Ayşe bahane, İnternet şahaneAdı Hamit.Soyadı Mopy.HMT'de yaşıyor. Adını da yaşadığı (hapsolduğu) yerden alıyor. Hürriyet Medya Towers'dan, demek istiyorum ki bu binadan!Hamit, sevimli, minik, turuncu bir şey. Siz çağırınca geliyor, kendisini sevmek isteyenlere asla karşı çıkmıyor, siz onu okşuyorsunuz o seviniyor, sevindikçe kendini iyi hissediyor, iyi hissettikçe büyüyor, büyüdükçe güzelleşiyor.Amma da uzun cümle oldu!Ama ne yapayım Hamit'in boyu kısa, hikayesi uzun...Gözleri çekik değil ama aslen Japon.Hamit, bina müdürümüz Metin Kalkavan'ın odasındaki bilgisayarda yaşıyor. Kalkavan, onu arada sırada hava değişikliği için Almanya'ya yolluyor, Hamit gidiyor, sonra tekrar geri geliyor, afrodizyaklı yiyecekleri seviyor, havadan çok suyu tercih ediyor, hava kabarcıklarına bayılıyor...Çünkü Hamit bir balık!Ama sanal bir balık...***Yeni bir arkadaşım var, o da sanal!Adı Bülent.Soyadı da Büyükaycan.İsmini yaşadığı yerden almıyor ama neredeyse çalıştığı o sanal yerde yaşıyor: Turk Nokta Net. Zaten İnternet servisi sağlayan o şirkette kimse uyumuyor, Allah sizi inandırsın 24 saat çalışıyor, bir probleminiz olursa mutlaka biri imdadınıza yetişiyor...Hayatını o tuhaf yere vakfetmiş olan Bülent, sevimli, çok bilgili, bir İnternet uzmanı, daha doğrusu bir bireysel hizmetler müdürü. Aslen elektrik mühendisi. Onu kimselerin (sanal balık Hamit misali) bir yerlere göndermesine gerek kalmamış, üniversiteyi bitirince kapağı Avustralya'ya atmış, kangurularla birlikte işletme ve bilgisayar eğitimi almış.Yani adam kafayı İnternete orada takmış.Anlayacağınız Bülent'in boyu (1.81) da, hikayesi de uzun...Ama benim gibi aklı ve saçı kısa olan birine İnterneti öğretmesi uzun sürmedi!***Bunun öğrenilecek neresi vardı ki, demeyin.Rica ederim beni kahretmeyin!Yavaş yavaş alışıyorum ama...Başta sanal olan her şey yabancıydı bana.Bülent de (Hamit misali), öğrettikçe seviniyor, ben olayı kavradıkça gülüyor, ‘‘Kaptın be afferin!’’ diyor, böyle yapa yapa da, her geçen gün benim gibi teknofobik insanları Turk Nokta Net'e abone etmeye devam ediyor...Sonunda, onbinbirinci abone olarak beni de kaydetti.Hala iyi mi etti kötü mü etti bilmiyorum.Çünkü geceleri o bilgisayarın başına oturup, bir türlü kalkamıyorum.Kedimin ‘‘O sohbet odası denilen yerdeki adamlarla sen basbayağı flört ediyorsun. Ne bu? Sanal flört mü?!’’ iğnelemelerine maruz kalıyorum.Olsun, doğru söze ne demeli!Üstelik çok da eğlenceli...***Tuhaf bir aile bu Turk Nokta Net. Cafe, spor, yaşam, hayat gibi sohbet odaları var (dikkatinizi çekerim chat değil, sohbet) çünkü abone olmayan giremiyor, oysa normal chat odalarına abone olun olmayın girebiliyorsunuz. Ama bunun şöyle bir avantajı var, ‘‘geyik muhabbeti’’ diğer yerlere göre daha az oluyor, çünkü gün geçtikçe insanlar birbirlerini tanıyor ve bir cemaat oluşuyor.Sanal isimlerinizden birbirinizi tanıdığınız bir cemaat.Ama çok heyecan verici.İlk defa onlar sayesinde, ‘‘sanal’’ ne demek hissettim. Şizoid bölünmenin dik alası. Yani aynı kişi farklı isimlerle, cinsiyetlerle karşınıza çıkıyor ve sizinle iletişim kuruyor. 16 yaşında bir erkek olarak mesela ama aynı anda farklı bir isim altında, farklı bir programdan 37 yaşında bir ev kadını olarak da karşınıza çıkıyor. Şizofreniyi düşünebiliyor musunuz, yani bu işi kıvırmaya başladıkça ‘‘binbir surat’’ olmamanız için hiç bir engel yok...