Paylaş
58 kiloluk itirafçı
Selahattin Duman haklı.
Pazartesi günü yazdığı ‘‘Hayırlı bir sanat hizmeti’’ başlıklı yazısındaki tespitlerinden söz ediyorum.
‘‘En son okuduğunuz kitap?’’ türündeki bitmez tükenmez sorulara genellikle verilen cevabın ‘‘Ruh Çözümlemesine Yeni Giriş Konferansları / Freud’’ şeklinde abuk sabuk bir şey olduğu, kendisinin bunu kesinlikle yemediğini, çünkü pek çok insanın ‘‘fazlalıklar’’ın beyinden çok kilolarda bulunduğunu adı gibi bildiğini yazıyor.
Ve şöyle devam ediyor:
‘‘Bu aralar okunan tek eser var, Michel Montignac'tan Yemek Tarifleri’’.
Okuyunca güldüm.
Ama sonra düşündüm.
Yoksa biz güldüğümüz şeyleri ciddiye almıyor muyuz?
Kelimenin tam anlamıyla gülüp geçiyor muyuz?
O zaman halt ediyoruz.
Çünkü Selahattin Duman fena halde ciddi şeylerden sözediyor.
Sosyolojik tespitlerini insanı güldürerek yapması da onun marifeti. Daha doğrusu yeteneği. Matematik karşılığı zeka olur. Felsefi karşılığı bilgelik. Bir nevi Aziz Nesin...
* * *
Diyorum ya o haklı...
Bu aralar başucumda iki kitap duruyor.
Biri, Perihan Mağden'in ilk baskısı 1994'de Afa Yayınları tarafından yapılan, daha sonra da geçtiğimiz günlerde İletişim Yayınları'ndan çıkan ‘‘Refakatçi’’si.
Bir ben kalmıştım sanırım ‘‘Refakatçi’’yi okumayan (Hali hazırda söz konusu kitabı okumamışlar kategorisinde yer alıyorsanız, şiddetle tavsiye ederim, o kategoriden bir an önce çıkın) şimdi bu sersemliğimi telafi etmeye çalışıyorum.
Fakat canımın hiçbir şeyi telafi etmek istemediği zamanlar da oluyor.
O zaman elime Michel Montignac'ın yemek tariflerini alıyorum.
Bir bir, bütün o tariflerini okuyorum.
İnsan, yemek tarifleri okunmaz zannediyor değil mi?
Hiç de öyle değil, gayet güzel okunuyor.
Ve bazı akşamlar o tarifleri okuya okuya uykuya dalıyorum. Rüyamda da kendimi mutlaka mutfakta görüyorum. Tamamen yaptığım işe konsantreyim ve çok keyifliyim. Brokolileri yıkamışım, buket buket ayırmışım. Saplarını kestikten sonra başlarını ince ince kıymışım. Sonra hızımı alamayıp bir de pırasa ve kereviz saplarını yıkamışım ve zar şeklinde kestikten sonra kısık ateşte zeytinyağında yumuşayana dek pişirmişim. Sonra içine bir de arpacık soğanları eklemişim. Ardından da brokolileri, kıyılmış otları ve tavuk suyunu da ilave etmişim. Aradan 25 dakika geçmiş, tüm sebzeler pişmiş. Bu karışıma bir de krema eklemiş, mikserden geçirmişim.
Halbuki benim mikserim bozuk.
Zaten evde yemek filan yaptığım da yok...
Ama rüya bu ya, brokoli çorbası yapıyorum kendime. Sonra da afiyetle içiyorum. Bazen o kadar büyük bir kazanda pişiriyorum ki, kapı kapı dolaşıp herkese ‘‘Allahaşkına yiyin, valla güzel oldu’’ diye zorla ikram ediyorum.
Sadece Montignac'ın şişmanlatmayan çorbaları olsa iyi, bir başka günde de rüyamda, domatesli mozerellalı patlıcan dolması, mantarlı enginar, kuru fasulyeli midye salatası yapıyorum kendime.
* * *
Son zamanlardaki yemeğe dair gördüğüm bu rüyaların ‘‘Rüya Tabirleri Kitabı’’nda ne anlama geldiğine hiç bakmadım.
Umrumda bile değil.
Bana iyi geliyor.
Çünkü:
1. Sabahları uyandığımda kendimi tok hissediyorum.
2. Rüyalarımın ve Montignac'ın sonucu olarak sıcacık, yumuşacık taze ekmeklere saldırmıyorum.
3. Karbonhidratlarımı ayrı, proteinlerimi ayrı yiyorum.
4. Üstelik okuduğum yemek tairfleriyle zaman zaman hayallerimi zaman zaman da program önerilerimi zenginleştiriyorum.
* * *
Ne var ki, ‘‘Bu aralar elinde ne var?’’ diye sorulduğunda...
En sakin halimle ‘‘Perihan Mağden’’ diyorum, ‘‘Refakatçi’’.
Çünkü çok hoş yazılmış, ciddi ve önemli bir roman (ki gerçekten öyle düşünüyorum). Ama anlıyorsunuz değil mi, okumakta bulunduğumun kitabın ‘‘Refakatçi’’ olduğunu söylemek aynı zamanda itibarımı arttırıyor.
Montignac'ın yemek tarifleri itiraf bölümüne giriyor.
Yine erken davranıp yasa çıkmadan 58 kiloluk itirafçı konumuna geçmiş bulunuyorum.
İnşallah başıma bir iş gelmez...
Paylaş