Bazı isimler üzerine çoğunlukla hem fikir oluyoruz.
Seviyoruz, sayıyoruz, hayranlık duyuyoruz.
Her şeyden önemlisi: Samimi ve sahici buluyoruz.
İşte Ezgi Mola onlardan biri.
İlk ismi de Mercan.
Mercan Ezgi Mola, bana bir röportaj boyunca 4 mevsimi yaşattı; hem hüzünlendim, hem de çok çok eğlendim.
Ezgi’nin hep güzel işler
Zaten oyuncu olarak çok severdim, insan olarak daha da çok sevdim. Harbinin Allah’ı. Dürüst, çok dürüst. Yamuğu, eğrisi yok. Gözünün içini, en en dibini görebildiğin bir kadın Ezgi Mola.
Nasıl tatlı, nasıl sahici, nasıl komik...
Onunla ilgili aklıma gelen sıfatlar: Zeki, fırlama, hızlı, eğlenceli, duygulu, şefkatli, merhametli, seksi, dişi...
Kadın, her şey!
Formül onda.
Sevmeyen ölsün valla.
Bu röportajda hem güldük hem ağladık.
60’tan fazla tezi yayımlanan, kitapları Türkçe dahil pek çok dile çevrilen “Japonların Kadim Beslenme Sırrı”nı anlatan ünlü profesör günde tek öğün beslenmeyi öneriyordu. Kendisi 20 yaş daha genç gösteriyordu. Sırrı, günde bir öğün yemek. Sadece akşamları yiyor. Sabahları tereyağlı kahve içiyor, öğlen tuzsuz ve yağsız fındık-badem, akşam da canı ne isterse...
Böylece açlık geninin sürekli aktif halde olmasını sağlıyordu. Ben de Canan Karatay Hoca’ya bu beslenme tarzı hakkındaki görüşlerini ve yazın neler yiyip içmemiz gerektiği konusundaki fikirlerini sordum...
- Hocam yine n’oldu? Tabipler Birliği, sizin kesinlikle ceza aldığınızı, meslekten men edildiğinizi iddia ediyor. Siz ise, “Öyle değil! Henüz itiraz hakkımız var. İtirazın sonucu belli olmadan bu kesin ifadeleri kullanamazlar. Hukuksuzluk yapıyorlar!” diyorsunuz... İki taraf da birbirini suçluyor. Biz kimin doğru söylediğini nereden bilelim...
Tabii çok haklısınız, nereden bileceksiniz. En son Anayasa Mahkemesi’ne başvurduk. Hukuk süreci devam ediyor yani, bitmedi. Zaten eğer ortada kesinleşmiş bir ceza var ise bu niye şimdiye kadar uygulanmadı? 3 sene oldu. Her sene bu zamanlar aynı şey oluyor, adli tatile giriliyor, hoooop bunlar başlıyor köpürdetmeye. Bu da biraz manipülasyon gibi geliyor bana...
- Siz Tabipler Birliği’nin nasıl bir oyun peşinde olduğunu iddia ediyorsunuz?
Akıllarınca beni hekimliği elinden alınmış biri olarak lanse etmeye çalışıyorlar. Böyle bir algı yaratmaya uğraşıyorlar. Her şey gebelere şeker yüklemesi olayıyla başladı. O zaman bana yüklendiler. “Bu kadını meslekten men edin!” duyurusunda bulundular. Çağlayan’daki adliyeye gittiler. Ama savcılık takipsizlik kararı verdi. “Böyle bir şey suç unsuru olamaz!” dedi, dosyayı kapattı. Bunun üzerine tabiri caizse dellendiler. “Vay, hukuk vermiyorsa biz onun cezasını veririz!” dediler. İstanbul Tabipler Odası’nın onur kurulu veya yönetim yüksek kurulu, neyse adı, kendince ceza kesti. Her seferinde biz itiraz ettik. Tekrar itiraz ettik. Hala devam ediyor...
- Devletin mahkemeleri bir ceza verdi mi?
Bakın, biz itiraz ettik. Hukuk süreci böyle bir şey. Onlar da itirazımıza itiraz ettiler, üst üste müracaatlar oldu. İdare Mahkemesi okumadan, gerekçe göstermeden, “Bu ceza uygulanacak!” dedi. Biz de Anayasa Mahkemesi’nde itiraz hakkımızı kullandık, neticeyi bekliyoruz. Şubat 2018’de müracaat etmişiz. Anayasa Mahkemesi de 13 Mart’ta bizim müracaatımızı kabul etmiş. Sonucu bekliyoruz. Henüz “Cezası kesinleşti!” diye bir şey yok yani. Ama bunlar adli tatil başlar başlamaz bunu yapıyorlar. Bu haberi, temcit pilavı gibi basına servis ediyorlar. E çünkü yazın bu sıcakta okunuyor bu haberler!
