Ahhh Tijen!

O benim en eski arkadaşlarımdan.

Haberin Devamı

Tijen... Tijen Güden...


Oğulcan’ın annesi.


Ahhh Tijen

Fotoğraf: Emre YUNUSOĞLU


Tijen ve Oğulcan’la ilgili ilk haberi 19 yıl önce yaptım. Yıllar içinde de hiç kopmadık. Gazeteci-haber ilişkisini geçiniz, biz arkadaş olduk. Bu meslekte pek çok acıya tanık oldum, onunki kadar zorlu hayat az gördüm.

Yüzde 100 zekâ geriliği olan bir oğlu var. Doğumda oksijensiz kalıyor Oğulcan. Ardından 7-8 beyin ameliyatı oluyor. Hiç sonuç vermediği gibi hep daha kötüye gidiyor.

Ve ne yazık ki, zaman zaman saldırgan.

Kafasını duvarlara vuruyor, kapı tokmağı, sifon, çaydanlık, sürahi gibi bazı şeyleri düşman belliyor, kafa atıyor.

Bir de artık yaşı, 20’nin üzerinde, çok da kuvvetli...

Benim için cennete gidecek biri varsa Tijen’dir; o kadın delirmedi, çıldırmadı, hep oğluna sahip çıktı, onu bir yerlere tıkmadı, “Bu da benim gerçeğim!” dedi, kabul etti, Oğulcan’la birlikte bir hayat kurdu kendine...

Ne kadar “hayat” denilebilirse tabii. Tijen’in hayatı aslında Oğulcan’la bitti. Kendine ait bir saati bile yok. Oysa benim gibi gazetecilik okudu, şahane gazeteci olurdu. Ama işte farklı gelişti her şey, belki de bu ülkenin gerçeği bu, onun
engelli oğluna hiçbir kurum yardım edemedi. Nereye gittiyse, anası eve götürsün, bir daha da getirmesin istediler. Çünkü gerçekten zor bir vaka.

Ev hapsindeler, dışarıya çıkamazlar, balkon kapısını açamazlar, atlar çünkü. Yıllar evvel babasının cenazesine giderken bile Tijen, “Kime bırakacağım!” diyordu. Birbirlerine mahkûm bir hayat.

Ha Tijen’den sonra ne olur, o da bilinmez.

Bana, “Cüzdanımda senin adın, telefonun, adresin var. Bir gün bir yerde kalbim yetmezse, seni ararlar bak ona göre!” der.

Baba mı dediniz, doğru, bir yerlerde de bir baba olmalı, değil mi? Vardı ama zor geldi, çoook yıl önce, o da çekti gitti.

Tijen her şeyle, kendi başına devam etmek zorunda.

Geçenlerde beni aradı -ki soğukkanlı bir kadındır- ama deli gibi ağlıyordu ve “Patladı...” diyordu, “Ne patladı?” dedim, “Oğulcan’ın kafası” dedi. Sonradan sakinleşince bana olan biteni yazdı, bakar mısınız şu ana-oğulun yaşadıklarına..

 

Haberin Devamı

Ahhh Tijen

 

Haberin Devamı


Aha patladı!

 

OĞULCAN hep daha kötüye gidiyor Ayşe.


“Bundan kötüsü olmaz artık!” derken, oluyor.

Sana videolar attım, izledin değil mi, o kafalardan 100’lere varan sayılarda atıyor, öyle ki kafada cilt altında ödem oluşuyor, gözaklarına kan iniyor, gözaltları morarıyor.

Kendine, akıl almaz biçimde zarar veriyor, eğer engel olmaya çalışırsam, aynı şiddette bana saldırıyor.

Oyalamak, dikkatini başka yere yönlendirmek mümkün değil, bazen 2 saati aşıyor bu öfke nöbetleri, “Tam sakinleşti!” derken, yeniden şiddet başlıyor.

Giysilerini, yatak çarşaflarını ısırarak koparıyor, parmaklarını, ayaklarını ısırıyor, koltukları, masaları yerlere fırlatıyor...

Bir elini veya ayağını, koltuk ayağının altına sokup, diğer eliyle koltuğu defalarca elinin üstüne veya ayağına vurduruyor.

İnanabiliyor musun?

Tavanlarda bir şeyler görüyor, kızıyor, deliriyor.

Sen hiç kafa atarak kalorifer termostatı kıran birini gördün mü?

Klozet kapağı, sifon, sürahi, bardak, sokak kapısı en büyük düşmanları...

Onlara çıldırıyor ve kafa atmadan duramıyor.

Bunların büyük kısmı, hayatımızdan çıkarabileceğimiz şeyler değil.

Pazartesi güne çok kızgın başladı ve çıldırdı, hiçbir şekilde sakinleşmiyordu, 112’yi aradım, ambulans istedim. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne götürmek için. Zaten bir tek orada dosyası var, başka hiçbir yer kabul etmiyor.

Neyse hastaneye gittik, güvenlikler Oğulcan’ı tekerlekli sandalyeye oturttular.

Ben, “Aman! Dikkat edin, sıkı tutun, o kafa atar!” diyordum.

Güvenlik, “Abla, sen merak etme, bize kimler kafa atıyor, varsın bu da vursun!” dedi.

Doktor, “Bu, nöbet geçiriyor, siz nörolojiye gidin!” derken, işte tam o sırada...

“Aha patladı!” diye bir ses duydum.

Kafamı çevirdiğimde, Oğulcan’ın kafasında kanlar duvara sıçrıyordu.

1-2 damla değil, duvar boyu.

Hemen Oğulcan’ı içeri aldılar, beni dışarı çıkardılar.

Bedenim benim değildi, sanki ruhum ayrıldı bedenimden...

O anda yalnızlığım çok ama çok dokundu bana. Biriyle paylaşmam lazımdı, güç kazanabilmem, ayakta kalabilmem için ve bir tek sen geldin aklıma... 

Sakinleştirici yaptılar, 2 saat sonra tomografiye, oradan beyin cerrahisine gönderdiler, beyinde kanama var mı diye...

Kafası delinmiş ama şükür, beyin kanaması yokmuş, dikiş atmak gerekirmiş. Ama o halde de dikiş atmak Oğulcan’ı yeniden çıldırtmak olduğundan dikiş atılmadı, jel spreyle film tabaka oluşturuldu.

Sonra güle güle bize...

Beyin sarsıntısına karşı uyanık olmam tembihlenerek...

Ambulansla gittiğimiz hastaneden, kafasında bir delikle baş başa çıktık oğlumla, savrula savrula gecenin karanlığına...

3 gündür kendime gelemiyorum, sürekli, “Aha patladı!” cümlesi gitmiyor, gidemiyor aklımdan.

“Şimdi n’apıyor?” dersen, daha yavaş ve az olarak kafa atmayı bu halde bile sürdürüyor...

Bense ne yapacağımı gerçekten bilmiyorum.

Artık hissettiğim endişe değil, KORKU...

Uyuyamıyorum, bir gün Oğulcan bir kafa atacak ve...

(Tijen Güden)

Yazarın Tüm Yazıları