Hem dünyada hem Türkiye’de, emzirme fikri dönem dönem değişik biçimlerde algılanıyor. Biz şu anda ‘6. aydan sonra biberonu daya!’ dönemindeyiz, kocaman çocukların kucakta emzirilmesi resmen yadırganıyor. Çevreden itirazlar yükseliyor, üstelik o çevre akademik bile olabiliyor. Ben onlardan biriyim. Alya 10 aylık, ben hálá emziren anneyim. İstanbul’da rahatsız oluyorum, utanarak ‘Evet bizde süt faslı devam’ diyorum, ama öbür tarafta Dubai’de çevremdeki bütün Avrupalı annelere karşı bu işe gururla yapıyorum, çünkü onların alışkanlığı o yönde. Ve benim
kafam karışık. Prof Gülbin Gökçay’la konuştum. Sizden ricam, lütfen bu konudaki görüşlerinizi bendiyorumki@hurriyet.com.tr’ye yollamanız...
Benim bir süt problemim var: 10 aydır emziriyorum. ‘Artık verme, çocuğa faydası yok’ diyorlar. Ama benim vicdanım git gel’lerde. Sanki bırakırsam, çocuğuma zarar vereceğim. Bunun doğrusu nedir?
- Doğrusu, ilk 6 ay, tek başına anne sütüyle beslemek. Su bile yok. 6. aydan itibaren de, uygun ek besinlere geçmek ve 2 yaşına kadar emzirmeye devam etmek...
Siz de vur deyince öldürdünüz! 2 yaş biraz abartılı değil mi?
- Hayır, değil. Bebekler, 2 yaşına kadar besin gereksiniminin yüzde 30’unu anne sütünden alabiliyorlar. Bu konudaki araştırmalar giderek çoğalıyor ve şunu gösteriyor: Emzirme süresi ne kadar uzarsa, bir sürü kronik hastalığa yakalanma olasılığı o kadar azalıyor.
Nedir onlar?
- Şeker hastalığı ve bazı bağırsak hastalıkları. Hatta şizofreni. Anne sütü, çok ciddi bir immün moderatör. Yani bağışıklık sistemini güçlendirici ve düzenleyici bir faktör. Eskiden beri anne sütünün bulaşıcı hastalıklardan koruduğu bilinirdi, fakat bu sözünü ettiğim etkileri yeni yeni ortaya çıkıyor. Anne ile çocuk arasında kurulan o güçlü bağ bir tarafa, çocuğun ilerki hayatına da bir yatırım anne sütü...
İyi ama ben hep şunu duyuyorum: ‘Hmmm hálá mı emziriyor musun? 6 aydan sonra çocuğa hiçbir yararı yok, bilesin...’
- Doğru değil bunlar. Bizim bu konuda hazırladığımız bir sürü sunum var. Hepsi de bilimsel araştırmaları temel alıyor. Size böyle söyleyenlerin konu hakkında hiçbir fikri yok. En azından yeni gelişmelerden haberi yok. Örneğin 2 yaşında 500 mililitre anne sütü alan bir çocuk, enerji gereksiniminin yüzde 30’unu, protein gereksiniminin yüzde 38’ini, A vitamini gereksiniminin yüzde 45’ini, C vitamini gereksiniminin yüzde 95’ini karşılayabiliyor. Yani 2 yaşında bile anne sütünün fevkalade faydası var. Dünya Sağlık Örgütü de bunu teyit ediyor, 24 aya kadar verilmesini öneriyor. Bakın, günümüzde meme kanseri salgın gibi. Sürekli artıyor. Neden biliyor musunuz?
Kadınlar daha az emzirmeye başladıkları için değil herhalde!...
- Tam da bu yüzden. Çünkü kadınlar daha az doğuruyor ve daha az emziriyorlar. Bir kadının emzirme süresi ne kadar uzarsa, meme kanserine yakalanma riski o kadar düşüyor. Ne var ki, kadınlar artık bir tane çocuk doğuruyor, onu da sadece 6 ay emziriyor...
