Ayşe'nin Gözlüğü

Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

Yeni bir eş, yeni bir şehir, yeni bir hayat

Fark ettim ki, belirli meslekleri yapan insanların kafamda bir prototipi var. Evet, evet önyargı! Mesela çok düzenli ve yerleşik bir hayatı olan birini gazeteci olarak hayal edemiyorum.

Ne yani, manyak mı bu işi yapsın?

Sanki gazetecilerin daha mobil olmaları gerekiyor.

Kişiliklerinin de daha maceracı, daha serseri.

Yani birileri akşam 6'da haldır haldır evine gidiyorsa, farkından olmadan ‘‘Hadi canım, o da kendisini gazeteci mi sayıyor’’ diyorum.

Belki haksızlık.

Sektirmeden tüm tatilleri değerlendiriyorsa, ‘‘Hafta sonları mümkün değil çalışmam’’ diyorsa, burun büküyorum.

Ben savrulan hayatları seviyorum.

O hayatların bu ‘‘hem pis hem de mis meslek’’ için biçilmiş kaftan olduğuna inanıyorum.

Mesela Hürriyet'in Köln büro şefi Suat Türker gibi insanlara bayılıyorum.

*

Bu girişi çok zorlanarak yazdım.

Yazdığınız şeyi, niye yazdığınıza dair sürekli bir kulp bulmanız gerekiyor ya. Oysa ben Suat Türker'i ‘‘kulpsuz’’ anlatmak istiyorum.

Çünkü adam ‘‘kulpsuz’’.

Şu son Almanya seyahatinde başıma gelen en iyi şey onunla tanışmak oldu.

*

Kel, göbekli, kocaman elli ve ağzında sürekli pipo tutan bir adam.

Öyle renkli bir hayat yaşamış ki, o kesinlikle yarı-deli.

Hani bazı insanlar vardır, ya her gün Tanrı'ya size öyle birilerini bahşettiği için şükredersiniz ya da her gün ‘‘Bu adamı hakedecek ne yaptım!’’ diye şikayet edersiniz.

İşte öyle biri.

Arası yok.

Sunacağı hayat ya cennet ya cehennem.

Allah onunla bir maceraya atılmış bütün kadınlara kolaylıklar versin.

Kesinlikle evliliğe karşı, zannedersiniz ki kurumun yanından bile geçmemiş, yanılırsınız adam tam beş kez evlenmiş.

*

Adama bayılıyorum.

Çünkü sıfırlıyor.

O buna ‘‘sıfıra indirgeme metodu’’ adını veriyor.

Herkesin bir felsefesi olmalıymış, onunki de buymuş.

Bu zannettiğiniz kadar kolay değil...

Bazen hayat sıkışır, dibe vurursunuz, o noktada normal insanlar için yıkım gelir. Ama Suat Türker, ‘‘düğmeleri kapatmasını’’ bildiğini söylüyor, böyle zamanlarda herşeyi sıfıra indirgiyor ve yeni bir eş, yeni bir şehir ve yeni bir evle yeniden hayata ‘‘tırmanmaya’’ başlıyor.

Hayatı o kadar renkli ki, macera Kore Savaşı'yla başlıyor. Amerikan askerleri hazır evlerinden ayrı düşmüşken, Uzak Doğulu kadınlarla avunuyorlar. Ve n'oluyor? Amerikalı kadın askerler boynu bükük kalıyor. Varan 1. İlk evliliği Amerikalı bir yüzbaşı ile gerçekleşiyor. Başlıyor önce Kore, sonra Florida yılları. Bir süre sonra bitiyor. Varan 2. Yeni bir hayata başladığı yeni şehir İstanbul, gelsin yeni bir evlilik. Derken Almanya yılları başlıyor, farklı farklı şehirlerde yaşıyor. Varan 3. Varan 4. Varan 5. Aynı kadınla üç kere boşanıyor, evleniyor, boşanıyor evleniyor.Bize onu karısı tiyatro oyuncusu Dilek Türker'den sormamamızı tavsiye ediyor.

Pek iyi şeyler söylemezmiş.

