Arkadaşlar bu bir film, belgesel değil!

Havacılık Müzesi’nde buluştuk oyuncu Engin Altan Düzyatan ve ‘Solo Türk’ pilotu Binbaşı Murat Keleş’le. Engin’in anne-babası, Keleş’in de karısı eşlik ediyordu.

Haberin Devamı

Ekip şahaneydi. Havacılık Müzesi de. En yakın zamanda Alya’yla da gideceğim. Engin Altan Düzyatan’ı ilk kez canlı gördüm. İtiraf etmeliyim ki, insanın bir nefesi kesiliyor, gerçekten yakışıklı. Ve konuşunca fark ediyorsunuz ki, ne dediğini de bilen bir adam. Kibar, sağduyulu ve hiç lafını esirgemiyor. Fida Film’in yapımcılığını üstlendiği Anadolu Kartalları’na eleştirileri bakın nasıl yanıtlıyor... /images/100/0x0/55ea6d36f018fbb8f87f29d0

HAMİŞ: Yerim olmadığı için Binbaşı Murat Keleş’in röportajını önümüzdeki hafta yayınlayacağım.

Bu film bir hayalinin gerçekleşmesi miydi?
- Evet.

Çocukken pilot olmak için delirdiğin doğru yani?
- Evet ama yapamayacağımı erken anladım.

Yemedi di mi!
- (Gülüyor.) Yemedi! Çok başka bir disiplin bu! 15 yaşındayken kulağına küpe takmış adamım. Ne yazık ki, o disipline uygun biri değildim. Kadere bak ki, oyunculuk sayesinde göreve, binbaşı olarak başladım!

Türk pilotlarının hep çok iyi olduğu söylenir, çok değerlidirler, çok gözleri karadır filan. Sen onlarla birebir yaşama fırsatı buldun, öyleler mi gerçekten, yoksa bize yutturuyorlar mı?
- Yok, öylemiş gerçekten. Lear Jet’le bir çekim yaptık. Havadan havaya çekim. Diğer jetin pilotu da 74 yaşında bir Amerikalıydı. Bizim pilotlara dedi ki: “Ne kadar yaklaşabilirsiniz bana?” Bizimkilerin cevabı çok iyiydi: “Sizi rahatsız edecek kadar!” Gerçekten de gökyüzünde o kadar yaklaştılar ki, adamcağız telsizden can havliyle, “Uzaklaşın, uzaklaşın!” diye bağırmaya başladı. Filmdeki görüntüler, dünyada havadan havaya çekilmiş en yakın görüntüler.

Sen ‘uçuş korkusu’ olan bir adam değilsin, öyle mi?
- Değilim. Aksine ekstrem spor severim. Bungee jumping ve serbest atlayış da yaptım. Biliyorsun, serbest atlayışta 45 saniye düşüyorsun sonra paraşütün açılıyor.

Biraz deli ve disipline gelmeyen tarafın var yani...
- Var, var. Ben ancak kısa süreli disiplinleri yapabiliyorum. Oyunculuğu da bu yüzden seviyorum.

“Niye başrol olarak beni seçtiler?” dedin mi?
- Yoo demedim, demem mi gerekiyor?

Erkek oyuncular çok yakışıklı olunca bir kompleks duyuyor mu, bunu anlamaya çalışıyorum: “Ulan, yoksa ben güzelim diye mi bu rolü verdiler ama aslında ben çok da yetenekliyim?”
- ‘Yakışıklı oyuncu’ demelerindense, ‘yetenekli oyuncu’ denmesini tercih ederim. Ama yakışıklı olmak da hiç fena değil! Estetik bir işle uğraşıyoruz. Özellikle başrol oynuyorsanız elinizin yüzünüzün biraz düzgün olması gerekiyor.

Haberin Devamı

Arkadaşlar bu bir film, belgesel değil

TOP GUN’LA UÇAKLAR DIŞINDA BİR BENZERLİĞİ YOK

Sen şimdi yerli Top Gun’un Tom Cruise’u mu oldun?

- Bilmem. Allah’tan beni öyle tanımlamadılar. Ama evet, ‘Anadolu Kartalları’ için ‘yerli Top Gun’ da dediler; ‘Top Gun taklidi’ de... Bu da çok kolaycı bir yaklaşım. Biraz manasız buluyorum bunları açıkçası. Bunlar, dünyanın her tarafında yapılan konsept işler. Top Gun’la da, uçaklar dışında bir benzerliği yok.

Teknik hatalar üzerine de yazıldı, çizildi?
- Ya evet, herkes saf, bir onlar akıllı! Biz hiçbirimiz bir şey bilmiyoruz, sadece onlar biliyor! Başımızda Türk Hava Kuvvetleri var, generaller var, bir sürü insan var ama hepimiz atladık. Sadece bu ‘araştırmacı gazeteci’ arkadaşlar müthiş bir açığımızı yakaladı. Resmen böyle davranıyorlar. Yok efendim, 132. filonun uçağı Konya’da uçuyormuş, uçamazmış falan. Arkadaşlar, bırakın bunları, bu bir film, belgesel değil!

