"Allah korkusu nedeniyle dürüst olmak, bana "sulandırılmış dürüstlük" gibi geliyor. Hatta sahtekarlık... Ben inanan biri değilim, Allah korkum yok. Ama hayatım boyunca dürüst oldum, yoksullara yardım ettim, hatta onlar için savaştım."Haram"a asla dokunmadım, hırsızlık yapmadım. Allah’tan korktuğum için değil, doğru olduğuna inandığım için böyle davrandım. Kim ne derse desin, benim dürüstlüğüm, Allah korkusundan dolayı dürüst olan birinden daha saf ve kıymetli.
İnananların büyük çoğunluğu, çocuklarını korkuyla eğitiyorlar. "Yalan söyleme Allah günah yazar!" "Küfür etme, anneye babaya saygılı ol, yoksa cehennemde yanarsın!" diyorlar. Bu yol, işin kolayı ve sahtesi... Ben ve eşim de bir çocuk yetiştirdik. Asla dini eğitim vermedik ama yalan söylemenin neden doğru olmadığını, yoksula yardımın neden gerekli olduğunu v.s. öğrettik. Şimdi bana söyleyin, Allah korkusuyla dürüst olduğunu söyleyenlerin mi benim dürüstlüğüm mü daha hakiki? (Adil T.)
* * *
Bence sizinkisi. Çünkü "korku"yla yapılan şeylerden, hayır geleceğine ben de inanmam. Sizinle ayrıldığımız tek nokta artık enerji mi dersiniz, tanrı mı, Allah mı- ben bir yaratan olduğuna inanıyorum. Kim bilir, belki de bizden kuvvetli bir gücün varlığına inanmak istiyorum. Ama şurası kesin, öğretilmesi gereken Allah korkusu değil, Allah sevgisi...
Allah, aşıklara hadlerini mi bildirir?
Madem bu konulara girdik.
O zaman ben de bir maruzatımı paylaşacağım.
Nihal Bengisu Karaca röportajında yer yok diye kesip attığım bölümlerden biriydi, sonradan fark ettim ki, kafamı en kurcalayan kısımlardan biriymiş, keşke atmasaymışım.
Nihal bir yerde, "Aşk, hidayete ermenin ta kendisidir demedim simülasyonudur dedim" diyor. Ve şöyle devam ediyor: "Nitekim, Allah’ı bırakıp bu simülasyona taparsak, yani ’Aşksız yaşayamam, aşk benim her şeyim, aşka aşığım’ gibi şeyler üzerinden var oluşumuzu tanımlarsak, şirke düşmüş oluruz, O’na ortak koşmuş oluruz. Din, her şeyde olduğu gibi buna da bir ölçü koymuştur. Kur’an, insanın insana aşkını kutsamaz. Hatta kanımca ne zaman bir kişi diğerini çok fazla sevse, büyük aşk olsa, bir sorun mutlaka çıkar. Sanki haddini bildirir sana. Sanki, ’Bir dakika burada ben var iken, sen nasıl olur da bana vermen gerekeni tutup başkasına verirsin, beni o kadar sevmen gerekirken tutup da başkasını o kadar seversin?’ Bu başa gelir, anlayan anlar. Aragon da sezmişti herhalde, ’Mutlu aşk yok’ derken..."
* * *
Sizi bilmem ama...
Tüm bunlar bana fevkalade ters geliyor.
Acaba sorun ben de mi?
Benim Rabbim, sevgilimi/ kocamı çok seviyorum, ona ölüp bitiyorum diye beni cezalandırmaz ki.
Tam tersine beni ödüllendirir.
Sevgilimi çok seviyorum diye onu Allah yerine koymam mümkün değil ki.
Benim Rabbim kıskanç, "Hep beni sev, hep beni sev!" diyen bir tanrı değil ki!
Aksine, anneni de sev, kardeşlerini de sev, çocuklarını da sev diyen, dünya üzerinde sevgiyi teşvik eden bir tanrı benimki... Ve ben halimden çok memnunum.
Müslümanlık’ta nefis problemi
Şöyle bir tespitim var, bilmem katılır mısınız?
Esas sorun, nefis sorunu...
İnsanın kendi nefsi ile arasındaki dalaşma.
O yüzden kendine yasaklar koyuyor.
Bu yasaklar toplumsal da oluyor, ideolojik de, felsefi de...
Nefsine yenilersen, günaha girersin...
Günaha girmemek için, hayalini bile kurma!
Nefisinin önüne duvar çek.
Yasaklar uy.
Bütün dinlerde var bu.
"Birini çok seversen Allah elinden alır" da böyle bir şey.
O yüzden seviyorsan bile belli etme. Çoğumuzu böyle büyütülmedik mi, gizli gizli sevilerek...