*

Bu kısa yazıya sığdırılmaya çalışılan o hayatta neler mi var?

Alkole yakın temas, Mısır-İsrail harbi, Burhan Felek, Abdi İpekçi hikayeleri, rulet denilen oyunun sırrını çözme çabası, 20 senelik polis muhabirliği ve bitmeyen bir deniz tutkusu...

Hayatının değişmeyen tek unsuru gazetecilik.

Şimdi emekli oluyor.

15 metrelik bir tekne alıp geri kalan yıllarını orada geçirmeyi planlıyor. Yine ‘‘düğmeleri kapatacak’’, herşeyi sıfırlayacak ve kimbilir hangi güzel deniz kenarında hayata yeniden başlayacak...

Yeni Dış Hatlar Terminali’ne övgü

Çetin Altan'a teşekkür

Geçen Çarşamba Mimoza Dergisi'nde yer alan bir tartışma konusunda Çetin Altan benden ‘‘meslektaşım’’ diye sözetmiş. Acayip onurlandım. Çetin Altan bu mesleğin duayenlerindendir, ustalarındandır. Beni meslektaşı gibi değerlendirmesi de onun büyüklüğüdür. İki kişi arasında kalması gereken bir anektodu yazılı olarak Milliyet'in İş Yaşamı ekinde aktarmam ise küçüklük olarak değerlendirildi. Oysa ki, Çetin Altan gibi bir büyük gazetecinin söylediği herşey bizim gerçekten ders almamız gereken önemli bir tespittir. Türkiye hala onun tespitlerine ihtiyaç duyuyor. Onun 50 yaşındaki kadın gazeteciler hakkında söyledikleri bir Türkiye gerçeğiydi, benim yazdığım da... Değişir inşallah!

Ben de çok biliyor musunuz...

Yurtdışında yaşayan eş, dost, kısacası sarı kafalı akraba.

Ne zaman onlardan birini karşılamaya alana gitsem, tedirgin olurdum.

Yalan söylüyorum:

Mahçup olurdum, mahçup.

Çünkü onların gözüyle bakardım.

O tanımadıkları ülkede, ilk ayak bastığı topraklara...

*

Mümkün olsa, girecekleri tuvaleti onlar görmeden temizlemeyi hayal ederdim.

Sonra duvarları boyamayı.

Acilen yerleri parlatmayı.

Hatta tüm binayı yıkıp yeniden yapmayı.

Eski Doğu Bloku ülkelerinin havaalanlarını andıran o yapıyla, ziyaret ettikleri İstanbul kentinin bir alakası olmadığını kanıtlamak için gereksiz, yorucu çabalara girerdim.

Aşağılık kompleksi değil bunun adı: Alenen utanç!

*

Oh be!

Alman akrabalarım geldiğinde artık utanmayacağım.

Artık herhangi bir Avrupa ülkesindeki gibi bir havaalanınımız var.

Gerekçe uydurmayacağımız, mazeret yaratmayacağımız.

Dış Hatlar Gidiş, Geliş'ten daha havalı. Kocaman. Ferah. Her yer jilet gibi. Renk uyumu iyi. Hiçbir rüküşlük yok. Birbirinden şık mağazalar ve uçağı kaçırmanıza bile sebep olacak lezzette yemek sunan İtalyan ve Çin mutfakları. Koridorlar, sokak gibi tasarlanmış, oturma birimlerinin bir kısmı banklardan oluşuyor ve sokak isimlerini gösteren levhalarda dükkan isimleri yazıyor.

Yok mu sorunlar?

Var ama insani sorunlar.

Anlaması kolay çünkü henüz herşey yeni, elbette bir takım aksamalar oluyor, mesela hangi kapıdan uçağa gideceğiniz zaman zaman elektronik panolarda görünmüyor, gecikme olup olmadığını soruyorsunuz, görevliler bilmiyor.

Yine de...

Bir Türk olarak gördüğüm manzaradan müthiş gurur duydum.

Hadi bakalım, şimdi gelsin o sarı kafalı akrabalar...

Yazarın Tüm Yazıları