Dün bizim gazetede de haberdi.
“Baba-üvey anne dehşeti.”
5 yaşındaki küçük bir kızı Fatih’te haşladılar, ısırdılar, üzerinde sigara söndürdüler!!!
Olmadık işkenceler de yaptılar.
Kim mi yapan?
Uyuşturucu bağımlısı babası ve sevgilisi.
Ben gördüm de o fotoğrafları...
İnsan bakamıyor...
Bu kadar mı doğru bir tespit olur diye!
Hepimiz cep manyağı olduk çıktık!
Telefonum olmadan asla!
Erişim yoksa biz de yokuz!
O Instagram’a bakamazsak kurdeşen döküyoruz.
İlle de bakacağız. Uyanır uyanmaz, gün boyu ve yatarken.
Kariyer yapmak, işte başarılı olmak, terfi almak, çok para kazanmak ve iyi yaşamak hayatımızın en önemli gayesi...
İyi yaşamaktan kasıt da metropolde, kalem eteğimizle, kafası kesik bir tavuk gibi oradan oraya koşmak, sabahın köründe spora gitmek, yumurta beyazıyla yapılmış omlet yemek, salataya abone olmak, Omega 3-6-9 peşine düşmek, pilates ve yoga saatlerini ayarlamak, serbest gezen tavuk kovalamak, organik beslenmek, gerekirse çim suyu bile içmek...
Cumaları da biraz içimiz açılsın istiyorum, yürünmeyen yollarda yürüyen kadınları okuyalım. Onlar bana hikâyelerini anlatsın, ben sizinle paylaşayım, size de, okuyan başkalarına da ilham olsunlar.
Çok büyük işler yapmaları, dağları devirmeleri, milyon dolarlık şirketlerin başında bulunmaları gerekmiyor.
Enteresan fikirleri olsun yeter.
Fark yaratsınlar yeter.
Bugün beni etkileyen iki kadınla karşınızdayım.
Hepsiburada’nın sitesinde gördüm onları. Aradım, buluştuk ve röportaj yaptık.
Ferhan Akdereli ve Hatice Esra Yıldız.
Ferhan mıknatıslı takı imalatçısı. Başörtüsü için de mıknatıs üretiyor. İğne yerine mıknatıs kullanan kadınlar var. Bana ilginç ve yeni geldi. Yurtdışında da çok rağbet görüyor.
“Vahşet” kelimesi açıklamaya yetmez!
Gaziantep’te ormanda bir ağaca bağlanıp darp edilmiş. Neden?
Şiddet gören bir kadına yardım ettiği için...
Allah belalarını versin!
Karısını dövme hakkından mahrum kaldığı için koca sinirlenmiş ve Cumhuriyet Kadınları Derneği Başkanı Sevilay Çete Kale’yi kaçırıp, İngiliz anahtarıyla döve döve bu hale getirmişler.
Saldırganlar biri kadın, dört kişiymiş.
Şiddet uygulayan kocanın babası, kız kardeşi, erkek kardeşi ve kendisi.
O benim çok sevdiğim ve saygı duyduğum bir büyüğüm. Aydın ve entelektüel kimliğinin yanında, müthiş bir insani zarafeti ve inceliği var. Cesur ve ilkeli. Hiç eğilip bükülmedi, hiçbir dönem birilerinin adamı olmadı, o hep bir “ada” olarak kendi başına durdu. Hep üretti, hep yeni şeyler söyledi, hep toplumu dönüştürdü. Ben ondan hep feyzaldım, yaptıklarından, yazdıklarından, söylediklerinden. Bana umut aşıladı... İyi ki var bu ülkede Zülfü Livaneli...
Adınızın bir kültür merkezine verilmesi nasıl bir duygu?
- Harika! Çünkü her şeyden önce bir kültür merkezi! İçinde sergi ve konferans salonları, dans, müzik, film ve edebiyat atölyeleri var. Genç kuşakların sanat ve kültürle buluşmasına katkı sağlayacak bir sanat yuvası. Ayrıca modern ve estetik açıdan da güzel bir yapı. Bunlar sevindirmez mi insanı?
Sokağa değil, caddeye değil, semte değil, havaalanına değil, kültür merkezine... Daha mı farklı hissediyor insan?
- Evet, çünkü benim işim kültür! Bütün hayatımı kültüre adadım! Çankaya’nın genç belediye başkanı Alper Taşdelen’i sevgiyle bir kez daha anmak isterim. Sadece benim adıma yaptığı bu bina için değil, Çankaya’da açtığı Yaşar Kemal Parkı, Tarık Akan Parkı ve diğer sanatçılarımızın, yazarlarımızın adlarını yaşatacak çok sayıda projeye imza attığı için...
GÖSTERMEM AMA SULUGÖZÜMDÜR
Siz bir sürü ödül aldınız bugüne kadar, bu aldığınız en etkileyici ödüllerden biri miydi?
