Paylaş
O kadınla fazla yüzgöz olma!
Benim bazı sorunlarım var.
Hepsini anlatmam mümkün değil.
Ama elbette ki, bazılarına burada değinebilirim.
Çünkü ben asla hayır diyemem!
Bu benim elimde değil, anlıyor musunuz. Aksini yapamıyorum. Ben başka türlü davranamıyorum. ‘‘Hayır’’ diyebilenlere ise hayran oluyorum. Hele herhangi bir konuda bana ‘‘hayır’’ diyenlere daha da bayılıyorum. Çünkü ben ‘‘Evet, evet’’ ‘‘Deli misin, tabii ki’’ diyorum sürekli. Mecburmuşum gibi. Sanki öyle demezsem ayıp olurmuş gibi. Bu bir hastalık. Ben hastayım.
Biliyorum.
Evet, evet biliyorum.
* * *
Yapamadığım bir başka şey de mesafe koymak.
Hiç mesafe koyamam ben. Ne yazık ki. Bu da yok tabiatımda. Sahte mi geliyor nedir, hemen yüzgöz olurum. Ben bir kere yemeğe gideyim mesela, o kişiyi en yakın arkadaşım sanırım. Müthiş güvenirim, herkese karşı onu korurum. Hemen samimi olurum. Olunacakla da olunmayacakla da. Ama olunmayacakla yüzgöz olduğumu sonradan anlıyorum. Anlatabiliyorum değil mi? Olan olmuş oluyor, artık geri dönüşü olmuyor. Kazık-mazık durumları. Hem siz niye zannediyorsunuz, bir dolu şeyi son derece rahat yazabiliyorum. Tamam, siz henüz bana kazık atmadınız? Ama bu sadece size özel mi sanıyorsunuz? Hayır, (A aaa ben hayır dedim!) çünkü ben aslında yazı mazı yazmıyorum, anlatıyorum. Habire anlatıyorum. Bizim ailenin kadınları çok konuşur zaten, hiç susmaz. Ben zaten normalde de susmuyorum. Normalde de herşeyi anlatıyorum. Sor bana, anlatayım sana. Ama işin tuhafı insanlar da bana anlatıyorlar. Sanki alnımda ‘‘Buna anlatılır, anlat, anlar’’ yazıyor, ben daha sormadan onlar başlıyorlar anlatmaya.
Ama ben iyileşmeye çalıştım.
Üstelik tedavi de gördüm. İnsanlarla mesafe koyabilen bir arkadaşımdan çok ciddi telkinler aldım.
Uyarmadı mı beni?
Uyardı.
Demedi mi, ‘‘Senin evine yollayacağım o kadınla fazla yüzgöz olma!’’
Dedi.
Peki ben ne yaptım?
Bir Salı günüydü.
Bir önceki Melek Hanım evden kaçmıştı.
Birilerinin acilen altını üstüne getirdiğim evin, altını altına, üstünü üstüne yeniden getirmesi gerekiyordu. O şanslı kişi de, işte bana telkin yapan arkadaşımın evine haftada bir gün gelen o kadın olacaktı. Kapıyı bir açtım ve şaşırdım: Çok havalı bir kadın karşımda. Temizlikçi gibi durmuyor. Siz ‘‘Ayşe Hanım mısınız?’’ dedi. Ben hep ‘‘Evet’’ derim ya, ‘‘Evet’’ dedim. Şöyle bir göz gezdirdi etrafta, ‘‘Eviniz de küçük değilmiş’’ dedi, ‘‘Evet haklısınız çok küçük değil’’ dedim. ‘‘Kira değil mi?’’ dedi. ‘‘Evet, evet’’ dedim. Sanırım o arada, İstanbul denilen şehirde benim istediğim gibi bir ev satın almamın ne yazık ki mümkün olamayacağını, kaç para maaş aldığımı, kaç para kira verdiğimi filan elimde olmadan anlatıvermişim. Hatırlayamıyorum tam. Ee böyle olunca roller değişiyor. O evsahibi ben gündelikçi oluyorum, ‘‘İşe gitme bugün, burada kal bana yardım et’’ dese, ‘‘Evet, haklısınız’’ diyeceğim, kovaları, bezleri bulmaya gideceğim. Allahtan demedi, kibar bir evsahibi edasıyla, ‘‘Terasınız da güzelmiş, işe başlamadan bir çay içelim’’ dedi. Özür dileyerek ve hafif büzülerek, evde sadece sallandırma çay olduğunu söyledim, ‘‘Çok tercih etmem, ama hiç yoktan iyidir’’ dedi.
Biz, sallandırma çaylarımız elimizde, terasa çıktık.
Aradan kaç dakika geçti bilmiyorum...
Benim aklıma telkinci arkadaşım geldi.
Birden buz kestim.
Ben ne yapıyordum?
Yine aynı günahı işliyordum.
Evime temizliğe gelen kişiyle yüzgöz oluyordum!
Olmamam lazımdı.
Bana öyle söylenmişti.
Mesafe koymam gerekiyordu,
Nasıl konuyordu bu mesafe denilen şey.
Daha az konuşmaya başladım.
Açık vermemeye çabaladım.
Ve takriben beş dakika sonra olan oldu.
O kadıncağız nasıl sığdırdı bilmiyorum ama hayat hikayesini en ince ayrıntısına kadar, daha sallandırma çaylarımız bitmemişti, anlatıverdi. Ama ne zaman, evli bir adamla bir aşk yaşadığını anlatmaya başladı...
Ben balkondan atlayacaktım.
