Paylaş
Bu insanların tedavi olabilmesi, tutuksuz yargılanması bu kadar mı zor? Nereye kaçacaklar?! Ölüm tehlikesi olan insanların kaçacak yeri mi var? Fatih Hilmioğlu’nun abisi ve avukatı Hayati Hilmioğlu kardeşinin yaşadıklarını ve şu andaki durumunu anlattı.
Siz İnönü Üniversitesi eski rektörü Profesör Fatih Hilmioğlu’nun abisisiniz. Aynı zamanda avukatı. Kardeşiniz ne durumda?
- Çok kötü durumda. Kardeşim ve müvekkilim Fatih Hilmioğlu 1.5 ay önce Murat Körük Devlet Hastanesi’nde tedavi gördü. İki konsültasyon yapıldı. Biri psikiyatri kliniğinde, diğeri gastroenteroloji bölümünde. Ve “Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne sevk raporu” verildi.
Neticede ne çıktı?
- 1- Karaciğer kanseri. 2- Kronik böbrek ve şeker hastası. 3- Ağır depresyon teşhisi. Tüm bunların üzerine de “Cerrahpaşa’da Hepatoloji bölümüne sevk edilmelidir” raporu verildi. Cezaevi müdürlüğüne götürdüm. Müdürlük beni, Silivri Devlet Hastanesi’ne gönderdi. Hastanenin sağlık kurulu toplandı ve kardeşimi nereye sevk etti dersiniz? Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne! Yani akıl hastanesine! Tabii itiraz ettim, “Tamam depresyon da var ama bu adama karaciğer kanseri teşhisi kondu. Diğer hastalıklarını yok sayıp nasıl olur da sadece depresyon tedavisi için Bakırköy’e gönderirsiniz?” dedim. “Sağlık kurulumuz böyle karar verdi” dediler. Oysa bundan önce adli tıptan alınma iki rapor var. İkisi de diyor ki, “Fatih Hilmioğlu, iki ayda bir, üniversitenin hepatoloji bölümünde kontrol ve tedavi edilmesi şartıyla cezaevinde kalabilir.” Bunları da koydum Silivri Devlet Hastanesi’nin önüne. Bu iki rapor, artı Cerrahpaşa’dan üç heyet raporu. Hepsinde de “İleri derece sirozdur, karaciğer kanser başlangıcı teşhisi konmuştur. Hijyenik olmayan şartlarda cezaevinde kalırsa bu adam kesinlikle ölür!” yazıyor. Bütün bunlara rağmen kardeşimi Cerrahpaşa’ya değil Bakırköy’e gönderdiler!
Neden böyle yapıyorlar sizce?
- Kasıtlı davranıyorlar! Görevlerini kötüye kullanıyorlar! Hatta, bir adım daha ileri gideyim, bu davranışları cana kastetmeye giriyor!
Ne yani kardeşinizi öldürmeye mi çalışıyorlar!
- Bunlar doktorların tavır ve hareketleri. Ama yargı da farklı değil. Yargıya, yargıçlara, 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne bütün bu dosyaları verdim. Dedim ki, “Sizi yargı olarak, ceza hukukunda bağlayan bir madde yok, hatta Ceza Genel Kurulu kararları var, 85’te, 86’da alınmış, yahu siz de inisiyatif kullanın! Ölümcül durumda hastaları bu şekilde mağdur etmeyin! Tutuksuz yargılayın ki serbestçe gidip tedavi olabilsinler. 20 kişi daha var bu durumda olan. Lütfen insaf edilsin!
Çok fena bu anlattıklarınız.
- Daha neler var! Güler misiniz, ağlar mısınız. Bir kere Haseki Devlet Hastanesi’ne, iki kere de Murat Körük Devlet Hastanesi’ne sevk ettiler. En sonunda Haseki Hastanesi, “Fatih Hilmioğlu’nu buraya niye sevk ediyorsunuz? Bizim Hepatoloji kliniğimiz yok, mevcut donanım ve şartlarımız bu hastayı tedaviye müsait değil” raporu verdi. Böyle komedi olur mu? Allah’tan oraya sevk etmeyi kestiler. Sonra Murat Körük Hastanesi’ne sevk ediyorlardı ki, o hastane de aynı şeyi söyledi, “Hepatoji kliniğimiz yok, bize de göndermeyin! Daha önce gittiği Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne gönderin, tedavisine orada devam edilsin.” Buna rağmen yolladıkları yer Bakırköy Ruh ve Sinir Hastanesi!
Peki tüm bunlar, İnsanlar Hakları Evrensel Beyannamesine de aykırı değil mi?
- Aykırı olmaz olur mu, aykırı! 23 yıllık avukatım, böyle şey görmedim. Yargılamada insan hayatı “kutsal” sayılır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde biz bunu imza atmışız. Orada diyor ki, “Yaşam hakkı kutsaldır.” Tüm yetkililer, buna yargı da dahil, birinci derecede yaşama hakkını gözetmek zorunda. Bu, aynı zamanda “öldürmeme hakkı”nı da içerir. Ölümcül dereceye gelmiş insanları bu şekilde tutuklu yargılama kalkarsanız, bırakın “yargısız infaz” yapmayı, onlara “yargısız ölüm cezası” vermiş olursunuz. Kimsenin kimseye bu şekilde bu şekilde ceza verme hakkı yok!
Bırakmak için ölmesini mi bekliyorlar?
Cerrahpaşa ve adli tıp arasında yaşanan tıbbi çekişme nedir? Niye biri, “Hayati tehlike var” derken, öbürü “Yok!” diyor.
