Paylaş
Ayaklı, aylak kamera
ODAYA girdiğimde, canım sıkıldı.
Duvara yapıştırdığım, turuncu-beyaz Trainspotting film afişim düşmüş.
Hani üzerinde ‘‘Bir hayat seç/ Bir iş/ Bir kariyer/ Bir aile seç/ Lanet olası koscaman bir televizyon seç/ Bulaşık makinesi/ Araba/ İyi bir sağlık/ Düşük kolesterol/ Adam gibi dişler/ Sıkı arkadaşlar/ Filan falan’’ yazan afişim.
Sinir oldum tabii.
Eskiden posterlerin arkasına diş macunundan küçük dağlar yapardım, kırk yıl duvardan düşmezdi. Ee uygun düşmüyor tabii, gazetedeki duvarları diş macunlamak! Bu durumda, ruh halini seç: ‘‘Şimdi ben bu posterin arkasını öyle bir seloteyplerim ki, yine yerine yapışır!’’ Ama kim uğraşacak?
Galiba bugün burada olmak istemiyorum.
Bari bir çay iç!
Elbette, içeceğin çayı seç:
- Rıfat Abi, çekirdeksiz limonlu ve üç sakarinli...
Aval aval masanın üzerindeki mektuplara bakıyorum. Birini seçip, çekip alıyorum. Ve karşınızda Neşe B. Aşağıda onun yazdıklarını okuyacaksınız. Belki benim gibi sizin de hoşunuza gider. Seçim sizin.
* * *
Ayaklı bir kamera olarak, uyandım bu sabah...
Yatağımdan çıkıp, öylece, oraya bir yere oturdum.
Anlamsız gözlerle, odamı ilk kez görüyormuşcasına, seyre koyuldum.
Kütüphanem bir başkasının zevkine göre seçilmişti. ‘‘Kitaplarımı seçip bana zorla okutanı bir yakalarsam!’’ diye geçirdim içimden. ‘‘Bu bilgisayarı kim aldı?’’ Sevmedim... Halı, perde, telefon, hatta makyaj malzemelerim bile, bir başkası tarafından seçilmiş gibi geldi bana.
Terliklerime ve ayaklarıma baktım.
Bu terlikleri de, bu ayaklar seçmemişti!.
İçine tıkılıp havasızlıktan boğulmak, benim diyen hiçbir ayağın tercihi olamazdı. Ayaklarımı terliklerin içinden çıkardım ve parmaklarıma özgürlüklerini verdim. ‘‘Bu ayak parmakları, kimin?’’ ‘‘Modelini, kim seçmişti?’’.
Konuşmak istemiyorum bugün, kimseyle...
Kimin zevkine göre beğenildiğini bir türlü çıkaramadığım giysileri sırtıma geçirdim. Bugünkü ben, asla bunları seçmezdi! Bugünkü ben, bir ayaklı kamera. Camdan dışarı zum yaptım. Hava kötü, sis var. ‘‘Neden bu şehir, neden bu insanlar ve neden kalabalık?’’.
Bugün yalnız kalmalıyım.
İçimdeki diğer benle başbaşa..
Sessizce söyleşmeliyiz, ben ve ben, ikimiz.
* * *
Kimseyle konuşmadan kendimi dışarı attım. Apartman kapısından çıkıp, hiç yapmadığım birşeyi yaptım. Geri dönüp, senelerdir yaşadığım apartmana bir zum yaptım. Objektiflerimin camları puslandı...
Hohlayıp sildim, bir zum daha...
‘‘Binayı ne zaman boyadılar?’’, hiç farketmemişim.
‘‘Kaç katlı bu beton yığını?’’...
Bana ne!
Ben seçmedim ki, gitmeliyim!
Yürüyorum, görüş alanıma kediler giriyor.
Köpeklerin zoruyla girdiği gibi çıkıyor. Bu kez köpekler objektifime takılıyor. Yürüyorum aynı zamanda da kaydediyorum. Bu kedi ve köpeği dün gece aynı çöplükte bir ziyafette yakalamıştım!
Bugün ne oldu da tercihleri değişti?
Kedi kedi olmayı mı, köpek de köpek olmayı mı tercih etti?
* * *
Otobüs... Koş... Yetiştim.
Koltuklar kirli, dünkü yağmurun pencereden girmiş ıslaklığı ve milletin kıçından dökülen tozlar birleşip, çamur doğurmayı seçmiş. Ama üzerine vazife olmayan şahıslardan hiçbiri, bunları silip temizlemeyi seçmemiş.
Eminönü'ndeyim.
Kameram kayıtta... İskeleye yürüyorum.
‘‘Tarihi Eminönü Balıkçısı’’ ne zamandan beri burada? Hep mi vardı, hep mi böyle sallanıyordu? Adam dört kazağı üst üste giymiş, millete ekmek arası balık servisi yapıyor. Bir de güzel koku ki, sorma. Yiyeyim mi? Hayır. Tut boğazını, zayıflıyorsun işte!
Bu tekne var ya, ne zamanlar kızağa çekilip bakıma alınıyor çok merak ediyorum. Gözlerim tekneyi yalayıp, yuttu.
Ne bu martılar böyle, çığlık çığlığa...
Hiç utanmıyorlar mı, aile var aşağılarında...
Böyle birbirlerine kuru çığlıklar atmak olur mu, gidin ıssıza...
Burada, vapurların üzerinde uçmak onların seçimi mi? Yoksa onları buraya bağlayan bir şey mi var? Var tabii, benimkisi de soru mu:
Simit.
Taze, gevrek, çıtır çıtır, susamlı.
Benden de istediler duydum, aldım, verdim...
Ben, bu martıları yendim!
* * *
Karşıyı seyrettim, denizin ötesini...
Karşıya geçip bir de o taraftan burayı seyretmek istedim.
Bacaklarım kısa geldi... Denizi adımlamaya.
‘‘Vazgeçtim’’, dedim ya, ben benim.
Bu, benim seçimim!
Seçmek...
Bu saatlerde burada olmayı ben seçtim.
Sırtımı denize dayayıp, gelip geçen kalabalığı seyretmeyi de.
Herkes işine koşuyor.
Benim de masam beni bekliyor.
Yaşadığım en son hayal kırıklığını düşünüyorum. Yüreğim ‘‘cızzz’’ ediyor, beynim de ‘‘bızzz.’’ İyi pişmiş bir bonfile gibi hissediyorum yüreğimi. Biraz daha yaşarsa bu hayal kırıklıklarını, korkarım kömüre dönecek! Beklesin bakalım biraz daha masam, ben benimle kalmak istiyorum. En sevdiklerimi bile duymak istemiyorum bugün, yalnız kendimi dinlemek istiyorum. Biz bize... Kalabalık içinde... Biz ikimiz yalnız. Son uğradığımız hezimet de kolumuza girmiş, gönül gözüyle objektifimizi insanlara çevirmişiz. Bu bizim seçimimiz.
Hayat beklesin...
Şimdi işim var.
Seçme şansımı kullanıyorum.
Paylaş