Paylaş
Yaşadığı acıyı hissetmemeye olanak yok. Anne bu, ötesi var mı? Normal yolla da ölmüyor, öldürülüyor. Üstelik baba tarafından. Yol ortasında bıçaklanıyor. Daha korkunç, daha vahşi ne olabilir?
Pınar’a insan sıkı sıkı sarılmak istiyor. Bir şekilde destek olmak istiyor. Fakat çok gururlu bir kız. Kimseden asla bir şey istemeyenlerden. Onun bu hali, içimi daha da acıtıyor. Her şeyi, en sakin haliyle anlatıyor. Duruluğu, yalınlığı beni çarpıyor. Neticede, annesinden koparılmış bir çocuk o. Ve iki kardeşine annelik yapıyor. Biri 10 ve diğeri 11 yaşında. Üçü birlikte küçücük bir parayla yaşıyor.
O kadar mutluyum ki, en azından annesinin hayali olan eve kavuşabilecekler. Vodafone Vakfı’ndan gelen para ipoteğin 20 binine gidecek.
Dün, geriye kaldı 10 bin dedim.
Ve sabahın köründe şöyle bir mail aldım:
Günaydın Ayşe Hanım. Bu sabahki yazınızı okudum ve çok etkilendim. Eksik 10 bin lirayı Pınar’ın hesabına hemen gönderebilirim. (A. Cengiz S.)
O kadar hoşuma gitti ki...
Sonra bir mail daha...
“Halit N. ve eşi Özden N., Pınar Civek için on bin lirayı ödemek ister, lütfen bizi arayın...”
Sonra bir mesaj daha...
“Ayşe Hanım, İsmail Ü.’yüm ben, Pınar Civek’in ihtiyacı olan parayı ona yollamak isterim...”
Ve bir tane daha...
“Ayşecim, ben Asuman. Sabahki yazını okudum, Pınar Civek’e evinin borcu için kalan 10 bin lirayı ben kendi adıma ödemek isterim. Senin söyleyeceğin hesap no’ya, hemen önümüzdeki hafta yatırırım. Sevgiler çok öpüyorum.”
Bu dört insana da, huzurlarınızda, kocaman bir teşekkür etmek istiyorum.
Hepsinin yardım talebini ben Pınar adına kabul ediyorum, hepsine Pınar’ın hesap numarasını verdim bile. 40 bin liranın, 10’u ipoteğe gidecek, geri kalan 30 da gelecekleri için bir garanti, bir birikim olur. Sizi çok seviyorum, bana inanılmaz ilham veriyorsunuz ve devam etme gücü...
Çocukluğuna dair hatırladığın ilk karede ne var...
- Annem... Hep annem... Gülen gözleri, “Her şeyi iyi olur kızım sen merak etme” diyen hali. Beni sarıp sarmalaması, koruması, hep bana destek olması. Canım annem, 22 yıllık hayatımın her karesinde var...
Baba?
- Baba mı? Baba filan demiyorum. Böyle baba olmaz olsun! “O adam”la ilgili pek bir şey yok hafızamda. Zaten 9-10 yaşına kadar görmedim. Zimmetine para mı ne geçirmiş, dolandırıcılıktan hapse girmiş. Üç yıl yattı. O cezaevindeyken biz, mecburen babaannemle dedemin yanında kaldık.
Onlar nasıl insanlar?
- Ne siz sorun, ne ben söyleyeyim. Hâlâ “o adam”ı koruyorlar. Özellikle de babaannem. Ortada öldürülmüş bir kadın var. Sokak ortasında 27 yerinden bıçaklanarak. Nasıl kıyar insan? Yazık değil mi? Üç çocuğunun anasının canına kıymak, insanlığa sığar mı? Ve sen hâlâ bu adamı, bu katili koruyorsun? Tamam evladı ama bu kadarı da fazla, sen bir kadınsın her şeyden önce. Aslında biliyorlar oğullarının ne mal olduğunu. Ama her defasında kabahatlerinin üstünü örtmüşler. Suç işlemiş hapse girmiş, kapatmışlar o konuyu. Hapisten çıkınca, “Aman çalışmasın, aman yorulmasın.” Kirasını onlar ödemiş, bakkal borcunu onlar ödemiş. Ne ekiyorsan onu biçiyorsun hayatta. Böyle, tembel, sorumsuz, yalancı, dolandırıcı bir adam çıkmış ortaya. Bir katil olması eksikti, onu da oldu...
