Paylaş
Seversen daha çok acıtırsın
Tam da bu türden hayatlar yaşamıyor muyuz?
Aşktan bunca korkmamız bu yüzden değil mi?
Kimsenin kollarında yığılıp can vermek istemiyoruz. Çünkü zaten, her tarafımız kılıç yaralarıyla dolu. Ama bir şekilde kapanmış, kabuk bağlamış yaralar onlar. Nasıl yapmışsak yapmışsız, üstesinden gelmişiz. Ama biri o kabuk tutmuş yaraları, okşamaya başladığında, cırt diye açılıveriyor ve oluk oluk kanama başlıyorlar yeniden.
Birine teslim olduğumuzda, anlatmaya başladığımızda, içimizi döktüğümüzde, bedenimiz ve ruhumuz kan içinde kalıveriyor.
O yüzden değil mi içimizi tutmamız?
Birine teslim olmaktan ölesiyle korkmamız?
Ortalıkta tedirgin ve gergin dolanmamız?
Anlatsam mı anlatmasam mı kararsızlığımız...
Bu sevgi beni acıtır mı kuşkularımız...
* * *
Böylesine damardan bir girişe niye ihtiyaç duydum?
Aslı Erdoğan yüzünden.
Radikal'de köşe yazıyordu biliyorsunuz. Alçaklık etmek istemiyorum ama onlardan pek etkilendiğimi söyleyemeyeceğim. Ama kadın aynı zamanda kitap yazarı. Bak iş edebiyata gelince, herşey değişiyor. Müthiş öyküleri var. Son okuduğum beş yıl önce yazdığı bir şey: Mucizevi Mandarin. İçinde bir bölüm var ki, yüreğimden beni fena yakaladı. Kitabı elimden bıraktım. Sinematografik bir canlandırma yaptım. Görüntüler resmen gözümün önünden bir bir, kare kare geçti ve çarpıldım. Eski Çin efsanelerinden alınma bu öyküyü ilk sevişmelerinden sonra kadın kahraman, erkeğe anlatıyor. Sayfa 42. Önce yazının arasına girip, kendi dilime filan çevireyim dedim, sonra vazgeçtim. Kadın oturmuş yazmış, mükemmel bir şekilde zaten anlatmış. O zaman ben de size aktarmakla yetiniyorum...
Öykü güçle ilgili.
İnsanın nerede güçlü nerede güçsüz olabileceğini ya da kalabileceğini gösteriyor. Ve bu herkes için geçerli. Yani demek istiyorum ki, en ulaşılmaz birini bile şefkatle okşadığında onu dünyanın en munis insanı yapabilirsin ve işin tuhafı onu severken acıtabilirsin...
Lafı uzatmıyorum ve sizi Aslı Erdoğan'ın, ismini kitabına verdiği masalıyla başbaşa bırakıyorum:
‘‘Yaşlı ve çirkin bir mandarin, karşılığını parayla ödeyeceği zevk gecesi için olağanüstü güzel, ama taş kalpli bir fahişeye gitmiş.
Sabaha karşı, yaşlı adamın uykuya dalmasını fırsat bilen genç kadın, soyguncu dostlarını çağırmış.
Ne var ki mandarin, tilki uykusundan fırladığı gibi olanca gücüyle karşı koymaya, dövüşmeye başlamış.
Haydutlar hem kalabalık, hem de işinin ehliymiş.
Onu kolayca köşeye sıkıştırmışlar.
Ancak ne kadar vururlarsa vursunlar, bu zayıf çirkin bedende yara açılmadığını, can alıcı darbelerin hiç iz bırakmadığını görmüşler.
Bıçakları kılıçlarını çekmişler.
Ancak en keskin bıçak, en acımasız kılıç bile mandarine hiçbir şey yapamıyormuş.
Sonunda korkup kaçmışlar.
* * *
Dövüşü izleyen kadın, yaşlı adamın mucizevi gücünden etkilenmiş, bir kez daha, bu sefer aşk adına, sevişmek istemiş.
Onu hayranlıkla, arzuyla, şefkatle okşamaya başlamış.
Gelgelelim güzel kadının her dokunuşunda mandarinin bedeninde yeni bir yara beliriyormuş.
Dövüşün, darbelerin, bıçakların, kılıçların açtığı yaralarmış.
İçten bir ilgi ve şefkat görene dek gizli kalmışlar.
Sonunda mandarin kanlar içinde kadının kollarına yığılmış, ölmüş.’’
Paylaş