- Sizin tatile gitmenizi mi bekliyorlar?
Hayır efendim, beni değil, adli tatili bekliyorlar! Ben de senelerdir Bodrum’daki devremülküme geliyorum, balkonumda her yaz “Karatay Hoca meslekten men edildi!” haberlerini okuyorum!
Namı diğer “Turkish Coffee Lady.” Ama ben ona “Türk kahvesinin prensesi” demeyi tercih ediyorum.
KAGİDER Başkanı Sanem Oktar aracılığıyla tanıştım Gizem’le. Çok mutluyum, çünkü nerede şahane bir kadın girişimci var, yollarımız kesişiyor. Gizem, gönüllü girişimcilerden...
KÜLTÜREL DİPLOMASİ YAPIYOR
13 yıldır Washington’da yaşıyor ve ülkemizin markalaşma sürecine katkıda bulunmak için “kültürel diplomasi” yapıyor.
500 yıllık bir Türk markası olan Türk kahvesini yaygınlaştırmak ve daha çok insana tanıtabilmek için 2012’den beri Gezici Türk Kahvesi Kamyonu’yla dünyayı dolaşıyor.
Ne müthiş, ne şahane bir fikir değil mi?
Düşünün, bugüne kadar 6 ülke, 14 şehir gezdi o sempatik kamyonuyla!
1970 Varna doğumlu. ODTÜ’de ekonomi okuyor, ardından Marmara Üniversitesi’nde yüksek lisans yapıyor. Hepimiz gibi bir işi var. Ama hepimizden farklı olarak, bence o çok ulvi bir iş yapıyor. Gelirini engelli, felçli, hasta, ölüme terk edilmiş, “Uyutalım. Umut yok!” denen hayvanlar için harcıyor. Sırf onlar rahat etsin diye bir çiftlik kiralamış. Encander Derneği’nin (adı bile güzel, gerçekten de en can dernek) kurucusu ve başkanı. ENCANDER Yaşam Merkezi’nde de yüzlerce felçli, engelli, kanserli, kedi ve köpeğe bakıyor. Bugüne kadar tedavisini üstlendiği 100’den fazla felçli hayvan iyileşmiş. Böyle insanlara, böyle kadınlara şapka çıkarıyorum. Yaşasın. Yaşasın. Yaşasın!!! Zühal Kadıoğlu’na ve Encander Yaşam Merkezi’ne destek olmak hepimizin görevi. Umudunu kaybetmiş hayvanlara yardım edebilmek boynumuzun borcu...
- Engelli, hasta, felçli ya da yaşlı hayvanlara yardım etme fikri nasıl ortaya çıktı?
Küçükken kendime söz vermiştim. Önce uzun yıllar sokak hayvanları için çalıştım. Ama zaman içinde gördüm ki, özellikle felçli, yaşlı ve tedavisi olmayan hastalıklara yakalanan sokak hayvanlarının gideceği yerler yok. Barınaklarda uyutuluyorlar. Öldürülüyorlar yani! Her canlının, bir şansı hak ettiği düşüncesiyle engelli hayvanlara odaklandım. Bir de çok büyülü bir şey. Böyle bir yola girince hayatımda mucizeler oldu...
- Nasıl yani?
2011’de ilk felçli hayvanımı aldığımda, babam ağır hasta ve yoğun bakımdaydı. Doktorlar, sahiplendiğim yavrunun yaşama imkânın olmadığını söyledi. Ben aldırmadım. Maddi zorluklar yaşıyordum. Yine de aldırmadım. Bütün şartlarımı zorlayıp onu veterinerlere götürdüm ve hep evimde baktım. Yüzme havuzu kurarak yürümesini sağladım. Sonra bir mucize oldu: Babam iyileşti. İş hayatımda yeni projeler gelişti. Bütün hayatım değişti. Bence hayatta yaptığınız kötülükler de, iyilikler de karşılıksız kalmıyor...
- Peki dernek kurmaya nasıl karar verdiniz?
2011’den itibaren kurtardığım ve yaşattığım felçli hayvanlar ya klinik ortamında ya da pansiyonlarda bakılıyordu. Çalışmalar duyulmaya başlayınca, başvurular arttı. Ama gördüm ki hepsine yetebilmem mümkün değil. Felçli ve yaşlı hayvanlara bakmak, ciddi bir emek ve masraf. Bu yüzden hem onlara daha uzun bir gelecek sağlamak hem de Türkiye genelinde elbirliğiyle daha fazla felçli, yaşlı hayvana ulaşabilmek için bu derneği kurma kararı aldım. 2015’te şu anda bulunduğumuz çiftlik alanını kiraladım. Çiftlik, onlar için ev ortamı sağlıyor. Burada kafeslerden ve sokaklarda yok olma tehlikesinden uzak, huzurlu zaman geçirebiliyorlar. Beslenme ve bakım ihtiyaçları sevgiyle karşılanıyor.