***Bir de ‘‘Kahve bahane’’ var.Sanal Bülent yüzünden ‘‘canlı konuklar’’la sohbet edilen Kahve Bahane'de boy göstermeyi kabul ettim. Ben ne bileyim, zannettim ki, gündelik hayatta olduğu gibi soru soran insanlara laf yetiştirebilirim. Okan Bayülgen, Barış Pirhasan, Huysuz Virjin, Aydın Boysan yetiştirmişti. Ben niye hayır diyecektim ki!Ama birdenbire ordu gibi 60 küsur kişiyi karşımda bulunca, İnternet'teki sohbetin başka bir şey olduğunu anladım.Bir kere ben yavaştım.Karşımdakiler ise müthiş hızlı...Ve onlar olaya hakimdiler.Onların kendilerine ait bir cemaati ve dili olduğunu ilk defa orada hissettim. Turk Nokta Net'çilerle birlikte yaptığımız sohbetin ayrıntılarını www.turk.net'den okuyabilirsiniz. Sohbet sizi sarmıyorsa, en azından fotoğraflarıma göz atabilirsiniz ve aarman@hurriyet.com.tr adresine bana e-mail yollayabilirsiniz.Sanal görüşmeler!09.12.97Salı günü doğum günüm.28'ime basacağım.Ve o gece gökten üç elma düşecek, ben üç dilekte bulunacağım. O kadar tekrarladım ki, artık ezbere biliyorum neler isteyeceğimi:1) Konut sahibi olmak için ödeyeceğim taksitleri her ay lastikleyebilmek2) Bir adet sağlık sigortasına sahip olabilmek3) İşimi sürdürebilmek ***Kafama düşecek ilk elma ekşi ve yeşil olacak. Sonra sert.Yani ısırması biraz zor.Zaten kolay şeyleri kim sever ki? Ben artık 30'luk kart bir kadın olmaya doğru ilerliyorum ve zor şeyleri istiyorum. Anlatabiliyor muyum? Üstelik bunları istemekten de çekinmiyorum. 30 yaş depresyonuna girmemek ve çevreme kalıcı bir rahatsızlık vermemek için de bu isteklerimin hayal olmaktan çıkıp bir an önce gerçekleşmesini diliyorum.Üfffff be, ben de ne çok şey istiyorum!‘‘Konut elma’’mı hart diye ısırdığımda, ilk önce biraz ağzım kamaşacak.Ama olsun, bu ay ödediğim 60 milyon aidatımı düşününce içim rahatlayacak. Ve şöyle düşüneceğim, Allah'ım 2000'li yılların Türkiyesi'nde, çalıştığımız kurumların, müesseselerin konut sahibi olabilmemiz için gösterdiği bu çaba ne kadar da takdire şayan!Onlar çok iyi.Onlar her ay bizim feci kiralar ve feci aidatlar ödememizi istemiyorlar.Onlar hep bizi düşünüyorlar.Zaten onlar bu kadar düşünceli olduktan sonra gerisi kolay...Her ay, gelişmesi için karınca kararınca benim de çaba gösterdiğim müesseseden aldığım karınca kararınca maaşımın bir kısmını lastikleyip, bizim de konut sahibi olabilmemiz için bir kooperatife girmemize imkan sağlayan müessesemize geri vereceğim.O müessesemi çok seveceğim.Biraz tuhaf, bir doğum günü çocuğunun bunu dilemesi ama işte bunu hayal etmek çok hoşuma gidiyor.Muhtemelen garip, ücra bir semtte filan olacak bu kooperatif.Olsun.Oturmak için istemiyorum ki!Yatırım için, yatırım...Zaten müessese dediğin de böyle davranmamızı ister.Hem belli mi olur, böyle bir imkan doğarsa, günün birinde onu satarsın, üzerine para koyar, başka bir yer alırsın!Filan falan.İşte, 28'ime basarken, kafama ve doğal olarak başka kafalara düşmesini umut ettiğim yeşil elma bu.Lütfen bensiz yemeyin!***Gelelim ikinci elmaya.Kırmızı ve sulu.Ama öyle saman gibi değil...Küt diye çarpacak kafama!Saman deyince de ‘‘saman nezlesi’’ geldi aklıma. Oysa ben saman nezlesi bile olmam. Allahtan ruhen ve bedenen domuz gibiyim. Gerçi ya olmasaydım diye de düşünmüyor değilim bu günlerde. Ne halt ederdim! Allah korusun o hastane masraflarının altından nasıl kalkardım, kimlerden nasıl edip de, ne deyip para isterdim! Asla hasta-masta olma hakkım yok, zaten niyetim de yok.Ne....Ameliyat mı?Neler diyorsunuz!Siz dalga mı geçiyorsunuz...Ama bir sağlık sigortam olsaydı...Gerçi hiç hasta olmayan benim işime yaramazdı ama...Olsaydı da fena olmazdı!Hava atardım.Şu günlerde sağlık sigortası olanları, müesseseleri tarafından çok kıskanıyorum da...Hele onlar gazetecilerse!***Üçüncü elmaya gelince...İşte ondan sadece bir ısırık almak istemiyorum.Onu sonuna kadar yemek istiyorum.Ama dikkatli yemek gerektiğini de biliyorum.Çünkü o elmayı yersem, bir başka deyişle kredimi tüketirsem en azından çevre manavlardan elma alma şansım yok.Ben de şansımı mı zorluyorum nedir?Abuk sabuk dileklerde bulundum!Aklımı başıma alıp keşke başka dileklerde bulunsaydım...Belki gerçekleşirdi!Hamiş: Bütün bunların hepsi palavra. Sosyal isteklerimin zerre kadar önemi yoktur. Zaten benim ilk