Ben hálá aynı yerde takılı kaldım kusura bakmayın. Bana ‘Yeter artık, emzirmeyi kes; kendini bitiriyorsun!’ diyen doktorlar da oldu. Yani sadece aile, çevre, konu komşu, kocakarı tavsiyeleri değil...
- Benim sözünü ettiğim süt verileri çok yeni. Son 5 yılın bilgileri. Bazı hekimler de bilemeyebilirler yani. Eğer bir hekim, bu konudaki araştırmaları çok iyi takip etmiyorsa, bilmesine olanak yok. Bizdeki klasik tıp kitaplarında (text book), anne sütü önemsenmeden anlatılır. Ama o kitaplar da eski anlatabiliyor muyum? Bilmedikleri için öyle söylüyorlar. Geçenlerde gazetelerde meşhur bir profesörün demeci vardı: ‘Uzun süre emziren kadınların kemikleri erir’ diye. Oysa, ben size o konunun araştırmasını getirdim: Tam tersine, mekanizması açıklanamıyor ama bir kadın ne kadar çok emzirirse, kemik erimesi de o kadar az oluyor...
İyi ama o zaman neden herkes ‘süt düşmanı’ gibi davranıyor?
- Bakın, ben bu mücadeleyi kendi fakültemde de veriyorum, neredeyse her akademik kurulda bu konunun önemine değiniyorum, anne sütünün faydalarını anlatıyorum. Ama haklısınız, toplumda, ‘Yeter daha fazla emzirme. Kemiklerini çürüteceksin, kendini bitireceksin!’ gibi bir anlayış mevcut...
Neden?
- Dünyada, anne sütünün, biberonlaştırıldığı bir dönem olmuş. Anne sütü yerine, hazır mama pompalanmış. Hatta emziren anneler bakmışlar ki, hekimlerden de kendilerine fayda yok, çünkü sürekli mama öneriyorlar, biberon tavsiye ediyorlar, bir araya gelip ‘Emziren Anneler Derneği’ (Breastfeeding Mothers) kurmuşlar. İlki Güney Amerika’da kurulmuş. Tüm bu anlattığım mama furyasında, hiç kuşku yok ki, mama endüstrisinin büyük payı var. Yıllarca annelere biz hekimler de ‘Aman ek besine erken geçin!’ dedik. İyi bir şey yapıyoruz zannettik, bir an evvel mamaya geçmelerini salık verdik. Ve farkında olmadan toplumda bir değişiklik yarattık. Şimdi ise ‘Aman emzirmeye devam edin, hemen ek besine geçmeyin. Hatta ilk 6 ay su bile vermeyin’ diyoruz. E tabii bu, nesiller arasında bir çatışmaya ve kafa karışıklığına yol açıyor...
Anne sütünü eksik vermenin dezavantajları nedir? Yani ben çocuğumu emzirmeyip, formül süt (mama) verirsem, ne kaybederim?
- Bir bebeğin bağırsak geçirgenliği zamanla oluşuyor. Siz tam olgunlaşmadığı bir dönemde inek sütü verirseniz, bazı alerjik hastalıkların ortaya çıkma olasılığını artırmış oluyorsunuz. Ailede alerji ya da şeker hastalığı varsa ve bebek erkenden mama almışsa, bunların çocukta tekrarlama riskini artırıyorsunuz. Ama sadece arttırıyorsunuz. Kesin olacak diye bir şey yok. Bulaşıcı hastalıkların sık görüldüğü koşullarda yaşıyorsanız, bebeğin o hastalıklara yakalanma riskini de artıyorsunuz...
Ama bir psikiyatr şöyle söylemişti bana: ‘Çok istiyorsan bir yaşına kadar ver. Ama bir yaşından sonra emzirmeye ben de kesinlikle karşıyım...’