Bugüne kadar hep müthiş hikâyeler anlattı bize. Bütün dünya bayılıyor ona. Çünkü gerçek. Çünkü samimi. Çünkü cesur. Vicdanlı ve şefkatli. İnanılmaz gözlemci olduğunu da söylememe gerek yok herhalde.
Yeni filmi ‘Napoli Velata’, eylül ayında Türkiye’de gösterime giriyor. Ama biz bu röportajı ‘WhataStar’ münasebetiyle yaptık. ‘WhataStar’ dünyanın ilk sosyal medya yetenek yarışması. Ferzan Özpetek’in liderliğinde kuruldu. Katılmak için neler yapmak gerektiğini buyurun buradan okuyun...
Tebrikler! ‘Whatastar’ın kurucularından birisin... Ne iş? Nedir bu ‘Whatastar’?
- Dünyanın ilk sosyal medya yetenek yarışması! Resmen ihtiyaçtan doğdu. Çünkü beni sokakta, havaalanında, orada, burada gören herkes, “Ya Ferzan Bey, benim şöyle bir yeteneğim var!” ya da “Oğlum oyuncu olmak istiyor, kızım şarkıcı olmak istiyor. Nereye başvurabiliriz? Bize nasıl yol gösterirsiniz” diyordu. Son derece iyi niyetli yardım ve destek talep ediyorlardı. Hoşuma da gidiyor, beni bir tür kanaat önderi filan gibi görüyorlar. Ama herkese yetişebilmem mümkün değil. Resmen kıvranıyordum, “Ne yapsak da bir yol bulsak” diye. Ben yeteneğin değerine inananlardanım. Var olan ama bir türlü ortaya çıkarılamayan yeteneğe de üzülürüm. Eminim, birçok insanda oyunculuk ve şarkıcılık yeteneği var ama bambaşka işler yapıyorlar, kendilerini gösteremiyorlar...
Ve sonra böyle bir şey mi aklına geldi?
- Aynen öyle! 2.5 yıl önceydi, “Sosyal medyada, ‘Yetenek Sizsiniz’ gibi bir yarışma mümkün olamaz mı” diye düşünmeye başladım. Niye bir platform oluşturmuyoruz? Bu insanlar bana yazıp laf anlatacağına, direkt oraya yüklesinler yetenekleriyle ilgili bir şeyi. Bir şarkı, bir oyundan bir bölüm, kendi performanslarını gösterecek bir şey...
16 kişilik ekip bu iş için çalıştı
Biliyorsunuz, yeni bağımlılığımız sosyal medya. Elimizdeki akıllı telefonlar, bedenimizin uzantısı gibi. Kafamızı kaldıramıyoruz. Özekici’yle büyük resme baktık, sosyal medya platformlarının işleyişini ve 2022’den sonra öngörülen geleceğini konuştuk...
Sosyal medyada önümüzdeki günlerde yeni bir şey başlayacak;‘Fact-check... Nedir bu?
Sahte haberciliği önlemek için Facebook’un üçüncü parti bir platformla çalıştığı yeni bir özellik. Sosyal medyada dolaşan sahte haber, sahte fotoğraf ve video gibi içerikleri önlemek için geliştirilmiş bir uygulama. Amaç insanların manipüle edilmesini önlemek. Yani sosyal medyada okuduğumuz haberin yalan haber olup olmadığına anlayabileceğiz. Artık daha detaylı bir şekilde kontrol edilecek.
Yani yalan siyasi haberler de mi yapılamayacak mı?
Haber yapılabilir ama doğruluğuna göre, akıştan azalacak, azalarak da yok olacak! Aynı zamanda haberi yapanların da yapmaya devam ettiği sürece, içerikleri gün geçtikçe daha az insana ulaşacak. Ne zaman tekrar doğru olan haberler yapılmaya başlarsa o zaman, kredibiliteleri yükselecek ve eski ulaşım seviyelerine tekrar geri dönebilecekler. Mark Zuckerberg, son zamanlarda veri skandalları ve seçimlerin etkilenmesiyle gündemde. Bu yüzden de platformu herkes için daha objektif bir hale sokmak için adımlar atıyor.
2020’DE EŞLERİMİZDEN DAHA ÇOK YAPAY ZEKÂ İLE SOHBET EDECEĞİZ
2022’den sonrası için öngörülen ne?