Paylaş
Mutlaka alın. Biz Alya ile çok sevdik.
Her zamanki Elif Şafak romanlarından farklı bir dili var. Ama çocuksu bir dille yazmamış. Karmaşık cümlelerden kaçınmış ama basitleştirmemiş. Çocukların zekâsına ve yaratıcılığına saygı göstererek kaleme almış.
Sadece çocuklar değil, büyükler de okumalı.
Hatta çocuklar ve büyükler birlikte okumalı!
Fotoğraflar: Fethi Karaduman
‘Sakız Sardunya’ nereden çıktı?
- Senelerdir çocuk kitapları okuyorum. Ve neredeyse hemen her gün bir hikâye uyduruyorum. Bazen otobüste ya da trende zihnim başlıyor hikâye yazmaya. Bazen dişçi randevusunu beklerken. Ya da süpermarkette elma-armut seçerken. Elimde değil. Roman yazmıyorsam şayet, habire kısa hikâyeler uyduruyorum. Kendi kendime o kadar çok konuşuyorum ki, bir gün “deli” diye alıp götürecekler! Bütün bunlar birikti birikti, ortaya bir çocuk kitabı çıktı.
Nasıl bir kız Sakız Sardunya?
- Son derece akıllı, meraklı, yaratıcı, kitaplarla dost, hayvanlara ve doğaya düşkün. Yalnız bir sorunu var: İsmini hiç sevmiyor. İsminden dolayı okulda alay konusu oluyor. Anne-babasına da bu durumu anlatamıyor. Çocuklar birbirlerine karşı acımasız olabiliyorlar. Kimi çocuk kilolarından, kimi isminden, kimi aksanından, kimi maddi konumundan, kimi sırf bir derste iyi olmadığı için okulda zorluklar yaşayabiliyor. Tüm bu “kırgın” çocuklara umut ve cesaret verecek bir hikâye bu. Kitap ve doğa sevgisinin yanı sıra, farklılıklara saygı göstermeyi de anlatıyor.
Kimden esinlendin?
- Kendi çocukluğumdan. Ben de dışlanan çocuklardandım. Anne-baba ayrı olduğu için ve anneannemin yanında “emanet” olduğum için. Yurtdışındayken okuldaki tek Türk ben olduğum için. Türkiye’deyken, bu sefer de yurtdışından geldiğim için. Babamın, ikinci evliliğinden doğan oğullarına gayet iyi bir baba olduğunu tahmin ediyorum ama ilk evliliğinden doğan benimle öyle olmadı. Hep “öteki çocuk”tum ben. Dışarıda kalan, kenarda duran, ayak uyduramayan, diğerlerine yetişmeye çalışan, bocalayan, tökezleyen...
Çocukların olmasaydı, çocuk romanı yazar mıydın?
- Bilemiyorum, çocuklarımın çok etkisi var. Onlardan çok şey öğreniyorum. Ama çocuk ve genç edebiyatına eskiden beri ilgi duyuyordum. Aslında, benim hayatımı kitaplar değiştirdi. Bir sürü yaram berem, teknik arızam vardı, beni romanlar iyileştirdi. O yüzden çocuklara -ve tabii yetişkinlere- kitapların çok iyi geleceğini biliyorum.
BAŞI GÖĞE EREN HİKÂYELER
‘Sakız Sardunya’ bu çağın çocuğu mu?
- Tamamen. Ayrıca bu toprakların da. Bu hikâyenin bir özelliği de “fantastik” olanla “gerçekçi” olanı harmanlayabilmesi. Bir yandan hayali kıtalarda dolaşıyoruz, bir yandan Anadolu kasabalarında. Hikâyedeki anneanne herkese tanıdık gelecek bir anneanne. Dantelleri ve börekleriyle. Ben bu topraklardan yola çıkıp, hudutsuz hayaller kurmayı seviyorum. Ayakları yere basan ama başı gökyüzüne değen hikâyeler benimkiler...
‘Çocuk Kalbi’ okuyan çocuk kaldı mı? Seninkiler okudu mu?
- Hikâyenin içinde bazı eserleri bilerek zikrettim, anne-babalara hatırlatmak için. Zira onlar zamana yenilecek kitaplar değil. Zaten pek çok kitabın içeriğine bakarsan sürekli eski hikâyeleri yeni üslupla anlatma çabası var. Sakız Sardunya’nın kitap içinde okuduğu romanları özenle seçtim bu yüzden.
Bir sürü edebiyatçının aynı zamanda çocuk kitapları var ve çoğumuzun haberi yok, böyle bir gerçeklik var değil mi?
- Çok doğru; Türkiye’de bu pek bilinmiyor. Hâlbuki dünya edebiyatının birçok önemli ismi aynı zamanda çocuk kitapları da yazmış: Umberto Eco, Margaret Atwood, Aldous Huxley, Ursula K. Le Guin, T.S. Eliot, Salman Rushdie, hatta Tolstoy. O kadar çok romancının çocuklar için hikâyeleri var ki...
Çocuklara mı, annelerine mi yazdın?
- İki kesime de. Hatta babalara da! Babaların çocuklarına kitap okumaları o kadar önemli ki! Bu yönde ilginç araştırmalar var. Anne-babalar ile çocuklar arasındaki bağı perçinleyen en önemli alışkanlıklardan biri beraber hikâye okumak ve bunun hakkında konuşmak.
KİTAP-BİLGİSAYAR ZOR DENGE
Çocukların için kitap-bilgisayar durumunu nasıl dengeliyorsun?
