Paylaş
Bodrum’un nevi şahsına münhasır simalarından. Partiler üstü başkan. “Biryantinli Başkan” ya da “Artist Başkan” diye de anılıyor.
Yarımadanın önde gelen ailelerinden birinin oğlu. Varlıklı bir siyasetçi. “Nasıl olsa çalmaz, çırpmaz, ihtiyacı yok!” diye de ayrıca seviliyor. Abisi, Bodrum Ticaret Odası Başkanı. Ailenin erkekleri siyaset yapıyorlar, kız kardeşleri ise işlerin başında. Müthiş sosyal. Çok popüler. Tanımadığı yok. Sanatçılar ayak basar basmaz ona mesaj atıyorlar. Beni kırmızı-beyaz müthiş bir arabayla geldi, evden aldı. Şoför alacak zannettim “Olur mu öyle şey!” dedi. Esprili, neşeli, medeni. Bodrum’da 11 belediye başkanı var. Birleşmeleri ve büyük şehir belediyesi haline gelmeleri, Bodrum için hayırlı olacaktır. Başkan’la, eski ve yeni Bodrum’u konuştuk.
Gözlerinizi kapatın, küçüklüğünüzün Bodrum’unu anlatın.
- Oooooooooo! Seni uyarıyorum, beni susturamazsın ona göre. Benim için Bodrum’dan güzel yer yoktu çocukluğumda, hâlâ öyledir. İnanılmaz bakir bir yarımada, nefis bir doğa, hoşgörülü insanlar ve koşturan özgür, mutlu çocuklar...
Bütün anılarınız böyle olumlu mu?
- Tabii ki hayır. Bodrum, yoklukların, kıtlıkların, nedensiz ölümlerin olduğu bir bölgeydi. Hastane mastane hak getire. Bir sürü arkadaşım akrep sokmasından öldü. Onun dışında iki ölüm vardı: Ya karnın ağrır ya başın ve sizlere ömür olursun.
Neden?
- Karnın ağrıdığında apandistin patlar, başın ağrıdığında beyin kanaması geçirirsin. Bizim haberimiz yok tabii, kendi küçük dünyamızda yaşıyoruz.
Nasıl bir aile?
- Birbirine çok düşkün, sevecen ve kültürlü. Babam iyi derece İtalyanca, Yunanca ve Fransızca konuşur, buraların ilk yüksekokul mezunlarından biri. Bodrumlu ama uzun bir süre Kos’ta (İstanköy) yaşıyor, 1911’de İtalyanlar’ın adaları almasından sonra Kos hızla gelişiyor, Bodrum’a göre çok daha medeni. Babam İtalyanca’yı orada okulda, Yunanca’yı sokakta, Fransızca’yı ise lise ve üniversite yıllarında öğreniyor. Sonra tekrar Bodrum’a yerleşiyor. Annemle evlenip üç çocuk yapıyorlar.
Bazen Çeşme'yle kıyaslıyorlar bizi. Saçma. Bodrum dünya turizm liginde oynuyor, Çeşme'ye baktığımızda sadece bir büyük şehrimizin yazlığı. |
Siz kendinizi en çok nerede hatırlıyorsunuz?
- Denizde! Sudan çıkmadığım için yediğim dayaklar herhalde buradan Milas’a kadar asfalt yol olur! Annem, abimle bana “Mehmeeeet, Mahmuuut hadi yemeğe gelin” diye seslenirdi, “Tamam” derdik ama çıkmazdık, gelir bizi değnekle çıkarırdı!
O yıllarda geçim kaynağı...
- Hayvancılık, tarım, narenciye. Turizm filan yok, burası zaten sürgün yeri. Yol yok düşün, Bodrum - İzmir benim çocukluğumda 7 saatti. Babamın İstanbul’a gitmesi çok çok mühim meseleydi. Gideceği zaman “Ancak 10 günde döner!” denirdi. Narenciye, badem, yemiş filan yollanırdı teknelerle. İskele olmadığı için de insanlar boy sırasına göre dizilirlerdi. En uzun boylu en önde, en kısa boylu en arkada; elde ele o çuvallar, çektirmelere yüklenirdi.
Elektrik var ama değil mi?
- Dalga mı geçiyorsun! Bizim çocukluğumuzda jeneratör vardı. Şu anda bulunduğumuz Yahşi Plajı’na enerji 1978’de geldi. Yani Türkiye’in diğer kırsal bölgelerinden hiçbir farkımız yoktu.
Bodrum’un özel bir yer olduğunun ne zaman farkına varıldı?