- Biliyorum, bazı psikiyatrlar böyle bir anlayış içindeler. Geçenlerde kongrelerine çağırdılar beni, koşarak gittim. Anne sütünün yararlarını, zararlarını anlattım. ‘A biz bunları bilmiyorduk’ dediler. ‘Peki niçin karşısınız?’ dedim. ‘İşte çocuk, anneye çok yapışıyor, ayrılmak istemiyor, bağımlı hale geliyor!’ ‘Peki bu bağımlı kişilik, emzirme olmadan da olabiliyor mu?’ ‘Olabiliyor.’ ‘E demek ki sorun anne sütünde değil. Biz hekimlerin, anneleri doğru çocuk bakımı konusunda bilgilendirmemiz gerekiyor: Nasıl uyutacaklar, onlara bağımsızlıklarını nasıl kazandıracaklar? Bu konularda bilgi verelim ama lütfen emzirmelerine müdahale etmeyelim.’
Ben de kızımın bağımlı bir kişilik yapısına sahip olmasını istemem..
- Zaten anne sütüyle bağımlı kişilik yapısının bir alakası yok ki. Bunun emzirmeyle alakası yok, bizler çocuklarımıza 6. aydan sonra bağımsızlıklarını tanıyamıyoruz. Oysa, tanımamız gerekiyor. Ama hálá ağızlarına bir şeyler tıkıp, yedirmek istiyoruz, sallaya salaya uyutmaya çalışıyoruz. Halbuki biraz mırıldanıp ağlayarak, kendi kendine pekala uykuya dalabilir bir çocuk. Sürekli olarak sallanmaya alışmışsa, haliyle ‘Beni sallasın’ diyor, annenin boynuna yapışıyor. Oysa, emzirdikten sonra, yatağına yatırıp derin uykuya dalmasını sağlamak gerekiyor. Yani bağımlılık, sizin çocuğunuzu yetiştirmenizle ilgili bir mesele. Emzirmeyle alakası yok...
Bunun uyuşturucu gibi bir etkisi yok yani!
- Tam tersine, emme içgüdüsünü çok iyi tatmin etmiş insanların, ileride daha az sorunlu olduğu düşünülüyor. Özgüvenlerinin daha yüksek olduğu söyleniyor. Ama bu konuda kanıtlanmış bilimsel bir veri yok.
9 yaşındaki bir erkek çocuğunun kadınlar hamamına götürülmesiyle, 2 yaşındaki bir çocuğun emzirilmesi aynı etkiyi yaratır mı?
- 9 yaşında bir çocukta ergenlik bulguları başlıyor. O yaşta hamama gitmesi tamamen ayrı bir mesele. Gitmesin tabii. Ama 2 yaşındaki bir çocuğun annesinden süt emiyor olması neden yadırgansın ki?
E çünkü yürüyor. Annesinin yanına geliyor, konuşabiliyor, memesini gösteriyor, ‘Bundan istiyorum’ diyor, insanlar da bunu yadırgıyor...
- Çünkü alışık değiliz. Siz ufak bir çocuğun, oyuncak bebeğiyle oynarken onu emzirdiğini gördünüz mü? Hayır. Daha çok ne görülür? Biberonla besler. Toplum pratiğinde olmayan bir şey yadırganır. Mesele bu kadar basit. Yaygınlaşsa, 2 yaşında bir çocuğu emzirmek normal gelecek...
Peki şişmanlıkla alakası...
- O çok ilginç. Ne kadar uzun emzirirseniz, obezite o kadar az oluyor. Mama, çocuğu şişman yapıyor. Anne sütü optimal büyümeyi sağlıyor. Ama tabii hiçbir çocuk için standart reçete yok. Şu kadar süt alsın, şu kadar dakika bir memeyi emsin, şu kadar dakika ikinci memeyi. Böyle şeyler yok. Çocuktan çocuğa değişiyor.
Sütte çocuğa ‘ilaç’ gibi gelen madde ne?
- Antikorlar var. Gerçi hepimizin bedeni, rastladığımız mikroplara karşı antikor üretiyor. Savunma maddeleri bunlar, bir tür protein. Ama anne sütünde bol miktarda bulunuyor. Öyle ki, çocuk anne sütü alınca, sanki o hastalığı geçirmişçesine o mikroplara bağışık hale geliyor. Doğumdan hemen sonra annenin memesinden gelen sütün adı kolostrum’dur, ki en yoğun antikor onun içinde bulunur, kandakinin 100 katı kadar fazla. Çocuğu aşılatmışsınız gibi her şeyden koruyor, çocuk müthiş bir güvenlik çemberinin içinde büyüyor.
