Hamdi Koç.
Romanları da kendisi de.
Umutlu şeyler anlatmasa da iyi geliyor. Gerçek geliyor.
İnsana ait bütün duyguları o kadar iyi aktarıyor ki aynaya bakmış gibi oluyorum. Bu aralar üzgün ve çaresiz. Kim değil ki?
Yeni romanı, ‘Yalnız Kaldınız Peyami Bey’ Can Yayınları’ndan çıktı; onun şerefine yaptık bu röportajı.
Peyami Safa’dan ve edebiyattan girdik, memleketten çıktık.
Bu röportajdan aklınızda bir sürü şey kalsın. Bir sürü şey kalmasa bile, en azından şuna razıyım:
“Biz artık birbirimizi bile değil, kendimizi öldürüyoruz! Bir millet nasıl intihar eder, bunu görme noktasındayız…”
Sizce hayatta kalmanız bir mucize mi?
- Keşke kalmasaydım! Herkes, “Şükret! Sonun Özgecan gibi olabilirdi!” diyor ama hayatta olduğuma sevinemiyorum. Çünkü hâlâ onu koruyanlar var. Böyle bir vahşeti ve bir tecavüzcüyü savunanlar var. Bu nasıl bir şey, anlamak mümkün değil! İsyan etmemek ve delirmemek de...
Siz hep o güzergâhı mı kullanıyorsunuz?
- Evet, son durak o AVM’nin önü. Orada iniyorum 200-300 metre yürüyorum. Çünkü benim oturduğum caddeye araç gitmiyor. O gün de yürüyeyim mi, yürümeyeyim mi diye düşünürken, baktım bir otobüs duruyor. Hava da çok soğuktu, “O tarafa mı gidiyorsunuz?” dedim. “Evet” dedi. Bindim. Boş olduğunu bile fark etmedim. Otobüsün içine geçmedim. Kapıya yakın bir yerde ayakta dikildim. Nasıl olsa hemen ineceğim. Aracı kullananın da suratına bakmadım...
ÖLÜM BU, BEN ÖLÜYORUM
Tedirginlik hissettiniz mi?
- Hayır. Çünkü binerken iki kişinin indiğini görmüştüm. Arka tarafa bile bakmadım, hemen ineceğim ya. Şoföre de arkam dönüktü. İneceğim noktaya gelince, “Burada inebilir miyim?” dedim. Durmadı. Şaşırdım. Duymadı zannettim, “İnecek var, kapıyı açar mısın!” dedim. Açmadı kapıyı. “Ben dönüşte sizi bırakacağım!” dedi. Anlamadım. Hangi dönüşte, ne dönüşü? “Burada inmek istiyorum!” diye bağırdım, “Açsanıza kapıyı!” Ne olduğunu anlamadım, hâlâ kapıyı açacak diye bekliyorum. İnsan şoka giriyor. İhtimal de vermiyorsunuz. Yüzünü bile görmedim adamın, çok daha sonra, tecavüz ederken gördüm. Sonra araç birden durdu. Karanlıkta. Arsa gibi bir yerde. Bir okulun yanındaki boş bir araziymiş. Aracı stop etti. Bu sefer endişelendim. Ama halen kapıyı açacak diye bekliyorum. Birden koşarak üzerime doğru geldi, boğazıma sarıldı. İki eliyle gırtlağımı sıkmaya başladı. Daha sıkı, daha sıkı... “Söyle evli misin?” dedi, “İsmin ne?” dedi. Ben cevap veremedim, sıkıyor da sıkıyor. O arada da kendimi korumaya çalışıyorum, onunla mücadele ediyorum. Aramızda bir arbede yaşanıyor...
Aklınızdan neler geçiyor?
S., bir İngilizce öğretmeni. 37 yaşında. İki çocuğu var. Çocuklarının geleceği için çalışan, didinen, işinde gücünde bir kadın. Eğitim seviyesi de yüksek.
Pek çok tecavüz haberi okumuş bugüne kadar, bir gün kendi başına gelebileceği aklına dahi gelmemiş.
Sürekli ağlıyor. Felaket durumda. Ağır bir travma geçiriyor. Ve işin kötüsü, hiçbir suçu olmamasına rağmen kendini sorguluyor, kendinde kusur arıyor. Güzel olduğu için bile kendini suçluyor.
Evine giderken her zaman aynı güzergâhı kullanıyor, hep aynı AVM’nin önüne kadar geliyor, orası son durak, sonra da 200-300 metre yürüyor.