- Bence Cevat Şakir ve onun çevresinin Bodrum’u keşfiyle. Bodrum halkına katkıları büyüktür. Her açıdan bizi eğittiler. Bodrum halkına sahip çıktılar. Yol gösterdiler. Ağaç diktiler. Doğaya ve insana saygıyı öğrettiler. Derken yörede turizm ve ev pansiyonculuğu başladı. Ve ufak tefek mavi yolculuklar. Özal döneminde ise Bodrum patlama yaşadı ve kaderi değişti. Biz de ailecek yüzümüzü turizme döndük. Yerli aile olarak Bodrum’un en büyük Fransız tatil köyünü yaptık. “Çeti parası hadisesi” de o yıllarda patladı.
Nedir o?
- Şu gördüğünüz yamaçlarda sadece develerin yediği bir tür diken var, “çeti” deriz biz. Çit yapımında kullanılan dikenli bir bitki. Hayvanlar bile yüz vermez. İşte Özal döneminde yapılaşma başlayınca, kooperatifler ve toplu konutlar geldi, dağları taşları satın aldılar. Hiç işe yaramayacağını düşündüğümüz çetili tepeleri de istediler. Bodrumlu ne bilsin iyi bir şey yaptı zannetti, bütün o arazileri çeti parasına sattı. Mesela Aktur 1970’li yılların başında satıldığında, ben çocuktum, çok iyi hatırlıyorum, satan aileler davul zurna çaldırdılar sevinçten. “Allah’ın çetisini kakaladık!” zannettiler.
Öyle olmadığını ne zaman öğrendiler?
- Çok sonra, tüm oraları yok pahasına sattıklarını öğrendiler. Ama öyle yıllardı, bir banka müdürünün odasına girip bacak bacak üstüne atıp kahve içmek bile bizi mutlu ederdi. Hep bizler suçlanıyoruz, “Bodrum’un her tarafını sattılar, her yer toplu konut oldu” diye. Hadi biz cahildik, bilmiyorduk. Peki Ankara bilmiyor muydu bunu? Niye dur demedi?
80’lerden sonra?
- Müthiş bir akım başladı. Büyük oteller de geldi. Bodrum birden bire değişti. Bir anda taşı toprağı pırlanta oluverdi. Bodrum halkı olarak biz de hazırlıksız yakalandık. Gerçi ilk önce hoşumuza gitti. Düşünsene, devlet hastanemiz, okullarımız, özel okullarımız olu. Fakat sonra şu gerçeğin farkına vardık: “İyi ama Bodrum elden gidiyordu!” Buna dur demeliydik. Hâlâ diyoruz. Önümüzdeki 5 yıl içinde alt yapı sorunlarını çözeceğiz, Bodrum yine dünyanın sayılı kasabalarından olmaya devam edecek. Ama önce yaralara pansuman yapmalıyız.
15 metresi var dediler
15 tane metresiniz olduğunu bile söylediler...
- Aynen. “Haftanın günlerine koysak yetmez!” dedim, güldüm geçtim. Hem böyle bir şey olsa, bunun hesabını bir tek kişiye veririm. O da karımdır.
Neden başka siyasetçiler için değil sizin için söylüyorlar?
- Zaten hep varsayımlar üzerine konuşuyorlar. Beni biriyle gören mi olmuş? Delil mi var? Kadınlar kendi arasında toplanıp beni konuşuyor. Ev toplantısında, çay partilerinde... Benim giydiğim kravatın rengini, takım elbisemi, saçlarıma sürdüğüm jöleyi...
Nerden biliyorsunuz?
- Gelir bize bu haberler. Beni eleştirerek rahatlıyorlar. Kahvede de eşleri çekiştiriyor. Sonra iki mutlu insan evde buluşuyor.
Vakko takım elbise giyen efe görmedik dediler
Siyaset ne alaka?
- Babamı hep eleştirmişimdir, “Bu birikimle neden Bodrum’a belediye başkanı olmadın?” diye. Bir yerden başlamak lazımdı, o girmeyince ben girdim.
Peki siz girince ne dediler?
- Kıyamet koptu! Çünkü ben Demokrat Parti’den girdim. Bizim ailedeki herkes CHP’li. Ben de öyleydim gerçi. Ecevit mavisi gömlek giymiş, Ecevit mavisi arabaya binmiş, slogan atmış biriyim. Ama yakın bir arkadaşım, yıllarca ilçe başkanlığı yapmış bir büyüğümüzle rekabete girdi. Benden de yardım istedi. “Ederim ama partiye kayıt mayıt olmam” dedim. Sonra çok ısrar etti. Dedim ki, “Ailemle bir görüşeyim.” En sert tepkiyi annem gösterdi, “Kesinlikle olmaz!” dedi. Ama o sözünü ettiğim kişi de kapı komşumuzdu, beraber büyümüşüz. Her gün annemi ikna etmeye çalışıyor. Bir gün annemin ağzından şöyle bir laf çıkmış, “Madem bir kereye mahsus, peki o zaman yardım etsin sana” demiş. Biz o gün bugündür Demokrat Partili olduk. 1999’da Ortakent ve Yahşi’yi birleşip belediye yapma kararı çıktı, ben de adaylığımı koydum.
