Paylaş
Korku mu dedin...
Korkularının üzerinde uçmak mı dedin...
Al sana korku:
Pakistan!
Uç da görelim.
Uçtum.
Ve Hanya’yı Konya’yı gördüm!
*
O kadar feciydi ki...
Anlatılır gibi değil...
Bu sabah döndüm ve yeri öptüm.
Sürekli bir tedirginlik, panik...
Her an bir şey olacak korkusu...
Kalaşnikovlu adamlar, karanlık bakışlı insanlar...
Ve kulağında hep aynı uyarılar...
Kalabalık yerlere gitme, yabancıların olduğu yerlerden uzak dur, gece karanlıkta sokağa çıkma, belli otellerde sakın kalma, makyaj yapma, sarı saçını gösterme, o kıyafetleri çıkar, başka kıyafetler giy...
Bir de bize güvenli dedikleri otelde yer yok...
Hadi buyurun!
Güvenli sayılmayan bir otelde iki gece kaldık!
Otel havaya uçurulacak.
Birileri beni kaçıracak.
Ateş edilecek.
Bomba patlayacak korkusu.
Çünkü bunlar orada olağan şeyler.
Her gün yaşanıyor.
Haber değeri bile yok.
Nitekim gecelediğimiz oteli daha önce yerle bir etmişler.
Yolun kenarında.
Benim odam da yolun kenarında...
*
Anladınız...
Biz kelle koltukta gittik Pakistan’a.
Resmi bir ziyaret değildi.
Başbakan’la gitmedik.
Ama gitmek istedik o ayrı, siz beni tanıyorsunuz, ben tuturuk bir kadınım, kafama taktım mı takıyorum, Başbakan Erdoğan’ı Pakistan’da görebilmek, onun olduğu yerlerde olabilmek için çok uğraştım.
Kızılay yetkilileriyle binlerce telefon görüşmesi yaptım.
Kızılay’ın bizzat yaptığı şeyleri de görmek istedim.
Kısmet değilmiş.
İnşallah başka sefere...
Ama Kızılay’ın Pakistan dışı hizmetlerini anlatmak isterim.
Pakistan’a uzuuuuuuuuun bir süre bir daha gitmeye niyetim yok.
Daha uçaktan inen inmez Pakistan Başbakanına ve Dış İşleri Bakanı’na suikast yapmak isteyen 7 kişinin yakalandığını öğrendim.
Gerçekten dünyanın en tehlikeli yerlerinden biri.
Nasıl kendimi gaza getirdim gittim bilmiyorum.
Ama iyi de gitmişim, müthiş insanlarla tanıştım sizleri de Pazar günü tanıştıracağım.
Evet, bu bir “teaser” arkadaşlar.
Niçin gittiğimi ve Pakistan izlenimlerimi Pazar günü okuyacaksınız.
İşte radikal uzlaşmacı
Ben 65 artıyım -benim yaşıma gelince böyle diyorsun- saygın bir mesleğim var, çalışıyorum, ama iş, korkulara gelince...
Ne sen sor ne ben söyleyeyim...
Günün her saatinde, acaba aileden biri kaza mı geçirdi diye telaşlanıyorum.
Geceleri telefon çaldığında, “Kötü haber!” diye sıçrıyorum.
Her ambulans sesi, beni ürkütüyor.
Çocuk, okuldan 5 dakika gecikse, muhakkak kaza geçirmiştir bana göre.
Kendim uçağa binmekten korkmuyorum, ancak aileden biri seyahat ediyorsa, varacağı yere varıncaya kadar, bende hiç uyku yok, sanki uçağın pilotu benmişim gibi.
Kaç kez aileden biri Amerika’ya varıncaya kadar televizyon karşısında sabahladım bir bilsen.
Hele, o yılan denen mahluk yok mu?
Resmine bile bakamıyorum. Ve nedense dağda, bayırda ya da hiç olmayacak yerlerde New York sokakları mı istersin, Washington mı dersin, hep benim karşıma çıkıyor.
Yüksek binalar ayrı bir mesele...
Paris’e gidip de Eyfel’e veya Arc de Triomphe üzerine çıkmamak olur mu?
Ben zar zor çıkarım ama aşağıya bakmak ne mümkün...
Eşim bakmaya yeltenirse de, “Yapma! Kenara yaklaşma!” diye haykırırım.
Bunları neden yazıyorum biliyor musun, ben beceremedim, sen becer bu korkularının üstesinden gelmeyi...
Ama bombaların patladığı bir ülkeye gitmek dersen, o yooo derim!!!
Emel A.
Çok sevdim yazdıklarınızı. Çok da tanıdık geldi. Bir kere daha anlaşıldı ki, yalnız değilim, yalnız değilsiniz. Hepimiz korku manyağıyız. Abuk sabuk, mantıklı mantıksız, yerli yersiz tonlarca korkumuz var. Paylaştıkça hiç değilse biraz rahatlıyoruz...
Paylaş