Kendisi övücü sıfatlardan hoşlanmasa da...
Muhteşem kadın.
Efsane akademisyen.
Hocaların Hocası.
96 yaşında ama...
Hâlâ bir enerji topu.
Okuyan, araştıran, merak eden, takip eden, dünyayı anlamaya çalışan...
Hızlı, bilgili, etkileyici...
Gözlerinin içi gülüyor, sıcak, samimi ve dişi.
Bayılıyorum ben İzmirli kadınlara...
Kimselere eyvallahları yok. Güçlü ve özgürler.
O Berna Kumaş Sipahi...
Büyük bir holdingin kurumsal iletişim direktörü, aynı zamanda iflah olmaz bir yazma tutkunu.
İlk romanı ‘Gökten Üç Elma Düşmüyor’ çıktı, ben de teybimi kaptım, karşısına dikildim.
İlk romanın ‘Gökten Üç Elma Düşmüyor’ çıktı. Tebrik ederim...
- Teşekkür ederim.
Durmadan yazıyorum, bu memleket kadınlar için yangın yeri diye...
Bu işte, en son terane...
Buyurun buradan okuyun ki, saçınızı başınızı yolun!
HER ŞEY TAYT GİYDİ DİYE
Ruh hastasının biri, boşanmak üzere olduğu eşini, bir arabada başka bir erkekle, üstelik “tayt giymiş vaziyette” (!) görünceeee...
Aman diyeyim...
Çekiyor bıçağı, öldüresiye saplıyor kadına...
Kadın hafif değil, ağır yaralı...
Kardeş olmak güzel. Abla olmak güzel. Anne olmak güzel. Teyze olmak güzel. Hala olmak güzel. Tabii ki hepsini hakkıyla yaptığım söylenemez...
Ama çabalıyorum, hepimiz gibi...
Ve bir gün nene de olmak istiyorum!
Bu rollerin hiçbirinde, iyi olup olmadığımızı biz değerlendiremeyiz.
Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı...
Benim için artık kadına şiddet, cinsel istismar mağdurlarının “Canan Abla”sı!
Benim için sivil toplumcu ve aktivist kelimelerinin karşılığı.
Gerçekten alnından öpülecek kadın!
Arı gibi de çalışkan.
Tuttuğunu koparan, mutlaka sonuç alan.
Yılmaz bir kadın hakları savunucusu.
Bu federasyonun en önemli özelliği, bünyesinde bir
Annesinin kuzusu Duygu Batu.
Erik ve limon canavarı Duygu Batu.
Annesine aşık Duygu Batu.
Çocukluğu çalınmış Duygu Batu.
Evinden şiddet eksik olmayan Duygu Batu.
Babası, annesini dövmesin diye dualar eden Duygu Batu.
Kavga çıktığında, evdeki bıçakları saklayan Duygu Batu.
En büyük korkusu annesinin ölmesi.
Sorbonne’da güzel sanatlar okumuş, altı dil bilen, dünya vatandaşı bir ressam.
Yüksek enerjili, hayat dolu, yaratıcı ve çok güzel. Son birkaç yıldır Türkiye’de yaşıyor. Ama Fransa, İtalya, İspanya ve İngiltere’de de kalmış. Gerçi Fransa başka. Tüm çocukluğu orada geçiyor, bütün temel eğitimini orada alıyor.
O, Eda Su Neidik. Arzu Okay’ın kızı. Türkiye’deki beşinci kişisel sergisi ‘İris’in Damlaları’ perşembe günü açıldı, Soul and Art Galeri’de...
Annen, bir zamanlar, bu ülkenin Sylvia Kristel gibi bir sembolüydü. Ve bir nesil, onunla büyüdü, bu soruyu sormazsam olmaz: Arzu Okay’ın kızı olmak nasıl bir şey?
- Gurur verici bir şey! Annem çok büyüleyici bir kadın. Yapıcı, güçlü ve cesur... Bir de eğlencelidir. Annemle babam, ben küçükken boşandığı için, birlikte büyüdük diyebilirim. İtiştiğimiz dönemler de oldu ama sıkı bir ikiliyiz! Bizimki esas olarak anne-kız ilişkisi, ben büyüdükçe iki arkadaş ama en temelinde iki sırdaş ilişkisi! Hayatta en güvendiğim insandır...
Ne güzel!
- Evet, Arzu Okay bir zamanların Türkiye’si için bir sembol olabilir ama benim için, her şeyden önce en yakın dostum! Fransa’da büyüdüğüm için de sıradan bir anneydi. Türkiye’ye gelip gittikçe ve büyüdükçe, annemin Türk toplumu için ne ifade ettiğini anlamaya başladım. Ama bu, benim Paris’teki hayatımı hiç değiştirmedi.
Yarın yine duruşması var.
İnşallah bu son olur...
Sezgi Kırıt.
Benim Sezgi’yi unutmama imkân yok.