Paylaş
Mahsun Kırmızıgül'le koskoca bir gece geçirdim ama...
Yıkılmadım ayaktayım
- Sen hiç beni konserde izledin mi? dedi.
- Yooo... dedim.
- İyi o zaman Cumartesi seni evinden alayım da konserime götüreyim, beni bir izle, sahnem iyi mi kötü mü bir bak bakalım, dedi.
- Bilmem ki... dedim.
- Ama çok ısrar ediyorsan... diye de ekledim. Tabii ki, en ağırbaşlı halimle!
*
Ama telefonu kapattıktan sonra...
Beynim, düşüncelerim ve hatta bedenim birden ‘‘hafif’’lemeye başladı.
- Düşünebiliyor musun ‘‘Yıkılmadım Ayaktayım Mahsun’’ beni alacak, konsere gideceğiz, ne havalı değil mi ama, ben ve o, sonra belki yemek de yermişiz... diye her önüme gelene anlatmaya başladım.
İnanılmaz bir yaygara kopardım.
Ben ne adiyim.
*
O hiç değil.
Bir kere sözüne sadık, öyle üç gün önce söylediğini üç gün sonra unutmuyor. ‘‘Ben kitleleri peşinden sürükleyen adamım’ ayakları hiç atmıyor. Boşboğaz değil, saçmalamıyor. Hiç ama hiç yavşamıyor. Hep efendi davranıyor. Soğukkanlı. Demek istiyorum ki, ne istediğini, nasıl davranması gerektiğini biliyor.
Ama ben bilmiyorum!
Üç gün önce iyiydi de, şimdi kim gidecek konsere!
- Bu konser kaçtaydı? diye aradım:
- Gazetedeyim üzerimde bahçıvan pantalon var, kız çocuklarına benziyorum bari eve gidip üzerimi değiştireyim de kadına dönüşeyim.
- Sen bilirsin dedi. Ve ekledi:
- Ama acele et. Konser seni beklemez. Hazır olunca Prestij Müzik'e gel, oradan gideriz.
Adam net. İyi.
*
Gerçekten iyi.
Çünkü koruma yok, yanar döner arabalar yok, jean'ini çıkardı (ama ben görmedim) siyah takımlarını giydi, sanki konsere gitmiyor, Papermoon'a yemeğe gidiyor, inanılmaz sakin, arabanın (o bir adet jip oluyor) arkasına kuruldu, yanına da ben, kuzeni arabayı kullanıyor, önde de bizim foto-Kutup oturuyor.
Kiler Marketler Zinciri, meğer üç yıldır şenlik yapıyormuş, Avcılar halkına konser ziyafeti çekiyormuş, bu da dördüncüsüymüş, Mahsun Kırmızıgül de onur konuğuymuş.
İyi de ben kimim?
Herkesin nezlinde üç alternatifim vardı: A) Klip kızı, B) En son sevgili , C) Magazinci. Doğal olarak ben C) şıkkını seçtim.
*
İnanılmaz eğleniyorum.
Çünkü ben bir adet C) şıkkı halinde Mahsun Kırmızıgül'ün sarı ceketli orkestrasıyla birlikte sahnede oturuyorum. Kemancının tam arkasında. Yok böyle bir şey. Bu başıma ilk kez geliyor. Kulaklarım ‘‘senden hesap soracağım’’ diye beni tehdit ediyor. Ama umrumda değil. Halk çığlıklar atıyor, biraz önce o jipin içinde ‘‘hastayım aslında, bakalım sesim çıkacak mı?’’ diyen o lise öğrencisine benzeyen alçakgönüllü adam sahnede ‘‘büyüyor’’, dişleri uzuyor, bir tuhaf bakmaya başlıyor, kendine güveni geliyor, birden kliplerindeki adam oluyor, dilim varmıyor söylemeye ama ergen bir delikanlıdan çok, işini bilen bir erkeğe dönüşüyor.
Varlığıyla, sesiyle herkesi avucunun içine alıyor. Halkımız ise neredeyse ezbere bildikleri o şarkılarıyla çoştukça çoşuyor.
- Mahsun, Mahsun diye bağırıyor.
Karşı balkonlardan insanlar sarkıyor, kızlar benim de bulunduğum sahneye tırmanmaya çalışıyor, Özgür adındaki küçük bir oğlan o kalabalıkta annesini kaybediyor, sahneye getiriliyor, Kırmızıgül ona ‘‘Niye ağlıyorsun lan?’’ diyor, halk gülüyor, biri çekilişte araba kazanıyor herkes ‘‘zengine değil fakire çıktı’’ diye tezahuratta bulunuyor, sonra biri benim önümdeki kemancının ceketini yırtıyor, çünkü aslında Mahsun Kırmızıgül'e sevgi göstermek istiyor, havai fişekler patlıyor, önce benim B) şıkkı olduğum düşünülüyor, sonra A) şıkkı mıyım acaba diye yorumlar yapılıyor.
Biri geliyor, ‘‘Mahsun Bey'in son klibinde mi oynadınız siz?’’ diye soruyor, ara ara da fotoğrafımı çekiyor. ‘‘Hayır’’ diyorum ama domuzluk edip sarı ceketlilerle birlikte o sahnede ne halt ettiğimi söylemiyorum, söylesem adam rahatlayacak, ben de rahatlasın istemiyorum ve birazdan not defterime ‘‘kenar süsleri’’ yapmaya başlıyorum, o da ‘‘Yıkılmadım Ayaktayım Mahsun’’un hayat hikayesini yazdığımı zannediyor.