- Hayııııııır!
Ben mesafeli olmaya kalkışırken, yine becerememiştim. En entim şeyler küt diye söylenmiş, ‘‘Siz anlarsınız beni, ondan anlattım’’ denmişti.
İyi ama...
Ben o mesafe koyabilen kadınlardan olmak istiyorum.
‘‘Benim gitmem lazım’’ dedim.
Kendimi evden dışarı atıverdim.
* * *
Bebek Parkı'na.
Ne oldu?
Ne olacak, kahve kalabalıktı bari şu parkta bir yürüyeyim dedim, kendi kendime ‘‘Yüzgöz olma insanlarla!’’, ‘‘Artık hayır demeyi öğren’’ diye söylene söylene...
Yoruldum.
Yürümekten değil, değişmeye çalışmaktan, kendimi olduğum gibi kabul edememekten. Bir banka kendimi bıraktım. Güzel bir kadıncağız tek başına oturuyordu. Bana baktı ‘‘Ateşiniz var mı?’’ dedi. Durduramıyorum ya kendimi, başladım konuşmaya, ‘‘Var’’ dedim, ‘‘Bu çakmağı çok sevdiğim biri hediye etti, biliyor musunuz?’’ dedim. Kadıncağız aval aval bakıyor. Anladım bir derdi var. ‘‘Pek keyifli durmuyorsunuz?’’ dedim. Ben nereden bileyim canım o parktaki en mutsuz kadının yanına oturduğumu. ‘‘Bir süredir keyifli değilim’’ dedi ve özel yaşantısında yaşadığı depremi anlatmaya başladı.
Kocası varmış. Çok mutlularmış. Herkes onları ideal çift diye parmakla gösterirmiş. Bir de çocukları olmuş. On küsur yıllık bir evlilikten söz ediyor. Ama ne oluyor? Tabii insan tahmin ediyor, değil mi ama, adam gidiyor, bir başka kıza aşık oluyor. Önceleri benim park arkadaşım böyle bir şeye ihtimal vermiyor. Hep komşunun başına geleceği düşünülür ya, ama sonunda o da bir gün bir yerlerde onları pek bir samimi halde görüyor. Yani insanın arkadaşıyla olmayacağı kadar samimi.
Bir sene önce boşanıyorlar.
‘‘Bu yüzden keyifsizsiniz öyle mi?’’ dedim.
‘‘Yok hayır’’ dedi.
‘‘Onu seviyorum hálá ama bu duruma alıştım’’ diye cevap verdi. ‘‘Şimdi eski kocam sevgilisiyle yaşıyor, ben de kızımla’’. ‘‘Ha iyi’’ dedim. ‘‘Yok iyi değil’’ dedi ve devam etti, ‘‘Ee aradan epey bir zaman geçti. Benim de hayatıma biri girdi. Onu da seviyorum aslında’’ dedi. ‘‘Olur böyle şeyler insan iki kişiyi birden sevebilir’’ dedim.
Niye diyorsun?
Deme işte.
Niye anlıyorsun.
Anlama işte.
Anlıyorsunuz değil mi, ben yol veriyorum insanlara, beni anlayışlı görünce anlatmaya devam ediyorlar.
Sonra demesin mi ki, ‘‘Geçen gece sevgilim evdeydi, kocam geldi’’.
‘‘Ama o sizin eski kocanız artık’’ dedim.
‘‘Evet ama’’ dedi, ‘‘Benim sevgilim olunca birden değerlendim, bu duruma tahammül edemedi’’ dedi.
- Peki ne yaptı?
- Medeni bir adamdır aslında ama kapıyı kırdı.
- Sonra...
- Karakola gittik.
- Ya öyle mi?
- Evet. Yol boyu kavga ettiler. Yani sevgilimle eski kocam: Senin burada ne işin var? Asıl senin ne işin var?
- Peki sonra?
- Komiser ikisine de kızdı.
- Nasıl yani?
- Kocama, bu kadını neden gittin aldattın, işte bak böyle olur, o da gider kendine başka birini bulur dedi.
- Sevgilinize ne dedi?
- Sen niye bunların arasına giriyorsun, görmüyor musun hálá birbirlerini seviyorlar dedi.
- Peki kocanızın sevgilisi ne diyor.
- O yoktu. Olsa bile bir şey diyemez zaten.
- Neden?
- Çünkü sağır ve dilsiz.
- Şaka mı yapıyorsunuz.
- Yoo hayır, gerçekten öyle.
- Peki şimdi nedir durum?
- İkisi de benimle görüşmek istemiyor, ben de biraz depressif bir günümdeyim, parka geldim, iyi ki size rastladım, içimi döktüm biraz rahatladım.
Sizi tüm bu hikayeyle yormak istemezdim, zaten kabullenmesi zor hadiseler, biliyorum. Anlamanızı da beklemiyorum.
Biliyor musunuz, ben gazeteciyim. Eski kocam da gazeteci, sevgilisi de. Benim sevgilim de televizyoncu zaten...
Sanırım bunu duyunca ben durdum.
Ve şöyle bir şey çıkıverdi ağzımdan:
- Boşuna bu medya batmış demiyorlar. Ben de gazeteciyim.
HAMİŞ: Bu yazı biraz acayip oldu. Biliyorum. Çünkü yazıldığı saat bir artçı depremin hemen sonrasıydı. 5.8 şiddetinde bir küçük deprem büyük Hürriyet Gazetesi'ni böyle sallıyorsa, benden ancak bu yazı çıkabiliyor...
Paylaş