Ayşe'nin Gözlüğü






Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

Bugün havada ışık var

IŞIK, güzel mazeret.

Bu mazeret beni kurtaracak. Bugün havada ışık var. Ve ben kendimi iyi hissediyorum. Bu hep böyle oluyor, arada bir kendini gösteren güneş; kışın, insan ruhunda sürprizler yaratıyor. Herşeyi kabullenecek hale geliyorsun. UM. Daha bir iyimser oluyorsun. UM. Sizi bilmem ama, ne fena, diyeceğim şeylere bile, müthiş bir tolerans gösteriyorUM. Çünkü ışık var. Siz bu yazıyı okuyunca, ışık olacak mı bilmiyorum. Umud ediyorum ve şansımı deniyorum.

* * *

Mehmet Arif Derbend.

Kim olduğuna dair hiçbir fikrim yok. Zaten tanımak da istemiyorum. Benim için o, otuzbircilerin kralı Pendikli Kepçekulak Arif! Öyle de kalsın istiyorum. Ben onun şimdiki halini bilmiyorum ki. Hem bana ne. Açıkçası Floransa'da reklam grafiği eğitimi almış olması, Güzel Sanatlar/ Saatchi & Saatchi'de çalışmış olması, ABD'de yaşamış olması, sonunda da kendi reklam ajansını kurması benim hiç umrumda değil.

Adam öyle bir kitap yazmış ki, haftasonumu kurtardı, bugün güne iyi başladıysam, bunun sorumlusu en az ışık kadar, Mehmet Arif Derbend'in kitabı.

* * *

Kocamla kanlı bıçaklıydım, avukatım filan yok ama kendime bir avukat bulacağım tehditleri savuruyordum, derken Yalnızbalayı geçti elime, kitabın adı bu, bir de CD'si var kitabın, kitabın soundtrack'i yani, iyi numara değil mi, arka kapağına yapıştırılmış, koydum müzik setine yazarının sevdiği müzikleri ve ben otuzbircilerin kralı Pendikli Kepçekulak Arif'in hayatına daldım.

Çıktığımda ben de artık Kadıköy çocuğuydum, Pendik'te yaşamıştım, koyu Fenerliydim, Konak Sineması'nda açık havada filmler seyretmiştim. Bir kız çocuğu olmama rağmen, küçük bir oğlan çocuğunun yazlık sinemanın makine dairesine çıkıp, annesinin tuvaletteki arkadaşlarını dikizleme merakını anladım.

Ve ben ne yaptım?

Saatler sonra, bitirdiğim kitabın kapağını kapattım, bir başka kepçe kulak olan kocama kocaman sarıldım, avukatı-mavukatı unuttum, bu sefer de onun çocukluğunu ve tabii ki kişisel tarihini dinlemeye koyuldum.

* * *

Bir insanın ‘‘Yazdıklarıma Türkiye'de Otuzbir'in Şanlı Tarihi adını vermek istiyordum’’ demesini, belki bugün havada ışık var diye, komik buluyorum. Bana itici gelmiyor. Kitap, tam da bu cümlelerle başlıyor ve şöyle devam ediyor:

‘‘Herşey Pendik'te bundan önce oturduğumuz evde başladı. Rumlardan kalma iki katlı evimizin arka üst katında, terasta yemek yiyorduk. Film başlamak üzereydi. Babam rakı, annem tekel birası, ben ve kız kardeşim su içiyorduk. O arada babam, bana öldürücü baraj sorusunu sordu, sanırım 11-12 yaşlarındaydım. ‘Evlat, söyle bakalım kamışına su yürüdü mü?’ Kamış neydi? İçinde niye su vardı? Su yürür müydü? Bir hafta sonra tüm bu soruların yanıtını biliyordum! Kamış, erkeklik organıydı, içindeki su var olma nedenimizdi, su yürür, hatta fışkırabilirdi, benim için yepyeni bir dönem başlamıştı bile...

