Ümit Ünker. O, bir eğitimci.
Türkiye’deki ilk “augmented reality” kitabını yazan kişi. Yani “artırılmış gerçeklik” teknolojisini bir kitapta kullanan ilk kişi.
‘O da ne?’ diyeceksiniz.
Başlıktaki gibi, kitabın içinden adam çıkıyor! Yazarı çıkıyor yani. Ve kitabı anlatmaya başlıyor. Siz o kitabı okumuyorsunuz, dinliyorsunuz. Her şey üç boyutlu. Gerisini röportajdan okuyun...
- Tebrikler! Türkiye için yepyeni bir şey yaptınız. İnsanın aklı uçuyor görünce! Kendine ait yazılımı ve uygulaması olan Türkiye’deki ilk ve tek “artırılmış gerçeklik” kitabını yazdınız...
Aynen öyle!
-
Diyetisyen olması da durumu değiştirmiyor.
Ayça Sezginer bir yılda tam 60 kilo verdi.
Yasaksız bir diyetle. Ara öğünleri atlamayarak. Az ama sık sık beslenerek.
Önüne gelenin mide ameliyatı olduğu bir çağda Ayça Sezginer’in hikâyesi bana ilginç geldi. Bir obezin hissiyatını ‘içeriden’ anlattı...
Kadın, her yerde hayatı güzelleştiriyor! Yapıcı olan, yaratıcı olan, bir sürü şeyi aynı anda yapan kadın, çabayı gösteren kadın... Ben en çok da bu çabayı seviyorum hayatta galiba. Burcu Çetinkaya sadece basından tanıdığım biriydi.
“Robert Kolejli kız kapandı, sonra da Bucak Aşireti’ne gelin gitti...” Ya göklere çıkarılıyordu doğru yolu buldu, kapandı diye ya da yerin dibine batırılıyordu; nasıl olur da Robert Kolej’den mezun, modern, Batılı bir kız kapanır, üstelik aşirete gelin gider, diye... Hep bir önyargı...
Ama iki taraftan da...
Enteresan gelmişti, denk düşmedi, röportaj yapamadım. Geçen günlerde kendisi aradı. Önümüzdeki hafta Marmaris’te Dünya Ralli Şampiyonası gerçekleşecek. Kendisi ve Ukraynalı-Rus co-pilot’uyla röportaj yapmak isteyip istemediğimi sordu.
“Tabii ki isterim!” dedim.
Pek çok şey konuştuk ancak bir kısmı sığabildi buraya, tamamı hurriyet.com.tr’de...
Ben en çok şu lafını sevdim: “Ne örtünmediğim için kötüydüm ne de örtündüğüm için mükemmel!” Çabasına saygı duyuyorum, umarım aradığı desteği bulur...
Fotoğraflar: Emre YUNUSOĞLU
Türkiye’nin maraton koşan ilk ve tek köşeyazarı. Çok renkli bir kişilik. “Global” ve “dünya vatandaşı” terimlerinin tam karşılığı. İnanılmaz bir enerjisi vardır, susmaz, gerçekten her şeyi bilir. İlaç prospektüsü gibidir. Ve sağlam kızdır, harbidir. Senelerdir koşuyor. Son dönemlerde arılar için de koşuyor. Ve her fırsatta, her yerde arıları anlatıyor. O, arı sevgisini Debra Roberts’dan öğrendi. Roberts, arılara gönül vermiş müthiş bir kadın. “Debra bana el verdi, ben de aldım!” diyor. Söz, Yonca Tokbaş’ta...
- Yoncacım seni yakaladım, arıları soracağım...
Yaşasın! En sevdiğim konu, hadi sor, sor...
- Bizim “arı sevgimiz” pek gelişmiş değil... Neden?
Çünkü korkuyoruz! İnsan tanımadığı, bilmediği, üstelik çocukluğundan itibaren etrafında herkesin korkuyla yaklaştığı, öldürmek için uğraştığı bir varlıktan korkar! Biz arıların varlık sebebini bilmiyoruz. Onları tanımıyoruz. Anlamıyoruz. Merak da etmemişiz. Neden sürekli tepemde vızıldayıp duruyorlar? Ne işe yarar bu can?
- Sahi, ne işe yarar arılar?
Arılar olmasaydı ne sen, ne ben, ne çocuklarımız, ne de geleceğimiz olurdu! O kadar ciddi bir varlık sebepleri var. Arılar yoksa, hayat yok!
- Vayyyy! Arıların ateş böceklerinden, kelebeklerden ve diğer uçanlardan farkı ne peki?
Nilgün Bodur! Seven çok seviyor, 750 bin takipçisi ona bayılıyor, nefret edenler de onu ‘Kezbanlık’la, vasatlıkla, ortaokul kompozisyonu seviyesinde yazmakla ve özellikle de çok satmakla suçluyorlar!
Eğlenceli bir ülke burası...
Nilgün Bodur da öyle...
Avusturya Lisesi mezunu bir pazarlama uzmanı. 40 yaşında kurumsal hayatı bırakıp kendisine yeni bir hayat inşa ediyor. Kabul etmek istemeyenler olsa da yükselen bir yıldız o. Yazılarını seslendiriyor ve sosyal medyada paylaşıyor. 16 Eylül’de de Trump Gösteri Merkezi’nde nasıl küllerinden defalarca doğduğunu anlatacak...
Tebrikler! Ekşi Sözlük’te sayfalarca küfür var 60 baskı yapan kitabın ve senin hakkında... Bütün o yazılanları okuyunca doğru yolda olduğuna inandım!
Çomak sokan ve ezber bozan... Ve kafası atınca da istediğini yapan...
Huzurlarınızda Gupse Özay.
Adının anlamı, “canımın içi”.
O, bu ülkenin medar-ı iftiharlarından. Çünkü bu ülkenin senaryoyu yazan, oynayan, hem de film yöneten tek kadın...
Son dönemde yaptığı filmler için kilo alıp verdi durdu, bakın neler oldu. Yaşadıkları hepimize hayat dersi gibi...
İskoç asıllı bir İngiliz.
Ama sanki Türk.
Bir içli içli türkü söyleyişi var, inanamazsınız.
Müzikolog ve sıkı gitarist.
Eşi Türk, iki çocuğu var, şahane Türkçe konuşuyor ve 30 yıldır Türkiye’de yaşıyor.
Ben şahsen bayılıyorum.
Sesine, yorumuna, müzik bilgisine, bizim müziğimize değer verişine, karış karış bu ülkeyi gezişine...
Marşlarımızı da en milliyetçi Atatürkçü gibi söylemiyor mu, gözlerim doluyor.
Uzun saçlı, hayat dolu, cennet gülüşlü...
Futbolcu olmak isteyen...
Anneannesine simit aldıran, “Evladım niye yemiyorsun!” dediğinde, “Ben simitçi amcaya yardım olsun diye almanı istedim anneanne” diyen o vicdanlı, merhametli çocuk...
Galatasaraylı çocuk...
Hani ölümüyle hepimizi perişan eden çocuk...
Oğuz Arda...
Çorlu’daki tren faciasında, ihmaller silsilesi yüzünden öldü!
O Allah’ın belası rayı döşeyen ya da döşemeyen kim ise, denetlemeyen kim ise, onarım ihalesini iptal eden kim ise, ödenek olmadığını sebep gösteren kim ise...