Çünkü evinin oraya toplu taşıma gitmiyor.
O gün de her zamanki gibi yürüyecek, fakat Ankara’da hava eksi 11 derece.
O sırada, o yöne doğru hareket eden bir otobüs görünce, bir durak sonra inmek üzere biniyor.
Binerken de otobüsten iki kişinin indiğini görünce de herhangi bir tedirginlik hissetmiyor.
Ankara’da...
37 yaşında iki çocuk annesine, Allah’ın belası bir otobüs şoförü tecavüz etti.
Özel bir okulda İngilizce öğretmeni olarak çalışan S., bir AVM’nin önünden saat 23.30’da, özel bir toplu taşıma aracına bindi.
Yaptığı tek şey bu!
Herkesin yapacağı bir şey, toplu taşıma aracına binip, bir yerden bir yere gitmek.
“200 metre sonra inmem gerekiyor. Mümkün mü?” dedi. İnsan kılığındaki aşağılık yaratık, “Hay hay” dedi.
Ama bir daha da o aracın kapılarını açmadı!
“Ben isteyince ineceksin!”
Kitapları, ‘Çağdaş klasik’ olarak nitelendirilen yapıtlar.
Ve Le Monde, Frankfurter Allgemeine, Die Welt gibi dünya çapındaki gazete ve dergilerde kitapları üzerine yüzden fazla makale ve çalışma yayımlandı. Onu Kafka ve James Joyce ile kıyaslayanlar bile oldu.
Aslı Erdoğan o.
Biraz ürkek, biraz yabani, çok içe dönük, gerçek bir sanatçı. Ve bütün sanatçılar gibi delilik ve dâhilik arasında gidip gelen biri. Ama kimseye zarar verebilecek biri değil. Hayatı boyunca şiddete karşı olmuş birinden söz ediyoruz. Hayat boyu yalnızlığı tercih etmiş birinden söz ediyoruz.
Hep yazıp çizmiş bir kadın.
3500 kitap ve 10 bin kâğıt arasında yaşayan biri. Ruhunun yaralı bir tarafı da var, bir sürü travma yaşamış.
Ama bu kadın aynı zamanda ultra zeki bir kadın. Robert Kolej’de okuyor, sonra ver elini Boğaziçi hem bilgisayar mühendisliği hem fizik.
Böyle zehir gibi bir kadın.
İzmir Amerikanlı. O da 1969 doğumlu.
Şahane bir İzmirli. Üniversiteyi Brüksel’de okuyor, İşletme ekonomisi.
Ardından Marmara Üniversitesi’nde mastırını tamamlıyor.
Ve sonra ver elini New York.
1989’dan beri Amerika’ya yaşıyor. İktisat Bankası’nda çalıştıktan sonra son olarak Park Avenue Bank’ta başkan yardımcısı olarak görev yapan Sözer bir gün her şeyi bırakıp, turşu işine giriyor.
Yıllar evvel Manhattan’da boş gördüğü dükkânı, daha ne iş yapacağını bilmeden kiralıyor ve 2003’te konseptini kendisinin geliştirdiği Pickles, Olives, Etc. mağazasını hizmete açıyor, işleri büyütüyor ve şu anda toptan satış yapıyor. İnsana ilham veren -bugünlerde en ihtiyacımız olan şey- enteresan ve çok tatlı bir kadın.
Ve ilginç bir kitap yazdı, adı ‘Bir’.
Ben tabii turşulardan başladım sormaya...
Gün, birbirimize kenetlenme günü...
Çemkirme günü değil...
Kavga etme günü değil...
“Ama sen öyle yaptın, ben böyle yaptım” deme günü değil. Bu saldırılar, patlayan bombalar, sıkılan kurşunlar hepimizi hedef alıyor. Sadece bir kesimi değil.
Ama bu son olayda bittim!!!
Benim için feci bir “kırılma noktası”.
Bardağın taştığı an.
Reina saldırısına kadar çok üzülüyordum ama beni etkilemesine, kilitlemesine izin vermiyordum; okuyup, takip edip, bilgi alıp, kahrolup ama yine de hayata devam edebiliyordum.
Fakat şimdi, bu şartlarda nasıl edeceğimi bilmiyorum.
Bütün o gençlerin yerde ölü yattıkları bir fotoğraf gördüm, mahvoldum.
İnsanın aklı o görüntüyü kabul etmek istemiyor.