Bebek ne kadar ihtiyaç duyuyorsa, meme o kadar süt üretiyor? Bu nasıl oluyor?
- Olağanüstü bir şey tabii. Zaten tüm bu mekanizma mucizevi. Çocuk, ihtiyaç duyunca anneyi emiyor. Emince hemen meme ucundan beyne uyarı gidiyor. Beyin, süt yapımı için iki tane hormon salgılıyor: Prolaktin ve oksitosin. Biri sütün yapılması için, diğeri kalması için. Dolayısıyla, bir çocuk annesinin memesini ne kadar sık emerse, süt o kadar çok üretiliyor.
‘Daha fazla emzirme, artık yeter!’ önermesinin altında aileyi, erkeği ve seksi korumak yatıyor olabilir mi?
- Olabilir. Bir de şu var tabii: Emzirmek, bir takım insanları devre dışı bırakıyor. Çünkü bir bakıyorlar ki, anne ve bebek aslında kimseye ihtiyaç duymadan hayatlarını idame ettirebiliyorlar. Oysa anneanne, babaanne ya da başkaları devreye girmek istiyorlar. Ellerinde biberon, hazır bekliyorlar. En ufak bir şeyde biberonu dayayacaklar...
Süt vermeyenler neler kaybediyor?
- Bir fırsatı kaybediyorlar. Hayatta yakalanmış müthiş bir fırsatı. Fakat bir anne çocuğuna o ya da bu nedenle süt verememişse, bu da dünyanın sonu değil tabii. En son isteyeceğim şey, emzirmek istediği hale emziremeyenlerin bu röportajı okuyup kendilerini kötü hissetmeleri. Bir kere bir televizyon programına konuk olmuştum, ‘Anne sütüyle beslenen bebekler daha zeki oluyorlar’ konulu araştırmayı anlatmamı istediler. ‘Efendim, ana haberde kullanılacak sizinle yaptığımız röportaj’ dediler. Ben de merakla bekliyorum, nasıl kullanacaklar diye. Haber nasıl çıktı dersiniz: ‘Anne sütüyle beslenmeyen bebekler aptal olur!’ Nasıl kötü hissettim kendimi anlatamam. Emziremeyen bir annenin hislerini düşündüm, resmen gözlerim doldu. Yani kimse yanlış anlamasın. Benim söylemeye çalıştığım şu: Bebeği anne sütüyle besleme imkanı varken, vazgeçmek doğru değil. Ama yine de herkesin kendi tercihidir.
Son olarak: Benim halim ne olacak?
- Valla, kararı siz vereceksiniz, sütünüz geldiğine göre ya vermeye devam edeceksiniz ya da emzirmeyi azaltacaksınız, sütünüz yavaş yavaş kesilecek. Ama sütünüz kesilsin diye jinekoloğunuzun verdiği o ilacı içmeyin. O ilaç yasaklandı, emboli riskini (damar tıkanıklığı) artırıyor. O nedenle artık kullanılmıyor...
BİR KERE EMZİRİNCE...
Kadın doğum kliniğinde öğrencilerle geziyoruz. Yeni doğurmuş annelere, ‘Nasıl gidiyor annelik?’ diyoruz. Bir ara, bir anneye ‘Hadi emzir’ dedik, bir sorunu var mı anlamaya çalışıyoruz. ‘Hayır, emzirmem’ diye tutturdu, ‘Sütün mü gelmiyor?’ ‘Yoo, geliyor ama ben bu çocuğu emzirmeyeceğim!’ Baba da yanında ‘N’olur yani, bir kere emzirsen’ diye üsteliyor, sonunda bize döndü ve ‘Ben bu bebeğimi kız kardeşime vermek üzere söz verdim’ dedi, ‘Bir öncekini de verecektim ama emzirince bağlandım, veremedim. Bir kere emzirince bitiyor. Bu sefer o acıyı yaşamak istemiyorum...’