Aileniz size oy verdi mi?
- Ne oyu! Acayip bir kriz yaşandı ailede! Suratlar beş karış. CHP’li aileye ihanet etmişim gibi algılandı. Annem, boş oy kullandı. Ağabeyim de vermedi. Ama babamla kız kardeşimin ne yaptığını bilmiyorum.
Siz ne diyorsunuz? “Partime bakmayın bana bakın” mı?
- Evet. “Yerel seçimlerde parti değil şahıs önemlidir” diye anlatıyorum. Ama annem hiçbir zaman ikna olmadı. Ne seçim çalışmalarıma, ne de seçim ofisi açılışıma geldi. Ama CHP’ye açık ve net destek verdi. Yüzde 52-53’le 99 seçimlerinden Ortakent’e başkan oldum.
Nasıl bir coşkuydu?
- Biraz buruk. Çünkü ailem hiç oralı değildi. Zaman zaman tartışmalar yaşadık annemle. Hatta ben sonunda annemim evini yıktım. Annesinin evini yıkan başkan olarak tarihe geçtim.
Çok acayipmiş. Küs müydünüz?
- Yok hayır. Her gün öğle yemeklerinde anneme gidiyordum. Küs filan değildik. Bu konuda uzlaşamıyorduk o kadar. Annem dünya tatlısıdır fakat prensipleri vardır ve devletine çok bağlıdır. Bir gün beni makam arabasına binerken gördü ve kıyameti kopardı: “Devletin malına ihtiyacın mı var senin? Yakışıyor mu? Hayırlı bir evlat yetiştiremedik. Devletin malında gözü varmış!” Böyle bir anne. Ben zaten sadece resmi bir davet varsa, makam arabasını kullanırım.
Evini niye yıktınız kadıncağızın?
- Bir yol çalışması yapılıyordu. Sloganım “Her evin önüne ambulans, itfaiye gidecek” idi. Annemin evinin olduğu yer de bu slogana ters düşüyordu. “Anne, bu ev yıkılacak!” dedim. Bir ara “Yıkarsın, yıkamazsın!” muhabbeti oldu. Sonra kız kardeşime, “Bunu ben yetiştirdim. Kafasına koyarsa yapar. Topla eşyaları da yıksın, göbeğinin şişliği insin” demiş.
O ne demek?
- Siniri bitsin, gerginliği geçsin. Evi yıktık, bu sefer mahalleli “Annesinin evini yıkan bize neler yapmaz!” demeye başladı. Ama sonra o kadar çok hizmet verdim ki onlara, iyi niyetime inandılar. 2004 seçimlerine geldiğimde şunu öğrendim: Eğer yerel yönetimde iyi hizmet yaparsanız partinin hiç önemi yok!
Anneniz 2004 seçimlerinde size oy verdi mi, siz onu söyleyin...
- Verdi. Hatta dedi ki, “Kendine 1000 tane amblemsiz poster de yaptırsana.” Yaptırdım. Amblemsiz, sadece Mehmet Kocadon yazıyor. Arabasına yapıştırdı. Derken geldik 2009 seçimlerine. “Bu seçimlerde Bodrum’dan aday olacağım” dedim. Tabii yer yerinden oynadı. Çünkü bir sağ partiden Bodrum’a aday olmak çılgınlık olarak değerlendirildi. Demediklerini bırakmadılar.
Neler dediler?
- Bir sürü şey! “Mafya!” bile dediler. Mafya da kim? Kız kardeşim. Bütün işe o bakıyor. Bütün harcamaları o yapıyor. Aileyi geçindiren o. Mafya dediler ya, ben de meydan konuşmalarına onu çıkardım. “İşte mafya dedikleri kardeşim bu!” dedim. Bu sefer tuttular saçlarımla uğraşmaya başladılar, “Briyantinli saçlı çocuk” dediler. “Bodrum’a artist seçmiyoruz, hizmet yapacak insan seçiyoruz!” dediler. “Şehir efsanesi” dediler, “Yalan rüzgârı” dediler. “Vakko takım elbise giyen efe görmedik” dediler.
Peki kazanınca...
- Hiç kimse ummuyordu. Düşünsenize Bodrum Merkez’de CHP’nin 8800 oyu var. Benim girdiğim partinin ise 700. Arada 8100 oy fark var. Kimse benim kazanabileceğimi düşünmüyordu ama oldu.
Paylaş