Paylaş
Video kameranın ilişkiye faydaları
Bir arkadaşım anlatmıştı.
Büyük teyzesi, 3 haftalığına tatile gidiyor. Çiçeklere bakması için de evin anahtarını bunlara veriyor. Bunlar kim? Arkadaşım ve sevgilisi. Evdeki, hatırı sayılır çokluktaki bitkiye su verirken, büfenin en göz alıcı yerinde duran video kamerayı keşfediyorlar. Genç insanlar tabii, elleşmeden duramıyorlar, sağını solunu kurcalamaya başlıyorlar. Hava sıcak, salon serin, 50 yıl öncesinden kalma oymalı kanepe komik ve cazip. Birden şeytan akıllarına düşüyor, ikisinin de kulaklarına olmadık şeyler fısıldıyor. Türkçesi, kamerayı değerlendirmeye karar verip, çok ama çok özel bir gösteri yapıyorlar. Büyük teyzenin, büyük salonunda, büyük bitkinin tam yanındaki büyük kanepede. Ee büyük kamera da, durumu bütün açıklığıyla tespit ediyor.
Ediyor da...
İşte sorun ondan sonra başlıyor. Kendilerine gelip, üstlerini başlarını düzelttikten sonra, kameranın neler çektiğini izlemek istiyorlar.
Büyük merak! Büyük felaket!
Çünkü kaset sıkışmış, kameradan çıkmıyor. Büyük teyzenin, çeşitli masum ailevi görüntülerinin yanıbaşında...
Olacak şey değil!
Teyze bunu seyrederse kalpten gider. Yeğen, utançtan ölmemek için, kamerayı kaptığı gibi bir tamirciye götürüyor. Allah rızası için şu kaseti içinden çıkart diyor. Adam ileri geri alıyor. Tabii bu faaliyet esnasında, görüntülerin bir kısmını da izliyor. Bunlar, elleriyle gözlerini kapatmış, kafaları öne eğilmiş, cezalarına razı bekliyorlar. Tamirci sonunda başarıyor. Yüzünde pis bir gülümseme kaseti teslim ediyor...
* * *
Bu video kamera bir hinlik aracıdır. Demek istiyorum ki, söz, nişan, düğün, sünnet gibi genellikle elalem için kutlanan zamanları dondurmak haricinde. Yalnızken insanların akıllarına olmadık şeyleri, olmadık zamanda sokar. Ama insanın kendini bilmesi gibisi yoktur, ben kendimden korkarım mesela. Çünkü teknik arızalardan bile tehlikelidir şuursuzluğum, dağınıklığım en fenası da unutkanlığım! Dolayısıyla, kamera benim için bugüne kadar bir ‘‘Sakın dokunma! Cısssss!’’ aracıydı. Ama kocam almış. Nasıl da küçük sevimli bir şey. Bir üçüncü kişi. Bir üçüncü göz. Bizimle birlikte her yerde. Benim parmağım da tahmin edeceğiniz gibi sürekli ‘‘rec’’ düğmesinde...
Geriye al, kendini ve ilişkini izle.
Yaşasıııııııııın!
Yazının bundan sonrasında bol bol otel odaları anlatılacak. Küba'daki eski asansörlerden, tütün tarlarından, parklardan, loş koridorlardan, söz edilecek. Yatay vaziyetlere de bol değinilecek.
Ve kamera hep çalışıyor...
Her mahrem detayı kaydediyor.
Moralinizi bozmak istemem ama seks yok! Yani Küba'da kamera karşısında sevişmedik. Ama ölene kadar kavga ettik. Takriben evden çıktıktan 15 dakika sonra birbirimize girdik.
Ve biliyor musunuz ne keşfettim?
İnsanın sevgilisiyle, kocasıyla nasıl kavga ettiğini izlemesi, (hem de en acayip anlarda, mesela yılbaşı gecesi yatakta!) en az seks kadar gerçek.
Herkese tavsiye ederim.
O kavgalar bir başlıyor, kendinizi öyle bir kaptırıyorsunuz ki, bir süre sonra bir yerlerde sizi kaydetmekte olan kamerayı tamamen unutuyorsunuz...
* * *
Yüksek tavanlı bir otel odası. Santa İsabel'in üç balkonlu suiti. Plaza de Armas'a bakıyor. İnat ettim yılbaşına burada gireceğiz diye. Yalvardım resepsiyondakilere. Tabii yine kavga çıktı. Zafer beni boşanmakla tehdit ediyor. On gün içinde aynı şehirde üç otel değiştirilir mişmiş? Değiştirilir, anasını satayım! Her gördüğüm abuk sabuk şeyi satın aldığım için bavullar ağırlaşıyormuş, kim taşıyacakmış oraya bu bavulları? Ben anasını satayım! Peki, daha iyi bir otel görürsek, ondan sonra da oraya mı gidecekmişiz? Benimle mi uğraşacakmış! Evet! Yüzü beş karış otel değiştirmeye evet diyor. Yerleşiyoruz. Bu gece yılbaşı, Sevil Sert'ten öğrendik, Havana Club iyi olacakmış, oraya gidiyoruz.
Tek sorun, nasıl desem hava biraz soğuk.
Ne giysem?
Büyük bir kavga yine kopuyor.
Küba'nın bu kadar soğuk çıkacağını ben nereden bileyim?
