Montignac rejimi bedenime sahip olacak, ruhuma da!Bu yazıya başlamak için sadece iki alternatifim vardı.1. Kışın yediğim hurmalar, yazın popomu tırmalar!Ya da...2. 30'uma doğru tüm bunları hayatıma oturtamazsam, o bana oturtacak!***Hurmayı sevmem, kışın hurma filan da yemem.O lafın gelişiydi.Ama kışın yediğim bazı şeylerin, yaza doğru popomu tırmaladığı lafın gelişi filan değil, tamamen sağlıksız beslenmemin bana fena halde ödettikleriydi...Mesela o sevimli beyaz küp şekerler!Bir sabah, Haziran başıydı sanırım, açılıp saçılmamıza az kalmıştı, Hasan Abi'nin getirdiği çayların yanında yer alan altı adet küp şekerle, sadece iş olsun diye gazetedeki masanın üzerinde, Lego misali bir ev yapmaya karar verdim. Günün sonunda, 66 küp şekerle söz konusu evin bahçe duvarlarını bile yapabilecek konuma gelmiştim.Anladım ki, ben günde ortalama 11 çay içiyordum.Bu da ediyordu 66 adet küp şeker.Gerçi, uzun uzun evi seyrettim, pek bir güzel olmuştu.Ama bu gidişle, ben ne o evden, ne de hayalimdeki pembe pancurlu evden içeri girebilecektim.Ya hayatımın geri kalan bölümünde 66 küp şekerle başbaşa kalacaktım, ya da benimle bir yerden içeri girmek isteyecek adamı asla bulamayacaktım!Sonra dedim ki, ben bu şekeri keserim.Kestim. Ama yetmedi!Popom tırmalanmaya devam etti.Ben de, uzun yıllardan beri ilk defa bu yaz, kısa uçuşan elbiselere veda etmek zorunda kaldım. Çünkü ‘‘bir genç iriliği'' baş göstermeye başlamıştı. Omuz başlarım büyüdü, pek sağlıklı bir görünüm aldı, kollarım kalınlaştı, giydiğim herşey belimi sıkmaya başladı, ince küçük göbek katlarım arttı, yanaklarım İsviçreli dağ kızlarını andıran bir hava aldı...Anladım ki, eğer ben beyaz ekmeğe, beyaz pirince, çeşitli makarna türlerine, abuk sabuk beslenme biçimime, fast-food sevgime ‘‘elveda'' demezsem, 28'imde tepeme binen, bu ‘‘genç irisi hali''m beni mahvedecekti!Geldik mi, bu yazı için düşündüğüm ikinci girişe: 30'uma doğru tüm bunları hayatıma oturtamazsam, o bana oturtacak!***Oldu mu size Ağustos...Oldum mu mosmor.Değişen bir şey yok.Allahtan El Nino geldi de, yağmurlar başladı, ve ben üzerime geçirdiğim kazaklarla omuz başlarımı gizleyebilme şansına eriştim. Omuz başı diye geçmeyin, ya da gülmeyin, popomdan sonra en büyük kompleksim. Omuzlarım çıksın istiyorum, çıkmıyor...Etler geliyor, üstünü örtüyor. Yorgan gibi!İlk hamleyi, Michel Montignac'ın ‘‘Yedikçe Zayıfla'' kitabını alarak yaptım.Çünkü üzerime yapışan bu genç iriliği hali, kader değildi...Ve ben bu kaderi değiştirecek, kışın açılıp saçılarak omuz başlarımı gösterecektim!***Dünyada yaşıyorsanız...İç güzelliğiniz kadar dış güzelliğinize de kafa yoruyorsanız...Mutlaka Michel Montignac denilen o Fransız adamı ve beslenme alışkanlıklarının düzeltilmesi hakkında yazdıklarını, bir yerlerde okumuş ya da duymuşsunuzdur.Mesela ne zaman bir dergi, Montignac ve onun dünyayı sarsan diyeti hakkında bir ek yayınlasa tirajı artar. Ben de bir ‘‘dünyalı'' (ve tabii kendi yağ hücreleriyle oldukça ilgili biri) olarak o dergilerin verdiği eklere hep göz atmışımdır, ama sözünü ettiğim bu son kitabını okuyana kadar bildiğim, adamın ‘‘Kardeşim, yemek yerken şu protein ve karbonhidrat denilen zıkkımı ayır'' dediğiydi.Üzerine daha fazla hiç kafa yormadım.Bir gün olsun, adamın kitabını elime almadım.Ah ben neler kaybetmişim...Ah ben ne zır cahilmişim!