Paylaş
Bu aralar hayatımızın en önemli şeyi. Öndeki 2 dişi sallanıyor.
Onlar sallanırken, hayat duruyor. Gerçekten.
*
Bütün yol boyu bana, sallanan diş sesi dinletti.
İlginç, gerçekten var öyle bir ses.
O sesi, i-phone’a kaydediyor ve dinletiyor.
Bu arada, i-phone’u benden daha iyi kullanıyor.
Tahmin edebileceğiniz gibi, ben, sevgilime atacağım mesajları başkalarına gönderiyorum sonra da mahcubiyetten ölüyorum.
Parmaklarım, i-phone’a göre biraz dolma kalıyor.
Alya’nın ise çektiği numaranın haddi hesabı yok, dişlerinin fotoğrafı dahil.
O 2 diş, neredeyse bir aydır sallanıyor.
Nasıl yapıyorsa, onları o kadar kontrollü sallayabiliyor ki, ne kopuyor ne düşüyor.
Arada içimden bir ses, “Uyurken çek şunları düşüversin!” diyor.
Bir tıklık işi kaldı çünkü.
Ama yapmıyorum, Alya’dan korkuyorum.
Hem uyuyan çocuğa yılan bile dokunmaz.
Üstelik gazozun sonunu içmek, pastanın sonunu yemek gibi, o zevk ona kalsın...
*
Bu diş mevzu bir acayip.
Sadece benimki öyle zannediyordum, çevremden aldığım bilgiye göre Alya’nın arkadaşlarının çoğu da aynı durumdaymış.
1- Sütdişleriyle vedalaşmaları çok uzun sürüyor.
2- Gönüllü ya da mecburi vedalaştıklarında, onları gözü gibi saklıyorlar.
Bizimkinin 3, Lila’da kutu içinde 7 tane varmış.
Arada, açıp açıp seyrediyorlar, temizleyip, geri kaldırıyorlar.
Benim şaşırdığım, sallanan dişlerden rahatsızlık duymamaları.
“Eskisi gitsin, yenisi bir an önce gelsin” diye bir dertleri yok.
Diyeceksiniz ki, peki nasıl yemek yiyor?
Elmayı nasıl ısırıyor?
Valla, yiyor, ısırıyor.
Yan dişleriyle.
Tabii ki, “diş perisi” olayına da girmiş bulunuyoruz.
Düşen dişi, yastığın altına koyuyoruz, sabah yatağının altında diş perisinin (o ben oluyorum) bıraktığı hediyeyi buluyor.
Fakat bu son 2 ön dişte peri-meri de sökmedi!
Sonunda dayanamayıp, “Ben de sana bir hediye almayı düşünüyorum!” dedim.
“Nasıl yani? Diş perisinden ayrıca mı?” dedi.
“Evet” dedim, “Yeter ki çıksın şu dişler!”
*
Oysa bizim zamanımızda, Allaaaaah, dişim mi sallanıyor, en büyük zevkimdi, onu salla salla dur, sonunda da cırt diye çıkarırdım.
Alya ise benim gibi değil.
Babası, ona kapı ritüelini anlattı.
Şoke oldu çocuk.
“Anlamadım... Dişe ip bağlayıp, ipin ucunu kapıya takıp, kapıyı çekiyordunuz... Öyle mi?” dedi yüzünü buruşturarak, “Çok vahşiymiş!” dedi.
Birden utandık.
Kendimizi çok yaşlı ve barbar hissettik.
Şimdi çocuklar farklı...
Havalar da nasıl güzel, hiç iş yapmak istemiyorum, kızımla serserilik yapmak istiyorum, bu yazıdan sonra, bir röportaj var, ondan sonra, ona söz verdim, eski dişlerinden kolye yapacağız, belki bu onu gaza getirir, o sallanan 2 ön dişten de kurtulmak ister...
Ben kaç yaşındayken sen ölmüş olursun?
“ONU kimse bilmiyor”
diyorum.
İstanbul trafiğinde gidiyoruz.
Kalabalık.
Etraf insan dolu, “Bu insanların hiçbiri ne zaman öleceğini bilmiyor mu?” diyor.
“Hayır” diyorum.
Çok şaşırıyor.
Ben de bunu keşfettiğimde çok şaşırmıştım.
“Vay be! Zengin, fakir, eğitimli, eğitimsiz, iyi kalpli, kötü kapli, herkesin tek ortak yanı ne zaman öleceğimizi bilmiyoruz” demiştim.
Alya da coşku gösteriyor.
Babaçi 84 yaşında, onu kafasında 100 yaşına kadar yaşatıyor.
“O zaman ben Babaçi öldüğünde kaç yaşında olacağım?” diyor.
Artık toplama çıkarma öğrendi...
Elleriyle hesaplıyor...
16, kendi yaşını da ekliyor...
22...
Hesabı doğru yaptı diye seviniyorum...
Ama sonra hemen kendimi ayıplıyorum, “Böyle şeyler konuşulmaz, düşünülmez!” diyorum.
“Neden?” diyor.
“Ne bileyim neden.”
“Sen öldükten sonra, beni gökyüzünden yine izler misin?” diyor.
“Elbette” diyorum.
“Ya ben başka bir annenin karnına gitseydim?” diyor.
“Çok üzülürdüm” diyorum.
“Seni çok bekledim ben, senin gibi bir kızım olduğu için çok şanslıyım, iyi ki benim karnıma geldin...” diyorum.
Kızımla seyahat etmeye bayılıyorum.
Onunla sohbet etmeye de.
Uyumaya da.
Kitap okumaya da.
Her şeye.
Şu aralar evde temizlik yapıyoruz, kutuları açıyoruz, her yerden fotoğraf fışkırıyor, birlikte ayıklıyoruz, eski kocamın fotoğraflarını gördü, “Aaa babama benziyor!” dedi, “Sorma” dedim, “Hayatımdaki bütün erkekler birbirine benziyor. Ama tabii baba, başka, o bir tane, o en yakışıklısı...”
“Ama fotoğrafta bu adama sarılıyorsun.”
“Çünkü eski koca o.”
“Babamın da eski karısı vardı...”
“Evet.”
“Peki baba bu fotoğrafların evde olmasına kızmaz mı?”
“Kızmaz, çünkü baba’nın eski hayatıma dair bilmediği bir şey yok...”
“Kaç tane sevgilin oldu?”
“Aaaaa hadi yeter...” diyorum.
O kadar şahane bir yaşa geldi ki, bir sürü şeyi konuşabiliyoruz.
Bu yazıyı da bari, “Dünyanın en güzel şeyi anne baba olmak diye bitireyim” ve sessizce dağılıp, ufak ufak İstanbul kalabalığına karışayım...
Daha dünya kadar işimiz var, röportaj yapacağız, dişleri ipe dizeceğiz...
Paylaş