Paylaş
Sen bana dokunuyorsun
Ne güzel laf değil mi?
İki türlü de anlaşılabilir:
Sinirime dokunuyorsun.
İçimde bir yerlere dokunuyorsun.
Bugün asla sinirime dokunmayan, aksine çok ama çok içime dokunan bir öykü okuyacaksınız. Atilla Atalay’ın bir öyküsü. Bu öykü ayrıca benim evimin duvarında asılı bulunuyor. Ergün Gündüz’ün çizgileriyle, yani bir adet resimli roman şeklinde. Sizin de Atilla’nın öyküsünden benim etkilendiğim kadar etkilenmeniz dileğiyle...
* * *
Gözlerini gözlerime dikmiş.
Kaçırıyorum yine buluyor.
Sen bana dokunuyorsun! dedi.
Yüreğimde bir yerleri acıtıyorsun. Ama anlatılmaz güzellikte bir şey.
Tanrım bir şey olsa. Aygaz kamyonu filan geçse. Aniden ceviz iriliğinde dolu yağmaya başlasa. Bu romantik ortamın içine etse. Ne oldu bu kıza, neler söylüyor.
İyi ki varsın. İyi ki. Neye benziyor biliyor musun? Eskiden kaldığım yurtta camlar, içerisi dışarıdan gözükmesin diye beyaz yağlı boyayla boyanmıştı. O boya tabakasındaki küçücük bir delikten bakınca dışarıyı görüyordum ben. Hele baharda öyle güzel gözüküyordu ki. İşte seninle olmak, o bembeyaz ya da siyah şeyin ortasında küçücük bahara bakan deliği bulmak gibi.
* * *
İşi şamataya boğmalıyım, yoksa fena olacak. Bu havada hayatta dolu yağmaz. Aygaz kamyonunun filan geçeceği de yok. Kız resmen yerli film replikleri atıyor. Hayır, ben ters adamım inanıveririm, dökülürüm, aşık olurum, betonlara çakılırım, asıl benim canım acır. Yerli film. Oradan saçmalamalıyım muhabbette. En Ayhan Işık sesimi kullanarak hınzır bir ifadeyle ona Belgin Doruk, muamelesi çektim. Misilleme olarak Yeşilçam öykülerinin değişmez repliğini attım.
Bırak bu lafları, kaç para istiyorsun onu söyle? On bin, yirmi bin?
Esprime çok güldü. Güzeeel. Ardı arkasına zincirler, konuyu dağıtırım gülmesi bitince.
Bu da senin numaran dedi.
Zırhın delinsin istemiyorsun. Hesapta hiçbir şeyi ciddiye almıyorsun. Aslında sana göre hayat o kadar ciddi ve acıklı ki. Böyle numaralar yapmana gerek yok, koyver gitsin kendini!
Gözlerime anne anne bakıyordu.
Güzel olduğunuz kadar küstahsınız da bayan dedim, Ayhan Işık sesimle. Dedim ama mümkün değil. Saatlerce bana inanılmaz sevgi sözcükleri sıraladı. Ben ise ona yerli filmlerin değişmez repliklerinden attım durdum.
* * *
Sırasıyla Necdet Tosun, Sami Hazinses, Cilalı İbo, Turist Ömer, Ediz Hun...
Hatta bir ara ayağa kalkıp:
AYGAAAZ diye bile bağırdım.
Sözünü ettiği yağlı boyadaki küçük delikten zırhımı açmasına asla izin vermedim. Yıkılmadım yavşamadım. Kendimi asla açmadım. Erkeklik gururuma değmesindi yağlı boya...
Korkulacak bir şey yok, dedi.
Ben sana ne yapabilirim?
Çok şey dedim.
Çok şey.
Derken kendi sesimi kullandığımı fark ettim. Hemen kendimi toparlayıp Ediz Hun, Ayhan Işık, Figüran Osman ve Erdal İnönü sesiyle ayrı ayrı üç kez...
Çok şey... demeye çalıştım.
Ama üçünde de kendi sesim çıktı.
* * *
Sonra...
Sonra yine yerli filmlerdeki gibi takvim yaprakları uçuştu. Ben onu hiç aramadım. Bir gün aklıma fena düştü, aradım. Aslında aramadım. Telefonu açtım. O alo, alo dedi, ben sustum. Aniden...
Susarken bile Ayhan Işık taklidi yapıyorsun! dedi.
Anlamıştı. Aslında belki de tek sorun, gerçekten anlamasıydı.
Ne fena değil mi? diye sürdürdü.
İnsan hep çok sevilsin diye uğraşır. Sevilince de ödü patlar!
Sustum...
Belki de sen haklısın. O zırh ne kadar kalın olursa, o kadar iyi ama artık arama olur mu? Ve sakın üzülme. O öyle nalet bir zırh ki, sen bile içeriden delemezsin.
Yine sessizlik.
Derken, Belgin Doruk gibi son cümlesini söyledi:
Hesapta kendini koruyordun, ama yine acı çekiyorsun. Boşver. Ne diyorlardı? Gençsin unutursun.
* * *
Genç miydim, unutur muydum?
Telefonu kapadım...
Sokağın köşesinden, yırtınarak bir aygaz kamyonu geçip gitti...
AYGAAZ!
Paylaş