. Ben jean üstüne giyecek koca göbeğimi kapatacak şeyler arıyorum, İnoka da benimle birlikte dolaşıyor. Birden şunun farkına varıyorum: O da benim yaşlarımda genç bir kadın. O da almak istiyordur etrafında gördüğü cicili bicili şeylerden. Bu fikir aklıma düşünce, ‘Sana bir hediye almak istiyorum bu dükkandan. Kendine şu kadar paralık bir şey seç’ diyorum.

Nasıl sevindiğini size anlatamam...

Ortalıktan kayboluyor.

Birazdan giyinme kabinlerinin orada buluşuyoruz.

Bir bakıyorum, ikimiz de elinde aynı jean’le duruyor.

Benimki 10 numara.

Onunki 5.

Giyinip aynada kendimize bakıyoruz.

Ve yeni jean’lerimizle dükkandan dışarı çıkıyoruz...

*

Yok hayır...

Ben çok uğraşıyorum ama henüz İnoka tepeme çıkmadı.

Ben de merak ediyorum...

Bakalım bu macera nasıl sonuçlanacak...
Yazarın Tüm Yazıları