İsmi bile sıcak duruyor...
Kü... Ba!
Ama soğuk anasını satayım.
Jean giyecek halim de yok. Bir siyah elbise giyiyorum, pazardan aldığım şalı da omuzuma attırıveriyorum. Açık ayakkabılar yüzünden parmaklarım morarıyor. Olsun. Biz ‘‘Küba sosyetesi’’yle tanışmaya Havana Club'a gidiyoruz. Nasıl bir sükütu hayal! Orada da kavga çıkıyor. ‘‘Bu mu lan muhteşem Küba'nın muhteşem yılbaşısı?’’ diyorum, ama Zafer'in umurunda değil, ikinci posta yemeği nasıl alacak, onun derdinde. Aklı et çeşitleriyle meşgul. Haydi bir kavga daha! ‘‘Gidelim buradan’’ diyorum. Adam sakin, adam gülümsüyor, adam halinden memnun, ‘‘Daha yeni geldik nereye?’’ diyor. Birazdan herkes elindeki düdükleri öttürmeye başlıyor, ses öyle dayanılmaz hale geliyor ki, kendimizi dışarı atıyoruz. Kocamı, zorla taşındığımız yeni otele, zorla götürüyorum. Bir kavga daha! Sokakta taksi beklemek zorunda kalıyoruz. Ve donuyorum. Donmuş bir kadın kadın kolay kavga çıkartabilecek başka bir varlık olamaz. O herhalde benim kadar üşümüyor. Şişman mıdır nedir? Gecenin son kavgası otel odasında saat 12'de beni öpmek yerine CNN seyrederken kopuyor...
Ben, ‘‘Boktan bir yılbaşı oldu’’ diyorum. ‘‘Ne alakası var ucuza getirdik’’ diyor. Biri kel, biri sarı, yanyana birbirine yapışmış iki kafa, 2001'e giriyoruz. Ve nasıl üşüyoruz. Battaniyelerin altında mecburi romantizm yapıyoruz...
* * *
Bütün bu anlattıklarım kamerada kayıtlı. Düğmesine basıp kamerayı bir yere koydun mu sana bu imkanı sağlıyor. Her abuk sabuk durum orada duruyor. Bu ne demek biliyor musunuz? Kendini geriye alabilmek demek. Kendini başa sarabilmek demek. Kendini görüyorsun: Kavga ederken. Bazen sesin şımarıyor, bazen yapmacık oluyorsun. Kaşlarını acayip çatıyorsun. Yani ben. Konuşurken bir azar tonu var mesela sesimde. İğrenç bir mürebbiye edası! Başöğretmen, başöğretmen! Görüntülere bakınca gerekli, gereksiz nelere kızdığını anlıyorsun. Yanındaki adama sahip çıkıp çıkmadığını farkediyorsun. Ona sarılırken, yaşadığın duygunun desibelini görüyorsun. Hangi kelimeleri seçiyorsun kavga ederken? Kavganın şehvetiyle kullandığım kelimeler farklı, barışırken seçtiğim sözcükler farklı. Sulh anında yüzüm jöleye, Türkçesiyle pelteye dönüyor. Ona nasıl baktığımı, ona nasıl sarıldığımı, nasıl öptüğümü, kısacası onu sevme biçimimi görüyorum.
Mesela kendimi doğal zannederdim. Kameredan bakınca yapmacık buldum. Sahtekarın Allahı'yım! Kendimle çok meşgulum.
Nasıl göründüğüm beni çok ilgilendiriyor. Oysa Zafer'in derdi değil. Doğal olan o. ‘‘Ee sevilir böyle bir adam’’ diyorum.
Ama bir anda beni hiç dinlemediğini fark ediyorum. Ben bir şeyler anlatıyorum, Paşa, başka yerlere bakıyor! Elinde uzaktan kumanda, gözlerini televizyona dikiyor. Hooop bir kavga daha kopuyor. Ağzımın kenarındaki o eğreti pis gülümsemeden hiç hoşlanmadım. Çok gıcık. Tiklerim varmış benim. Yürüyüşüm de bir tuhaf. Manyaklığı o noktaya getirmişiz ki, uyurken bile kameranın çalıştığı oluyor. Meğer uyurken sürekli poziyon değiştiriyormuşum, döne döne bir hal oluyormuşum. Bazen de ağzım açık uyuyormuşum...
* * *
40 yılı düşünsem bir video kamera sayesinde öz eleştiri yapabileceğim aklıma gelmezdi.
Kendime ve bize baktııım, baktııım...
Bunlar, birbirlerinden nefret mi ediyorlar, deli gibi aşıklar mı hiç anlayamadım.
Video kamera sayesinde yeni bir kart vizit keşfettim: Yönetmen-izleyici. Gazeteci-yazar, kabzımal-yazar gibi bir şey... Bir yönetmen gibi ilişkini kadrajladıktan sonra, bir izleyici gibi seyretmek çok hoşuma gitti.
Ne var ki Zafer, beni şimdilerde video kamerayı Boğaz’ın serin sularına atmakla tehdit ediyor.
HAMİŞ: İlavenin bir yerlerinde bir Yavuz Turgul haberi var. Arkasında konuşmak gibi olmasın ama o haberin yapılış öyküsünü yarın okuyabileceksiniz.
Paylaş