Sen bayağı bozulmuşsun. Haksızlık yaptıklarını mı söylemeye çalışıyorsun?
- Yoo haksızlık değil! Aynı zamanda mesnetsiz bir ukalalık. Biz de biliyoruz 132. filoda neyin uçtuğunu. Türk Hava Kuvvetleri de bu yazar arkadaşlardan daha iyi biliyor. Ama içinde bulunduğumuz şartlarda, bu gerçekleşebildi, bize bu uçaklar verildi. Türk Hava Kuvvetleri’nden bir uçak almanın ve kullanmanın ne kadar zor bir şey olduğunu biliyorlar mı acaba? Ne diyeceğiz? “Bize 132. filonun uçağı gerekiyor, Konya’dayız onu getirin” mi? Maalesef olamıyor!

“6 milyon dolar harcandıysa, bunlara da dikkat edilmeli” diye düşünmüş olabilirler?
- Tamam bu film, Türk Hava Kuvvetleri’yle ortak bir iş ama belli uçaklar, belli zamanlarda veriliyor, bu tür ayrıntılara takmayı da manasız buluyorum. Bırakın uçağı, bazen film için istediğiniz an araba bulamıyorsunuz, biz uçaklarla film çekmişiz, arkadaşlara bunu bile beğendiremiyoruz. Hep bir bit yeniği aramak, “Olmamış!” demek...

Ama iyi niyetle, “Gittim çok sarmadı beni” diyenler de var?
- Bak, onlara söyleyecek bir sözüm yok. Zaten bir filmi herkesin beğenmesi mümkün değil. Bu filmin bir amacı vardı, Türk Hava Kuvvetleri’nin yüzüncü yılıydı, biz de gençlere pilotluğu özendirmek istedik.

Ismarlama iş miydi yani?
- Öyle de diyemeyiz, böyle bir şey çekilmek isteniyordu, Türk Hava Kuvvetleri’nin yüzüncü yılına denk gelmesi vesilesiyle izin almak ve yapılması daha kolaylaştı.

Yani diyorsun ki, “İyi niyet var, dürüstçe bir iş yaptık, bok atmak niye?”
- Yanlış anlaşılmasın, beğenmeyebilirsiniz ama her şeyin en doğrusunu siz biliyormuş gibi davranırsanız, gülünç olur. Ona bakarsanız, benim filmde canlandırdığım pilotunki gibi bir kariyer de söz konusu değil Hava Kuvvetleri’nde. Ben öğretmen pilotum, solo Türk pilotu oluyorum, sonra gidip Türk Yıldızları’nın filo komutanı oluyorum. O zaman gazetelere, “Bu da olmaz!” diye yazsınlar. Bu, bir film. Biz bu işin görsel güzelliklerini anlatmak istedik. Türk Hava Kuvvetleri’ne giren beş öğrencinin hangi şartlarda bu eğitimi aldıklarını, göstermeye çalıştık. Naif bir hikaye izliyoruz aslında. Budur. Bir belgesel değil. Olsaydı, evet o zaman gerçeğe uymayan taraflarından söz edilebilirdi. Ama bizimki adı üstünde bir film. Ve zor şartlarda yapılmış bir film. Dünyada bu tarz filmlerden üç tane var. Biri Fransızlara ait, ikincisi Top Gun (ki 26 yıl önce yapılmış) ve üçüncüsü de bu. En yenisi, en iyi tekniklerin kullanıldığı bizimkisi. Anladın, bu projede yer almış olmaktan da gurur duyuyorum.

Üste geçirdiğin zamanlar...
- Konya’da çok uzun süre kaldık. O kadar ki akşamları oradaki pilot arkadaşlarımızın evine yemeğe davet ediliyorduk. Gündüzleri işim yoksa, filoya gidiyordum, filodaki pilotlarla vakit geçiriyordum, erler filan ‘Komutanım’ diye karşılıyordu. Uçmadığım zamanlarda sanki uçuşum kesilmiş gibi hissediyordum, bir rahatsızlığım var ben uçamıyorum, arkadaşlarım uçuyor. Kendimi sonunda gerçekten pilot zannetmeye başlamıştım!

Peki sevgilinizle aynı filmde oynamak nasıldı? “Mıç mıç olmuyoruz şu anda işimizi yapıyoruz” mu?
- E tabii. Askeriye orası. Disiplin var etrafta. “Sevgilime sarılayım ve dudağından öpeğim” yapmıyorsunuz, aklınıza bile gelmiyor.

İki yıldır gayet düzenli bir ilişkiniz var. Çok mu çaba sarf ediyorsunuz?
- Yooo. Seviyoruz birbirimizi. Rahatız. Birbirimize özgür alan bırakıyoruz. Ne kadar aşık olursan ol, kendine ait bir dünyan ve zamanın yoksa, o aşkın da aşklığı filan kalmıyor. Biz ikimiz kendimizle de beslenen insanlarız. Ve halimizden memnunuz.

Yazarın Tüm Yazıları