ROMANYA’DAKİ UYGULAMA
Romanya’da 90’larda ‘çocuk terk etmeler’ çok yaygındı. Bunu engellemek için bir uygulama başlattılar: Bebekleri doğumdan sonra kadınların göğüslerine koyuyorlardı. Terk edemesin diye. Anne bir kere çocuğunu emzirince bir daha asla terk edemiyormuş.
BEN YOLUMU BULURUM
İsveçlilerin yaptığı bir film var: Yeni doğmuş bir bebeği, annenin bacaklarının arasına koyuyorlar ve hiç dokunmuyorlar. Bebek, kıvrıla kıvrıla yarım saat içinde annesinin memesine ulaşıyor, emmeye başlıyor. Memenin etrafında Montgomery nodülleri vardır, bebek oradan salgılanan kokuyu alıyor ve memeyi buluyor. Ama biz yıllarca annelere ne dedik: ‘Memelerinizi karbonatlı suyla silin.’ Ne kadar kötü bir şey yapmışız. Kadının doğallığını yok etmişiz...
ÖZGÜVENİMLE OYNAMA!
Bir kadının süt yapımı için en kritik olay, kendine duyduğu güven. O kırılırsa, emzirememe sorunu başlıyor. Yani işin psikolojik boyutları da ihmal edilecek gibi değil. Dünya Sağlık Örgütü’nün desteğiyle emzirme danışmanlığı veriyoruz. Pek çok Avrupa ülkesinde de yürüttüm ben bu kursları. Gördüğümüz şey şu: Bilerek ya da bilmeyerek bir annenin özgüvenini kırarsanız, ‘Sütün gelmiyor’ ‘Sütün yetmiyor’ ya da ‘Emziremiyorsun galiba’ derseniz, bitmiştir. Özgüveni indirdiğiniz anda geçmiş olsun....
İNEK-ANNE
İNSAN-ANNE
İnek-anneyle, insan-anne arasında ne fark var? Onların her zaman sütü oluyor. Bizim sadece hamilelikten sonra...
Neden?
- Prolokatin diye süt üreten bir bez var. Sürekli emzirdiğinizde, prolaktin düzeyini çok yüksek tutuyorsunuz. Bazı canlılarda, bu devam edebiliyor, o yüzden sürekli sütleri oluyor.
Sütanneler nasıl oluyor?
- O bez aşırı büyüyor, bir tür tümör haline geliyor. O sayede sütleri hep devam ediyor...
Bu bir hastalık mı?
- Ya bir hastalık ya da sürekli uyarma sonucu gelişen bir durum. Sütannelik bir dönem Avrupa’da köklü ve zengin ailelerde çok kullanılan bir yöntemdi. Anne sütünün önemi biliniyor ama emzirmek, estetik kaygılar yüzünden tercih edilmiyordu. O zaman anne çocuğuna bir sütanne ediniyordu. Sonra tabii, ‘Bakın biz inek sütünden mama yaptık, siz boş verin sütanneliği’ dönemi başladı. Sütannelere gerek kalmadı...
Başka birinin sütünü vermektense hazır mama vermek daha iyi değil mi?
- Tam tersine. Sütannelik mamadan çok daha iyi. Bir başkasının da olsa, en azından biri insan sütü diğeri inek sütü...
Gülbin Gökçay kimdirSon derece şeker bir profesördür. O kadar genç görünür ki, akademik unvanına asla inanamazsınız. 89 yılında Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları alanındaki uzmanlık eğitimini tamamlamış, Londra Üniversitesi’nde Pediyatrik Epidemiyoloji ve Toplumda Çocuk Sağlığı konularında master yapmıştır. Çok sayıda bilimsel makalesi ve kitap bölümü vardır. Son olarak Doç. Dr. Muazzez Garipağaoğlu’ya birlikte ‘Çocukluk ve Ergenlik Döneminde Beslenme’ adında bir kitap yazmıştır. Aynı zamanda Dünya Sağlık Örgütü, UNICEF ve TC Sağlık Bakanlığı danışmanı olarak görev yapmaktadır.