Herşey absürd.
*
Konserden sonra aç kalmam da...
Koskoca Mahsun Kırmızıgül, artık kuzen ve foto-Kutup yok yanımızda, ‘‘Ne yemek istersin?’’ diyor. Bir Adanalı karnı çok açken hep ‘‘kebap’’ der biliyor musunuz, ama bir Diyarbakırlı bana ‘‘İstersen Çin yiyelim, ya da ne bileyim Meksika filan da yiyebiliriz’’ diyor! Ben aslımı inkar ediyorum.
Çin'de anlaşıyoruz.
Anlaşıyoruz da...
O üzerini değiştiriyor (ben yine yoktum yanında!) jean'ini giyiyor, ben de izniyle ‘‘klip kızı’’ elbisemden kurtulmak istediğimi söylüyorum.
Evime gidiyoruz.
O bekliyor, ben bahçıvanımı tekrar giyiyorum (bu sefer de o yoktu yanımda!). Bu arada bütün mahalle nezdinde itibarım artıyor. Yörede bulunan bütün kapıcılar, arabama asla yer bulmayan bekçiler ve onların tüm akrabaları, eş dost ve konu komşuları ‘‘hoş geldiniz’’ diyorlar, yer gösteriyorlar, ama bana değil ‘‘Yıkılmadım Ayaktayım Mahsun’’a gülümsüyorlar. Benim gülecek halim yok, çünkü henüz taksitleri bitmeyen Opel Tigra'mı, Mahsun kullanıyor, vitesler karşısında, mikrofonda olduğu kadar başarılı değil, araba inliyor, o da bana dönüp ‘‘Sen neden otomatik vites kullanmıyorsun?’’ diyor.
Çinci kapalı.
Evlerine gitmişler.
Kapıdaki şarhoş bekçi ‘‘Yıkılmadık değil mi Mahsun Abi, gel gel içeri!’’ diyor. Ama restoranda esnemekte olan Çin garsonlar bizimkini tanımıyor. Ben karnım acıkınca her zamankinden daha gıcık oluyorum biliyor musunuz.
*
Biz Boğaz'a doğru yöneliyoruz.
Yanımda oturanın Mahsun Kırmızıgül olduğunu gören ahali de arabama... Camları öpüyorlar, yolumuzu kesiyorlar, bir de maç dağılmamış mı, herkesler kutlama yapmaya sokağa çıkmamış mı? ‘‘Yıkılmadım Ayaktayım Mahsun’’ pek sokağa çıkmadığını anlatıyor. Yalan söylemiyor. Adam domestik. Hep evinde oturuyor. Piyanosunun başında beste yapıyor. Ben hasta olduğundan şüphelendim ama sigara ve alkol gerçekten kullanmıyor. Yanımda oturan, o ekranda klark çeken adama hiç benzemiyor, kendi kendine şarkı söylüyor, arabamın torpido gözüne vurarak tempo tutuyor, kendi halinde biri, konservatuara devam ettiği için gururlanıyor, anlatıyor da anlatıyor arada bana sorular soruyor...
İyi de ben açım!
Mavi Yeşil'e gidiyoruz kapalı.
- Ece'ye gidelim hem Pakize'yi dinleriz diyorum, ‘‘Ben oraya hiç gitmedim’’ diyor. Kalabalıklardan çok hoşlanmıyor ama beni kırmak da istemiyor. Vazgeçiyorum. Ben açlıktan ölüyorum. Ama adam zaten konserden çıkmış, onu yine mikrofonlu bir yere sürüklemek de istemiyorum.
- Pafuli de kapalı diyor.
Yeter artık!
- Bari köfte ekmek yiyelim diyorum.
Ortaköy'de Wendys'de hamburger yemeğe karar veriyoruz!
*
Artık karnım doydu, hiç bir şey umrumda değil. Aç ayı oynamazdı. Ama ben artık tokum.
- She'ye gidelim mi? diyorum.
- Tamam diyor.
O cidden şeker, bana yaranmak için ‘‘tamam’’ diyor, yoksa She'ye bayıldığından değil. Sigara ve alkol kullanan normal insanlar arasından yürüyüp barda kendimize bir yer buluyoruz. Ezilmedik, bu da iyi. Ayakta dikiliyoruz. En acayip görünümlü kadınlar etrafımıza toplanıyor, bizim ‘‘Yıkılmadım Ayaktayım’’a bakarak tuhaf tuhaf dans ediyor. O ise kolasını içiyor. Birazdan iki arkadaşı geliyor, o biraz rahatlıyor.
Bana ‘‘Sen bu adama ne yaptın hayatta buralara gelmezdi’’ diyorlar.
O da ‘‘Niye öyle diyorsunuz iki sene önce bir kere gelmiştim’’ diyor.
Ben ‘‘Yıkılmadım Ayaktayım’’ı arkadaşlarına teslim ediyorum ve evime gidiyorum.
Bu kadar. Bitti arkadaşlar.
Adam iyiydi, kendi halinde biriydi. Ertesi gün tekrar bana geldi, söyleşi gerçekleşti. Demek istiyorum ki, Pazartesi, Salı günü Hürriyet'te yayınlanacak röportajı okumazsanız sizi vururum...
Paylaş