Annem hayat doluydu
Dikili’ye ne zaman yerleştiniz?
- Ben 10 yaşındayken. Yazlık bir sitede oturuyorduk. Annem, kardeşlerim doğunca evlere temizliğe gitmeye başladı, bir de yazlıkçıların bahçelerinin bakımını yapıyordu. İnanılmaz çalışkandı, günde üç işe gittiği olurdu. Dur durak bilmezdi. Ve hiç de şikâyet etmezdi.
O adam...
- Çalışmak mı? Ne gezer. O balık tutsun ya da birahaneye, kahveye gitsin. Evde çocukların yiyeceği bir dilim ekmek var mı, yok mu umurunda bile olmazdı.
Annenin onunla birlikte mutlu bir anını hatırlamıyor musun?
- Hayır. Sürekli şiddet, küfür, kıyamet, tehdit. Hiç huzur yok, sadece korku var. Hiçbir özel günümüzde yanımızda değildi. Doğum günü mesela. İnsan hiç mi olmaz çocuklarının doğum gününde? Sürekli içen, kumar oynayan, başkalarının parasıyla geçinen bir asalak.
Alkol tedavisi gördü mü hiç?
- Gördü ama işe yaramadı...
Annenle çok yakındın sen, öyle değil mi...
- Evet. Sadece 17 yaş var aramızda. Annem olmanın ötesinde arkadaşımdı. İnanılmaz iyi bir insandı. Dili geçmiş zamanla konuşamıyorum. Hâlâ kabullenebilmiş değilim. Şu 11 ay nasıl geçti onu bile bilmiyorum. İlginç olanı şu: Her şeye rağmen hayat doluydu, sürekli gülerdi. “N’apalım olsun” derdi, “Bunu da aşarız...” O hep bana enerji verirdi. Ben umutsuzluğa kapılırdım, “Hiçbir şey düzelmiyor” derdim, “Olur mu? Bu da geçecek, gör bak, her şey iyi olacak” derdi.
Her seferinde affetti
Neden senden sonra iki çocuk daha yapmış. Sence hâlâ bir umut besliyor muydu baban düzelir diye...
- Annemin her zaman umudu vardı. Her konuda. Ben onun kadar hayata umutla bakan birini hiç görmedim. Hep bir şans daha verirdi. Herkes, “Üç tane iyi okuyan evladın var, sen de çalışkan bir kadınsın. Bu adamı niye çekiyorsun?” dedi. O yine de son ana kadar dayandı. Çocuk meselesine gelince, erkek kardeşimle aramda 10 yaş var. Son kardeşimde hamile olduğunu bilmiyordu, planlanmış gibi gebelik değildi.
Sence babanı seviyor muydu ya da acıyor muydu?
- Bir keresinde o kadar kavga, küfür kıyamet koptu ki, sabah evi terk ettik, annem ve kardeşlerimle sığınmaevine gittik. Annem kararlıydı, “Geri dönüşü yok!” demişti. Oraya da geldi, ağladı, yalvardı, “Söz bir daha yapmayacağım, söz bir daha dövmeyeceğim” dedi. Annem de dedi ki, “Ben şimdiye kadar onu hiç böyle ağlarken görmedim” ve yine affetti. Bence üzüldüğü filan palavra. Para kaynağı gitti diye gözyaşı döküyordu. O dilediğince sokaklarda geziyor, sonra eve geliyor, oh ne güzel, çocuklar var, düzenli bir ev var, kadın çalışıyor, para kazanıyor. Annem, “Bir kere daha deneyelim” dedi. Hep umudu vardı bir gün gelecek düzelecek diye. En son sokak ortasında annemi bıçaklayıp yaralı bırakınca, bütün arkadaşları, komşuları “Artık affetme Selma! Bunun düzeleceği yok” dediler. O da boşanma davası açtı. Bir kötülük bekliyorduk ama bu kadarını tahmin etmemiştik.