- Adli tıp, “İki ayda bir üniversitelerin hepatoloji kliğinde tedavi görmesi kaydıyla hapishanede yatabilir” diyor. Yani “Hapishanede yaşar bu adam!” diyor. Ama Cerrahpaşa Tıp Fakültesi de diyor ki “Bu gibi hastalar hapishanede yaşamaz!” Hangisine itibar etmek lazım? Burada inisiyatif alacak olanlar yargıçlar. Onlar da alamıyor ya da almak istemiyor.
Bir de oğlunu trafik kazasında kaybetti. Bu durum aileyi nasıl etkiledi?
- Felaket! 13 Ekim’de 2012 yılında 22 yaşındaki oğullarını kaybettiler. Başkent Üniversitesi’nde hukuk okuyordu, son sınıf talebesiydi. Bunu, münferit bir olay olarak değerlendirmek de yanlış. Bir kişi cezaevine girdiği zaman, zannetmeyin ki sadece o etkileniyor, hayır bütün aile etkileniyor. Okula giderken babasının durumunu düşünüyor, yatarken, kalkarken düşünüyor, araba kullanırken de. Sonunda böyle bir kazada gencecik çocuk pisi pisine öldü.
Eşi kimseyle görüşmüyor.
- Çünkü perişan durumda. Fizik öğretmeniydi, emekliliğini istedi. Kızcağız ağlamaktan konuşamıyor. Onun durumu Fatih’ten daha kötü. Korkum ona bir şey olması. Bir oğlu daha var, Arman. Bilgisayar mühendisi, İrlanda’da Microsoft’ta çalışıyor. “Arman olmasa, çoktan intihar ederdim!” diyor, gelinen nokta bu.
Peki Ergin Saygun’un tahliyesi sizde bir ümit ışığı yaratmadı mı?
- Ergin Paşa’yla benzer durumda tahliye edilen insanlar oldu. Erol Manisalı mesela, ameliyat masasında tahliye oldu, daha başka isimler de var. Türkiye içinde ve dışında o kadar çok baskı oluştu ki, artık baskılara dayanamıyor bu hükümet. Çünkü AİHM’den gözlemciler geliyor. Türk yargısı hiç olmadığı kadar kötü bir duruma düştü. Kimsenin yargıyı bu hale getirme hakkı yok.
Kardeşinizle en son ne zaman görüştünüz?
- 10 gün önce. Bana son söylediğini paylaşayım: “Hayati, artık tahliye talebinde bulunma” dedi, “Çünkü senin karşındakiler yargıç filan değil. Onlar görünmeyen bir gücün etkisiyle hareket ediyorlar. Sen nasıl savunma yaparsan yap, onlar beni buradan ölmeden bırakmayacaklar!” Söylediği bu.
Kardeşinizi kaybetmekten korkuyor musunuz?
- Evet, hem de çok. Başbakan diyor ki, “3. paketi tutuksuz yargılansınlar diye çıkarttık.” Meclis başkanı da öyle diyor, cumhurbaşkanı da. Nasıl iştir ki, bir türlü uygulanmıyor. Yasama “Uygula!” diyor, uygulayan yok.
Sirozdu, karaciğer kanseri oldu
Kardeşiniz ne zaman tutuklandı?
- 17 Nisan 2009’da... 1.5 ay Silivri’de kaldı. 15 yıldır sirozdu. Cezaevi koşulları nedeniyle bir de üstüne yüz felci geçirdi. O kadar ağır bir felçti ki, yüzü tanınmaz hale geldi. Onu apar topar Haseki Devlet Hastanesi’ne sevk ettiler. Orada verdikleri ilaçlar da, normal seyreden siroz enzimlerini 8-10 kat fırlatmış. Adam oldu mu, ileri derece siroz hastası! Ankara’dan 6 kişilik bir heyet geldi. Hastalığının çok ileri bir faza ulaştığı raporunu verdiler. Sonra Cerrahpaşa’dan bir heyet geldi, onlar da benzer mahiyette bir rapor verdiler. 1.5 ay sonra Cerrahpaşa Hepatoloji’ye yatırdık. 21 ay kaldı. Maalesef, onlar da sirozuna ek olarak, karaciğer kanseri başlangıcı teşhisini koydular.
Üç, dört kişi zaten öldü
Herhangi bir sağlık kuruluşundan, hatta sıradan bir hastaneden alınan rapor bile hâkimler için yeterlidir. Adli tıptan bir rapor bekleme zorunlulukları yok. Ama hakimler maalesef insiyatif alamıyorlar. İnisiyatif alan hâkimlerin başına neler geldi hepimiz biliyoruz. Hâkimler, birtakım güçlerin kontrolü altında. Bu gücün etkisinden kendilerini kurtaramıyorlar. Kimbilir belki de bilerek yapıyorlar. Bütün bunların neticesinde, gelinen noktada da bir sürü ölüm ve ağır hasta var. Ve bunlara hâlâ tutuksuz yargılama kararı verilmiyor. Bu nasıl bir yargılamadır, bu nasıl bir anlayıştır? Adalet Bakanı, bakanlık yapmadan önce avukatlık yapmış diye çok sevinmiştik, empati yapabilecek, halimizden en çok o anlayacak diye. Bu işe o el atmazsa kim atacak? Bakın ölmek üzere olan en az 20 kişi var! Yazıktır! Üç, dört tanesi zaten öldü. Geriye kalanlar da öldüğü zaman yargıçlar, “Ya bu adamlar öldü, bu kişilerin ölümüyle ilgili hiçbir sorumluluğumuz yok mu?” diyecekler. Böyle bir cevap kimi tatmin eder? Hiç kimseyi!
Paylaş