BEN şimdiye kadar hep ‘ateş almaya’ giderdim Adana’ya.
Babalar Günü, herkes orada olacak, ben de mecburen. Mami’nin resitali büyük olay, gitmesen olmaz, uçağa binerim, inerim, izlerim, dönerim. Demek önümüz bayram, hafta sonu gider kalır, pazar akşamı İstanbul’a vınlarım.
Mezuniyetler, doğum günleri, cenazeler...
Parola şudur: Git, vazifeni yap ve dön!
İşte buydu Adana benim için yıllarca. Çünkü hayat, arkamdan kovalıyordu, her an her şeye yetişmek zorundaydım, yapılması gereken işler, yetişilmesi gereken durumlar vardı. Nasıl olsa Adana hep oradaydı, orası benim doğduğum yerdi, beklerdi. Neticede es verilecek, tatil yapılacak, nefes alınacak yer Adana değildi. Adana gidilip ateş alınacak yerdi. Yoksa, tatil yapmak için ne tropik adalar vardı dünyada. Gidilmemiş, görülmemiş, gezilmemiş. ‘Bunları yapmadan ölme listesi’nde yer alan...
***
Galiba yaşlanmak böyle bir şey.
Annemlerin Seyhan baraj gölüne bakan, yeşilliğin ve sessizliğin içindeki ışıklı ve huzurlu evini ne Maldivler’e ne Seyşeller’e değişirim.
Demek ki, benim aile zamanım gelmiş. Böyle düşünmemde kızım Alya’nın payı çok. Fark ediyorum ki, yıllarca hayatla tek başına didişmekten canım çıkmış benim, sinemalara, seyahatlere, organizasyonlara hep tek başına gitmişim. En fazla arkadaşlarımla ama ailem olmamış yanımda. Küçük yaşta ayrılmışım. Her şeyi kendi başıma planlamışım, buzdolabına doldurduğum light ürünlerle yaşamışım. Şimdi annemin elinin değdiği ev yapımı reçellerle baştan çıkmayı çok seviyorum. Kızımın ailenin altın topu şeklinde elden ele dolaşmasına bayılıyorum...
Babam onu ‘Küçük maymun’ diye seviyor. Omzuna alıp mahalledeki herkese ‘Torunum’ diye tanıştırıyor. Onu dede sevgisiyle şımartıyor. Köftelerini annem yediriyor, benim besleme stilimi beğenmiyor, her defasında çocuğu aç bıraktığımı iddia ediyor, oysa 10 aylık ve 10 kilo maşallah.
Kızımın fotoğrafları ablamın buzdolabında sıra sıra asılı. Telefonu açıp, ‘İçim acıyor, hadi gelin artık, o kadar özledim redbull’u’ diyor. Yeğenlerim Ela ve Lara, bütün oyuncuklarını Alya Mey’in hizmetine sunuyorlar. Alya oynadıkça onlar mutlu oluyorlar...
Bu sefer her şey değişik oldu, hiç dönmek istemedim Adana’dan, baba ocağından. Büyük aile olmanın keyfinden, tadından hiç vazgeçmek istemedim. Her akşam saati geldiğinde evde bir telaş, bir telaş. Neymiş? Alya’nın banyosu hazırlanıyor. Herkesin bir vazifesi var. Havlular ısıtılacak, oda sıcaklığı yükseltilecek, su ayarlanacak, ne soğuk olacak, ne yakacak, nerede bunun göz yakmayan şampuanı...
Banyodan sonra yatağı hazırlanmış olacak, düşmesin diye yatağın kenarına yastıklar konacak. Ama Alya yastık mı dinler? Uyanır, kendini aşağı atar, hiçbir şey olmamış gibi ‘Bebek Firarda’ filminden bir sahne gibi emeklemeye devam eder...
***
İnsanın hayatında öyle bir an geliyor. Büyük aileden hoşlanıyor. Büyük yemekler. Yüzevler’e kalabalık kebaba gitmeler. Topluca kutlamalar. Her kafadan ses çıkan toplantılar. Ve herkese şaşkın şakın bakan Alya... Bu defa ki ateş alma vesilemiz, ablamın doğum günüydü. 40 oldu benim güzel ablam. Çılgınlar gibi eğlendik. Enişte, onun için müthiş bir doğum günü planlamış arkadaşlarıyla. Profesyonel televizyoncularla sokak röportajları içeren bir vtr hazırlamış. Bazıları yeni ünlenen Suna Apa’nın kasetini çok beğeniyor, severek izliyor; bazıları ise Beyaz Gelincik’te oynayan Suna Apa’yı takdir ediyor. Ama herkes mutlaka tanıyor...
Türkler, tuhaf bir millet. ‘Yalancı dil’i çok iyi biliyor!
Balkon 15 ekibi de orada hazır ve nazırdı. Gözümüzden yaşlar gelinceye kadar güldürdüler ve eğlendirdiler bizi. Ama son zamanlar moda deyişiyle, kimse rol çalmaya kalkmasın, gecenin en güzeli ablamdı. Bütün Adana’ya ve Adanalılara selam olsun.
Ablamın da 40 yaşı kutlu olsun...
DOĞAL HAMİŞ: Dönerken bavulumda, bahçeden limonlar, mandalinalar ve özel olarak yapılmış anne-baba zeytini vardı. Ve her Adanalı kız gibi, buzdolabıma koymak üzere içli köfteler...
SİPARİŞ HAMİŞ: Adana Rotary Kulübü’nün hazırladığı 2006 Adana takvimi çok güzel. Ellerine sağlık. Bütün Adana’ya ve Adanalılara tavsiye ediyorum.