***Montignac boru değil...Ama uygulamak da kolay değil!Küt diye bir şey olmuyor...Bir haftada Twiggy'e dönülmüyor. Üç günde dört kilo filan veremiyorsunuz, önünüzde rejim reçetesi yok, bunu bunu yiyeceksiniz, sürekli kontrole geleceksiniz diyen yok.Yapayalnız ayakta, siz tamamen bir başınasınız.Bu da, tabii önce can sıkıcı geliyor. Çünkü bazen başka birilerinin sizin yerinize karar vermesi, insana daha kolay geliyor...Kitap öncelikle size, kalori kısıtlamanın bir boka yaramadığını anlatıyor. Doğal olarak, ‘‘Rejim yap, bir de tabii spor, başka çaresi yok!'' ilkesini çöpe atıyorsunuz. Adam karşınıza geçmiş, ‘‘Herşeyi ye fakat ne yediğini bil ve zayıfla'' diyor. Siz de ‘‘Kolay olsa, babam da yapar'' diyerek karşılık veriyorsunuz. Ama kitabı okudukça çok da zor olmadığını görüyorsunuz. Çünkü A'den Z'ye adam size yediklerinizin ne olduğunu anlatıyor. Lifler, vitaminler, mineral tuzlar, eser elementler, proteinler, glusidler...Önce hepsi üzerinize üzerinize geliyor, kaçacak yer arıyorsunuz. Ama çaresi yok, derken bütün ağzımıza aldığımız şeyleri yakından tanıyoruz!Sonra küt diye size, şişmanlık denen hastalığın özgeçmişini anlatıyor. Bu hastalığın önceleri bir medeniyet ürünü olarak ortaya çıktığını, tarih boyunca, hep aristokrat, burjuva ya da din adamları gibi ayrıcalıklı insanların şişman olduğunu, ama İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kötü beslenme alışkanlıklarının ayrıcalık mayrıcalık, zengin fakir, beyaz zenci dinlemediğini...Bu tarihi gerçeği de öğrendikten sonra siz durumu anlıyor, nasıl bir felaketle içiçe olduğunuzu tüm hücrelerinize kadar kavrıyorsunuz. Hücre dedim ya, kitaptan öğrendiğim bir bilgiyle size hava atmakta da bir sakınca görmüyorum: Yağ hücresi denilen o illetleri küçültmek mümkün, ama bir kere çoğaldıktan sonra (yani benim durumum!) bu hücrelerin sayısını azaltmak imkansız.Ben onları oldukları sayıda tutmaya çalışıyorum.Bilmem anlatabiliyor muyum?***Ve tabii elimde kitap, dersini çalışmış bir kız olarak Levent'teki Club House Montignac'a gittim.Artık biliyordum, yediğimiz her şeyde kan şekeri artıyor ve pankreas bu oranı düşürmek için ensülin salgılıyordu. Anormal yağ depolanmasına da yüksek ensülin miktarı yol açıyordu. Yani önemli olan, tüketilen besin maddelerinin doğasını bilmekti! Ona göre yemek ve bazı şeyleri (protein ve karbonhidratları) birlikte mideye indirmemekti!Kitabı sular seller gibi okumuş olmam ve içindeki alternatif sabah, öğlen ve akşam yemek önerilerini kesip buzdolabıma yapıştırmam bana yetmedi!Oraya gidip, onların menüsünü bizzat denemek istedim. Bir de tabii mutfak dolabında istiflemek üzere yeterince entegre ekmek almak...***Görgülü oldukları için öyle her tarafa tabela filan asmamışlar!Etraf kebapçılar ile sarılı olduğundan söz konusu yeri öyle kolay bulamadım. Neyse sonra buldum, Çalıkuşu Sokağı'nda bir villa.Bunlar dokuz ortak, öyle zengin filan da değiller, villayı satın almamışlar, kiralamışlar, yani sadece alt katını, pek de güzel bir mekan haline getirmişler, bahçeli mahçeli hoş bir yer. Peki üst katında kim oturuyor? Aslında tiyoyu vermiştim size. Sokağın adı boşuna Çalıkuşu değil, üst katta da Reşat Nuri Güntekin'in kızı ve torunu oturuyor...Menüdeki herşey Montignac felsefesine uygun.Yani bana uygun...Tadı da, sizin damak tadınıza uygun.Sorduğunuz herşeye cevap veriliyor.Yani sizinle pek bir ilgileniliyor...Entegre ekmek, işlenmemiş makarna, pirinç ve bisküvi, yüzde 95 kakaolu dolayısıyla yağsız Montignac çikolataları, meyve şekeriyle tatlandırılmış reçeller hep orada satılıyor.Yani gittiğinize kesinlikle değiyor.Ben tüm satın aldıklarımı eve gelip yerleştirdim.Ve önce beynimi, sonra bedenimi yeni beslenme biçimime hazırladım.Haberiniz olsun, artık Montignac bedenime de ruhuma da sahip olacak!HAMİŞ: O hayatımı değiştireceğini ummuduğum kitap ‘‘Yedikçe Zayıfla'' Güncel Yayıncılık'tan çıktı, merak edenlere duyrulur. Club House Montignac'ın telefonu ise, 0212 284 44 28...