- Sorma! Zor denge! Pek çok anne-babanın yaşadığı sıkıntıya aşinayım. Bilgisayar çağında çocukları okumaya nasıl teşvik edebiliriz? Ben de bazen zorlanıyorum. Ama inanıyorum ki, bunu yapmanın en iyi yolu şu: Evvela kendimiz okuyalım. Yani kitaplar evin içinde, hayatın doğal bir parçası olmalı. Anne-baba kendileri okumadıkları halde, çocuklarına “Evladım kitap oku” dediklerinde, çocuk onu bir emir, bir ödev, bir yük gibi algılıyor. “İyi bir şey olsa babam kendisi okurdu” diye bakıyor.
Sen onlara masal okuyor musun?
- Masal fazla okumuyorum. Masallardaki düşünce kalıplarını sevmiyorum. Değiştirerek anlatıyorum. Prenseslerin kulede saçlarını tarayarak edilgen bekledikleri, üvey annelerin hep cadı olduğu ve maceraları prenslerin, erkeklerin yaşadığı masallar geçti. Eşitlikçi masallar gerekli. Masalları yeniden yazmak lazım. O bilgeliği seviyorum ama kalıplaşmış önyargıları değiştirme zamanı.
Hiç anneliğinden, doğru yapıp yapmadığından şüpheye düştün mü?
- Elbette! Tanıdığım bütün anneler gibi ben de sürekli kendimi didikliyorum. Niye böyleyiz bilmiyorum. Babalar böyle yapmıyor. Çocuğunun dişleri çürüdü diye kendini yerden yere vuran kadın arkadaşlarım var. “Ben çok mu şeker verdim acaba, ne kötü bir anneyim” diye kendini paralayan. Benzer sebeplerden kendini hırpalayan bir babayla karşılaşmadım henüz. Biz kadınlar kendimizi acayip hırpalıyoruz.
BÖLÜNMÜŞ BİR VAROLUŞ BİÇİMİ
Kaç zaman diliminde birden yaşıyorsun?
- Aynı anda birden fazla zaman diliminde yaşıyorum. Türkiye’de ‘Sakız Sardunya’ çıkarken aynı hafta İngiltere’de ‘Ustam ve Ben’ çıkıyor. Bu arada başka bir hikâye var zihnimde. Gayet bölünmüş bir varoluş biçimi.
Çocuklar, yazar anneye itiraz etmiyor mu?
- Bazen hoşlarına gidiyor, bazen beğenmiyorlar. Kütüphanede gördükleri her kitabın, bir insan tarafından yazıldığını öğrendiklerinde şaşırmışlardı. Genelde onlar uyuduktan sonra yazıyorum. Gün boyu çalışmak durumunda olan birçok kadın yazar böyle yaptı. Toni Morrison gibi.
KARANLIĞI DA BİLİR AYDINLIĞI DA
En sevdiğin erkek karakter?
- Orlando, Yuri Zhivago, Atticus Finch ve Lestat. Bunların hangi kitaplardan olduğunu söylemiyorum.
En sevdiğin kadın karakter?
- Jo March, Küçük Kadınlar’dan, pek severim. Bir de Hua Mulan var. Filmi yapıldı ama aslında çok eski bir şiirden alındı bu karakter. Orijinal hikâyedeki Mulan ile Disney’in Mulan’ı çok farklılar.
Tarihteki favori kahramanların?
- Şems-i Tebrizi, Mevlânâ Celâleddin, Yunus Emre, Hayyam, Rabia, Mimar Sinan, Evliya Çelebi, Hezârfen Ahmed Çelebi, İbrahim Müteferrika, Lou Andreas-Salomé, Hannah Arendt, Albert Einstein.
En sevdiğin ressam? Neden?
- Goya. Çünkü aydınlığı da bilir, karanlığı da.
En sevdiğin müzisyen? Neden?
- David Bowie. Kendini yenilemekten korkmadığı ve yalnız yürüdüğü için.
DÖVMEM VARDI, ÇIKARTTIRDIM
Kimin yerinde olmak isterdin?
- Daha kendimi tam olarak tanıyamadım, çözmeye çalışıyorum; başkasını bilmiyorum ki yerinde olmak isteyeyim.
Kendinde gördüğün en temel eksiklik?
- Sabırsızlık.
En sevdiğin renk neden siyah?
- En sevdiğim 3 renk siyah, mor ve sarı. Siyah giymek için, mor taşımak için, sarı saklamak için... Çok severim. Analizini başkalarına bırakıyorum.
Aval aval alışverişe çıktığında ne alırsın?
- Aval aval alışverişe çıkarım ama ne kıyafet ne ayakkabı ne çanta. Saatlerce takılara bakabilirim. Defterler, kalemler, kırtasiye malzemeleri... Ivır zıvır alışverişi severim. Ve kitaplar tabii...
En sevdiğin kuş?
- Baykuş! Dövmem de vardı, çıkarttırdım.
Yarıda bıraktığın bir kitap...
- Çok var. Bırakır bazen geri dönerim, bazen dönmem.
Sevdiğin bir şiirden dizeler...
-“Hani derler ya ‘ben sensiz yaşayamam’ diye/ Ben onlardan değilim/ Ben, sensiz de yaşarım/ Ama.../ Seninle bir başka yaşarım.” Nâzım Hikmet’ten çok severim.
Hayat motton?
- Tutku duyduğun işi yapmak... İşini tutkuyla aşkla yapmak...
Şu anki ruh halin?
- Düşünceli, dalgalı...
Paylaş