- Valla öyle. Ben Ankara’da büyüdüm, o şehirde okudum, evlendim, kızım doğdu, annemi-babamı o şehirde kaybettim, askeri cezaevinde yattım, darbelerden dolayı acı çektim, arkadaşlarım öldürüldü, sonra aynı şehirde Meclis’te bulundum ama hiçbir zaman aklıma beni böyle onurlandıracakları gelmedi. İtiraf edeyim, şaşırdım...
Her 800-1000 çocuktan biri down sendromlu. Amaç, onları bağımsız bireyler olarak topluma kazandırmak olmalı. Üsküdar Belediyesi’nin yaptığı da bu. Down sendromlu gençleri istihdam ediyor.
Söz verin, oraya gideceksiniz, çok mutlu olacağınızı garanti ediyorum. Üsküdar Belediyesi’ni de tebrik ediyorum. Hepsi sigortalı, hepsi küçük maaşlar alıyor, hepsi inanılmaz mutlu. Orada hayata hazırlanıyorlar. Bu vesileyle gençlere de, Üsküdar Belediye Başkanı Hilmi Türkmen’e de sordum...
Tebrik ediyorum sizi! Tebessüm Kahvesi harika. Etkilenmemeye olanak yok. Hele down’lu gençler müthiş...
- Çok teşekkürler. İyiliğin, tam da merkezi burası! 21 Mart Dünya Down Sendromlular Günü’nde açtık. Boş bir tinerci yatağıydı burası, biz böyle bir alana çevirdik. Arkasında bir köşk var, önünde oyun bahçesi, çimlerin üzerinde yastıklar, oturma yerleri. Tüm bu alan, komple Tebessüm Kahvesi’ne ait...
Nereden aklınıza geldi? Down sendromlu çocukların aileleri mi rica etti?
- Şöyle oldu. Bizim bir rehabilitasyon merkezimiz var. Zaman zaman engelli çocukları olan ailelerle bir araya geliyoruz. Hayatları çok zor. İstedik ki, saman alevi gibi yanıp sönen değil de kalıcı bir şey yapalım. Mesela sırf down sendromlu çocukların çalışacağı bir kafe açalım. Ve açtık. Kesinlikle ticari gayemiz yok. Bu, tamamen sosyal proje. Adını da “Tebessüm Kahvesi” koyduk. Çünkü bu melekleri görünce, insanın tebessüm etmemesi mümkün değil. Mutluluk saçıyorlar. İçlerinde kesinlikle kötülük barındırmıyorlar. İşlerini de güzel yapıyorlar. Sohbetleri de güzel. Zaten o kadar sevecenler ki, gelen herkes mutlu ayrılıyor. İstanbul’un her yerinden ziyaretçiler geliyor, ünü günden güne yayılıyor.
Ceyda Düvenci benim çok sevdiğim bir oyuncu.
10 numara anne, 10 numara kadın.
Üretken, yapıcı, eğlenceli ve müthiş mücadeleci.
Hiç de kolay bir hayatı olmadı, erken doğum yaptı, 79 gün yattı.
Türkiye, serebral palsiyle mücadeleyi de onun çabalarıyla öğrendi.
Kızı Melisa için çok uğraştı, hâlâ uğraşıyor.
Bu gebeliğinde de sıkıntılar yaşadı.
Trombositi çok yükseldi. Sebebi bulunamadı.
- Sizi tanıyalım...
Nejat Taştan ben. 53 yaşındayım ve 31 yıldır insan hakları hareketi içerisinde çalışıyorum. Türkiye’deki İnsan Hakları Vakfı’nın kurucu üyelerindenim. İnsan Hakları Derneği’nde yöneticilik yaptım, halen üyesiyim. 2010 yılından beri de kurucusu olduğum Eşit Haklar İçin İzleme Derneği’nin koordinatörlüğünü yapıyorum. Şu anda da bir felaket yaşıyoruz...
- Siz neden dışarıdasınız? Bunun makul, mantıklı bir cevabı var mı?
Yok. Davada gizlilik kararı alınmış durumda. Ama medyaya servis edilen haberlerden öğreniyoruz ki, Büyükada’daki bu toplantıyla ilgili ciddi birtakım ithamlar var. Eğer suç söz konusu toplantıysa, ben de katılımcılarından biriydim...
- O zaman diğer hak savunucularının da içeride olmasının makul, mantıklı bir sebebi yok, öyle mi?
Aynen öyle! Yok eğer bu insanların başka faaliyetleriyle ilgili suçları varsa, o zaman o anda toplantı niye basıldı? Eğer toplantı suç unsuruysa, neden 8 kişi içeride 2 kişi dışarıdayız. Bu soruların hukuki ya da mantıki bir karşılığı yok...
CAM DUVARIN, AÇIK KAPININ GİZLİSİ Mİ OLUR?
-