Şiddete sen tanık oldun mu?
- Ben ve kardeşlerim zaten içindeydik. Kaçıp kendimizi odaya kilitlerdik.
Bu para mucize gibi geldi, herkese teşekkür ediyorum
Sen neredeydin 14 Ocak’ta?
- İzmir’deydim, çalışıyordum. Jandarmadan aradılar, “Anneniz yaralandı gelin” dediler. Yol boyu herkesi arıyorum, tuhaf bir şekilde kimse telefonu açmıyor. Gittim. Öğrendim... Bittim. Baktım kardeşlerim orada, şaşkın bir halde. Gittim onlara sarıldım. Çok çok kötü bir şey.
“O adam”ın anneni bıçaklayıp öldürdükten sonra, kanlı elleriyle kahveye gidip çay içtiği doğru mu?
- Evet öyle. Bir bardak su istemiş. Her tarafı kanmış. “Ne oldu?” diye sormuşlar, motordan düştüğünü düşünmüşler. Telefonu istemiş, jandarmanın numarasını çevirip, “Öldürdüm, gelin beni alın” demiş.
Ne geçiyor içinden ona bakınca...
- Bir sürü şey. Haykırmak, bağırmak, üzerine yürümek, saldırmak, küfretmek, göğsünü yumruklamak, “Ne istedin kadından söyle?” demek, “Canını aldın da ne oldu?” diye eklemek. Ama bunların hiçbirini yapmıyorum. Öylece duruyorum. Kendimi tutuyorum. Annem için böyle davranmak zorundayım. Ben olmazsam onu kim savunacak? Çünkü annem artık yok, kalkıp kendini savunamayacak.
Neyin hıncını almış oldu, annenin hayatını alınca...
- Bilsem. O kadar çok düşündüm ki, annemi öldürdü de eline ne geçti diye. O kadar hiç çalışmak istemiyordu ki, hapishanede paşa paşa yatarım diye düşündü herhalde. Bir de utanmadan mahkemede, “Çocuklarım için endişeleniyorum, ne durumdalar?” demesin mi, iyice delirdim.
Kardeşlerinle annenin ölümü üzerine konuşuyor musunuz?
- Onun hakkında konuşmak bizi o kadar mahvediyor ki, yapamıyoruz. Çünkü konuşunca tekrar tekrar yaşamış oluyoruz.
Kardeşlerimi yurda koyacaklardı
Bu kadar acı şeyler yaşamışsın bir de maddi sorunlarla uğraşıyorsun...
- Zaten dönüp arkama baktığımda, “Bu zamana kadar nasıl gelebildim, nasıl ayakta durabildim?” diyorum. Birisi bana bir yıl önce tüm bu olacakları söyleseydi, “Kesin kaldıramam” derdim, ama Allah yardım ediyor bir şekilde.
Kardeşlerini alırlar diye korktun mu?
- Korkmaz mıyım? Önce alıyorlardı, yetiştirme yurduna koyacaklardı, savcılığa gittim, zaten yeteri kadar acı çektiler, bir de bu olmasın dedim, dilekçe verdim, benimle yaşamalarını sağladım.
Ev, annenin tasarruf ettiği paralarla mı alındı...
- Evet. Annem, üç-beş kuruş biriktirip birilerine veriyordu. Çünkü parayı evde bıraksa, “o adam” parayı bir şekilde alıyordu. O birikimiyle annem bir arsa satın aldı, tabii borçlanarak, o borçları ödüyordu. Sonra oturduğumuz evi sattıklarını öğrendik. Arsayı sattık, parayı getirdik ev sahibine verdik. Annem, iki yıl kadar ona ödeme yaptı. Son 30 bin liralık bir bölüm kaldı. Ev sahibi de haklı olarak eve ipotek koydu. Bu ocak ayının başında bitiyordu. Borcumu ödeyip ipoteği kaldırabileceğime dair hiçbir umudum yoktu. Bu para, mucize gibi geldi. Ne kadar işe yaradığını, ne kadar makbule geçtiğini anlamam. Herkese çok teşekkür ediyorum...
Paylaş