‘‘Kamışa suyun yürüdüğünü çeşitli inilti ve hırıtılarla fark ettim. Otuzbirin nasıl yapıldığını öğrenmiştim, sonuca ulaşana dek aynı hareket otuz bir kez tekrarlanmalıydı, 30 ya da 32 değil! Yoksa bunun adı 30 ya da 32 çekmek olurdu. Ama bir türlü olmuyordu, tam otuz birde olmuyordu işte! Bir gün tam otuz birde başardım, sevinçten babama sarılmayı bile düşündüm, sonra hemen vazgeçtim. Zaten hem bu işlemi yapmak, hem de sayı saymaya çalışmak canımı sıkmaya başlamıştı, önemli olan nasıl değil, ne olduğuydu. Olan şuydu; orgazm olurken fani dünyayla ilişkim kesiliyordu, sanki başka bir boyuta geçiyordum. Bu çok zevkliydi, bana kalsa adı en az 631 olmalıydı! Yaşamım değişiyordu. Kendi kendime yetebiliyordum. Bazen müzik mi, otuzbir mi diye düşündüğüm oluyordu. İkisini bir arada yaptığım ilk günden sonra bir daha böyle bir şey düşünmedim...’’

* * *

Rahatlıkla Mehmet Arif Derbend'in bu kitabı kendisi için yazdığını söyleyebilirim, kendini elaleme beğendirme çabası yok. Belki de ondan güzel. Müthiş bir dönem, müthiş bir çocukluk anlatıyor, nasıl naif, nasıl komik, nasıl temiz, belli ki çocukluğunun geçtiği o yerler, o dönem, o Türkiye onu çok etkiliyor. Ama beni de etkiliyor! Oysa bir dolu insan çocukluk anlatıyor, böyle hissetmiyorum. Bazen elime sipariş kitaplar geçiyor, ‘‘Oku da, belki bir şeyler yazarsın üzerine’’ deniyor. Bu onlardan değildi. ‘‘Bilmem kimim son kitabı çıkmış, mutlaka okumalıyım, eksik kalmayayım!’ gibi bir duygum da yoktu. Ama kitabı okuyunca kamyon çarpmışa döndüm. Herhangi bir yazar iddiası yok, üslup-müslup denememiş, bir şeyler sokuşturmaya çalışmamış.

* * *

Ülkenin o döneminde olan herşeyden haberdar oluyorsunuz, sağcılar, yeşil parkalılar var, ama işte bir de iç sesiyle konuşan, kızların pek yüz vermediği, onların parlak naylon çoraplarına dalıp giden uzun boylu çirkin Pendikli Arif var.

Ve o kendi kendine ‘‘Bugünden itibaren güzel çirkin ayrımı olmadan herkes birbiriyle sevişecektir. Bu sivil konseyin kesin emridir’’ diyor. O da salak değil, sürekli mastürbasyon yapmak istemiyor. Ama başka türlüsü imkansızlıklardan dolayı elinden gelmiyor. Mastürbasyonun bu kadar sevimli anlatılması belki de dikkatimi çekti, küçük erkek çocuklarının ‘‘Ee peki kızlar n'apıyor?’’u merak etmeleri, nasıl büyüdükleri, bir dolu devrim yaşanmaya çalışılırken, kısık sesle ‘‘İyi ama seks devrimi, o n'olacak?’’ demeleri o kadar gerçek ve insani geldi ki. Ve acıklı tabii.

Olacakları görüyor gibiyim. Yine ortalama anlayışlar dışında şeyler yazdım. Ama zaten bu kitabı anlatmamın nedeni buydu. Bir şey varsa, gerçekse siz onu başka türlü hayal etmek istediğiniz için o gerçeğin şekli şemali değişmez. Mehmet Arif Derbent'in yaşadıkları gerçek. Evet rahatsız edici olabilir. Ama bilin ki, adam bunları yaşamış. Bir çoğumuzun, bir çoğunuzun yaşadığı gibi. Rakamlara takmayalım tamam mı, kızmayalım, hem bugün havada ışık var...

HAMİŞ: Olur da merak edersiniz diye, Yalnızbalayı, Altıkırkbeş Yayınları'ndan çıktı.

Yazarın Tüm Yazıları